30 Aralık 2022 Cuma

KİTAP OKUMA RAPORUM 2022

2022 YILI KİTAP OKUMA RAPORUM / Okunan Kitaplar (sırasıyla)

1.    Ankara Akıncı ovası – Tarihi ve kültürü, Burhanettin Baykurt

2.    Akademi, bürokrasi, siyaset sarmalında sağlıkla yaşamak, 1. Kitap, Prof. Dr. Sabahattin Aydın, Medipol Üniversitesi yay

3.    Vakalar, Op. Dr. M. Uğur Yılmaz, Nergiz yay

4.    Ercümend Özkan – Entelektüel bir portre, Dr. Kürşad Atalar, İlem yay

5.    İki buçuk sayfa – Cezaevi notları, Mehmet Çoban, Artuklu yay

6.    Yenilgiden sonra – Doğu Batı ile yaşamayı nasıl öğrendi, Ayşe Zarakol, Koç Üniversitesi yay

7.    Sen sev ben geliyorum – Şiir, Yaren Kayıp, 40’lar Kulübü yay

8.    Mücella, Nazan Bekiroğlu, Roman, Timaş yay

9.    Madalyonun içi – Bir psikiyatristin not defterinden, Uzm. Dr. Gülseren Budayıcıoğlu, Remzi Kitabevi

10. 10Altı Otuz5, Osman Koca, Ayışığı kitap

11.  Leyla’nın evi, Zülfü Livaneli, İnkılap kitabevi

12.  Kayıp tanrılar ülkesi, Ahmet Ümit, Yapı Kredi yay

13.  Tatar çölü, Dino Buzzati (Çev. Hülya Tufan), İletişim yay

14.  Puslu kıtalar atlası, İhsan Oktay Anar, İletişim yay

15.  Veba Geceleri, Orhan Pamuk, Yapı Kredi yay

16.  Bir Türk filmi olarak kanser – Kanserle iletişim, Prof. Dr. Ahmet Erözenci, Ayrıntı yay

17.  Doksan dokuz kere sen, Prof. Dr. Turgut Göksoy

18.  Kızıl elma koalisyonu – Ulusalcılar&milliyetçiler&kemalistler, Onur Atalay, Paradigma yay

19.  Ama hangi Atatürk, Taha Akyol, Doğan Kitabevi

20.  Son ada, Zülfü Livaneli, Doğan Kitabevi (YILIN EN İYİ KİTABI)

21.  Benim derdim, Şair Yaşar şiirleri -1, Yaşar Çakmakcı

22.  Milli eğitim’de üç-beş nöbeti, Prof. Dr. Hüseyin Çelik, HeCe vakfı yay

23.  Kar, John Banville (Çev. Levent Göktem), Sia yay

24.  Asisa, Mehmet Çoban, Flora yay

25.  Sinemada 55 yıl, İhsan Gedik

26.  Ferhat’ın şemsiyeleri, Ahmet Örs, Tasfiye kitaplığı

27.  Halkada duranlara, Ahmet Örs, Tasfiye kitaplığı

DEĞERLENDİRME

Toplam 27 kitap okundu (Ayda ort. 2 kitap)

(2021’de toplam 27 kitap okunmuştu, ayda ort. 2 kitap / Aynı kaldı)

Toplam 7848 sayfa okundu (Günlük ort. 21 sayfa)

(2021’de toplam 8063 sayfa okunmuştu, günlük ort. 22 sayfa / Aynı kaldı)

KİTABIN TÜRÜ

SAYI

Roman, Hikâye

11

Düşünce

6

Hatıra

6

Şiir

4

Toplam

27

Bu yıl okunan kitap sayısı geçen yılla nerede ise aynı kaldı. Ayda iki kitap ve okunan sayfa sayısı olarak standardı yakaladığım doğrudur fakat ilk aylardaki okuma hızım ve şevkim son aylara doğru iyice kırıldı. Bunda benim olduğum kadar yazarların da payı olduğunu düşünüyorum. Koyu siyah ile yazılan kitaplar 9 puan verdiğim kitaplar olup sizlere de tavsiye ediyorum. Fakat bir kitap var ki 10 puanı almayı hak etti. Onu ısrarla ve hararetle tavsiye ediyorum. Kanaatimce bu roman bir şaheser ve baş yapıt. Elimde olsa Nobel’e aday gösterir ve bütün orta öğretim okullarında ders kitabı olarak okuturdum. İyi ki kitaplar var.

30.12.2022                                                  İrfan Yalçınkaya

17 Aralık 2022 Cumartesi

ÖZGÜR DÜŞÜNCELER - X - Bir Rejimi Değiştirmenin Yol ve Yöntemleri

ÖZGÜR DÜŞÜNCELER

X.

Bir Rejimi Değiştirmenin Yol ve Yöntemleri


Tarih boyunca bir ülkede, devlette yürürlükteki (cari) sistemi, rejimi, düzeni değiştirmenin temel olarak iki yolu olagelmiştir.

İlki dışardan yani uluslararası sistemi yöneten güç ya da güçlerin (direkt müdahale, içerdeki işbirlikçileri ile müdahale, ambargo, tecrit, vs) harekete geçmesi ve/veya bir komşusunun, komşularının onun üzerine musallat edilmesi ile olur.

Dünyadaki kurulu düzen (statüko) yirminci yüzyılda üç defa büyük değişime uğramıştır. Birinci ve ikinci emperyalistler arası savaş (paylaşım) kavgası, bir de Sosyalist Bloğun dağılması. Son “Arap Baharı’nda ise rejimler değişmemiş, yönetici (çiftliğin kahyası) değiştirilmiş ya da direnen ülkeler ikiye, üçe bölünmüş, yıkıma uğratılmıştır.

İkinci değişim-değiştirme yolu yöntemi ise içerdendir.

Elbette ulusal ve uluslararası sistemlerin birbirleriyle karşılıklı münasebet ve mücadeleleri de açık ve gizli sürer gider. Uluslararası sistemde oyun kurucu, başat güçleri kurdukları düzenin devamı için her türlü hazırlık ve atraksiyonları yeri geldikçe sahneye koyarlar. Yani sizi, size bırakmazlar, mutlaka öyle veya böyle kapınıza gelir dayanırlar, size çıkarları doğrultusunda şekil şemail, çeki düzen, ayar verirler, vermeye çalışırlar.

Yaşadığımız ülkeden bir örnek verip uluslararası kısmını geçmek istiyorum. Osmanlı İmparatorluğu ilk emperyalistler arası savaş sonrası (öncesi de dahil) dağılıp parçalandığında irili ufaklı yaklaşık 60 kadar ulus devlet kurulmuştu. Bugün bu ulus devletlerin çoğunun kuruluş (kurtuluş), bağımsızlık ve milli günleri, Osmanlı ya da Osmanlı sonrası (öncesi de dahil) oralara hâkim olan İngiliz, Fransız, İtalyan, Belçika, Hollanda gibi mütegallibe güçlere karşı verdikleri mücadelelerin tarihi ile ilgilidir. İmparatorluk sonrası bu devletlerden biri ve İmparatorluğun asıl unsuru olanı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılı sonrasındaki yüz yılda olan biteni dahi dünyadaki yani uluslararası sistemden ayrı ve bağımsız ele alamayız. Şeflik sistemi, çok partili hayata geçiş, iki kutuplu dünyanın kurumları olan BM ve NATO paktına dahil olma, askeri darbeler ve daha birçok şey. Ülke içindeki her olan bitenin, her değişim dönüşümün öyle veya böyle bir dış dünya bağı, bağlantısı, etkisi ve tepkileri oldu, olmaya da devam ediyor.

Biz gelelim esas olarak sistemin değişim ve dönüşümünün iç dinamiklerine.

O toplumu oluşturan etnik, ideolojik, dini, mezhebi ve coğrafi farklılıklar bir zenginlik olabildiği gibi aynı zamanda bir zafiyet, kaşınabilecek bir yara ya da depreme yol açabilecek fay hatları olarak da görülebilir.

Sistemi elinde bulundurup vaziyet edenler, dışardan gelebilecek tehditleri dış düşman, içerden gelişebilecek tehditleri de iç düşmanlar olarak tanımlar ve milli (ulusal) güvenliğe tehdit olarak görürler.

Sistemin, devletin üzerinde yükseldiği omurgayı esas alıp geri kalan her şeyi ve herkesi “öteki, diğeri, başkası” olarak görüp “devletin bekası” açısından yok edilecek ya da kontrol altında tutulması gereken halk kesimleri olarak kategorize ederler.

Milli Güvenlik Siyaseti’ne göre bu ülke Osmanlı’dan beri hep bölünme ve parçalanma korkusu (travması) yaşadığından devamlı tetiktedir. Devlete karşı çıkabilecek bütün yapıları ya yok eder (askeri operasyon), ya bölüp parçalar zaafa uğratır (içlerine girer, eleman yerleştirir, o yapılardan eleman devşirir, yapıyı kriminalize eder, fasonlarını kurup piyasaya sürer, vs) ya da birbiriyle çatıştırıp güçten düşürür, hizaya sokar, gerekirse saf dışı eder.

Sistem yüzyıllar boyu süren bir tecrübeye sahip olduğundan, her kesimden kullanılabilecek eleman sıkıntısı çekmediğinden, ülkenin bütün kaynakları (insan, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, vs) elinde olduğundan ve en büyük işveren de olduğundan her zaman en avantajlı konumda olmuştur, olmaya da devam etmektedir.

Sistemi, devleti, rejimi değiştirip dönüştürmeye çalışan her ideoloji ve inançtan insan topluluklarının önünde esas olarak legal (açık) ve illegal (gizli) olmak üzere iki yol vardır.

Ben şahsen uzak ve yakın tarihe baktığımda illegal yapıların hiç şansının olmadığını düşünüyorum. Ve tek bir örnek bile bulamıyorum. Zira bu topraklarda devlet, iktidar hep öncelenmiş ve kutsanmıştır. Gerçek anlamda sivil bir yapı asla olmamıştır, hala da yoktur. Sivil toplum kuruluşları olarak kendilerini lanse edenler bile bir yerde sivil devlet kuruluşudur.

Devleti elinde bulunduranlar “ya devlet başa ya kuzgun leşe” sözünü halka belletmişler, ezberletmişler, “Allah devletimize, milletimize zeval vermesin” diye dua bile ettirmişlerdir. Din bile devletin kontrolünde ve yedeğinde bir yapı olmaktan öteye geç-e-memiştir. Devletin (iktidarın) bekası, dirliği ve düzenliği için babasını, evlatlarını (beşiktekiler hatta cariyelerin karnındakiler dahil) bile gözünü kırpmadan cellatlara teslim edip boğduran, öldürten bir zihniyetin, halka acıması, kıymaması söz konusu bile olmaz, olamaz, zaten olmamış da.

İllegal yollar, devlet içinde (özellikle ordu içinde- cunta) ve halkın içinde (gizli örgütler) yönetimden memnun olmayanların kurduğu yapılanmalar olup kurulu düzen, hemen her zaman kendi iktidarları açısından bu tehlikeleri bertaraf etmiştir. Bazen zaten var olan ve yaklaşan tehlikenin önünü almak için kendisi bir örgüt kurdurur ya da kurulmasına göz yumar, Sonra o örgütle mücadele için başka bir örgüt kurar ve de halkın bir kesimini silahlandırır. Kendine yakın gördüğü halk kesimlerini resmi güvenlik güçlerinin kadrolarında istihdam eder, hatta mafya yapılanmalarını bile bu yolda kullanır.

Bir diğer sistem değiştirme yöntemi de halk ihtilali ya da devrimdir. Bu ülkede Osmanlı sonrası Anadolu’daki Millî Mücadele’ye hemen herkes katılmışken, yeni devletin (cumhuriyetin) kuruluşunda kendi aralarında zorlu mücadeleler vermişlerdir. Bu mücadeleden galip çıkan yapı, yeni sistemi şekillendirmiştir. Her ne kadar bu süreç devrim (inkılap) olarak nitelense de işin içinde halktan ziyade Osmanlı askeri, mülki ve ulema yapılanması vardır. Toplumun (halkın) kendisini değiştirdikten sonra sistemin değişeceğini savunanlar (sananlar) ise fena halde yanılıyorlar zira bu coğrafyada ve özellikle sünni dünyada (Türkler dahil) hiçbir zaman bir halk ihtilali/devrimi vaki olmamıştır ve olmayacaktır da.

Legal yol olarak geriye sistemi içeriden fetih ve siyasi parti yolları kalıyor. Cumhuriyet tarihi boyunca sistemi, bütün kurum ve kuruluşları ile içeriden ele geçirme, teslim alma yöntemini en başarılı ve organize biçimde uygulamaya koyan, Gülen cemaati (örgütü) & paralel devlet yapılanması olmuştur. Altmışlı yıllardan başlayarak faaliyete geçen örgüt, 2010’lu yılların başında gücünün zirvesine ulaştı. Sonrasında onun dışındaki devlet unsurları harekete geçti ve bu çatışma özellikle 2016 ve sonrasında örgütün tasfiyesi ile sonuçlandı. İlginç ve düşün-dürtücü olan da onu devletin diğer unsurları ile birlikte tasfiye eden gücün, dindar muhafazakâr bir siyasi parti olması idi. Milliyetçi muhafazakâr mukaddesatçı diye tanımlanan sağcı çizgi (ki bir açıdan ilk meclisteki ikinci grup olarak da bakılabilir), sistem içinde dini-dinci (İslamcı) ayrışmasını ilk defa Milli Nizam Partisi deneyimi ile başlattı. Sonrasında Milli Selamet Partisi, Refah Partisi ve en son Adalet ve Kalkınma Partisi ile nihayete erdirdi, zirveye taşıdı. Bu hareket ülkenin son yirmi yılına da damgasını vurdu.

Yüz yıllık bir cumhuriyet tecrübesinden sonra bugün etnik, milliyetçi, faşist, sosyalist, atatürkçü (kemalist), ulusalcı, dinci-islamcı veya mezhepçi yapılanmaların, kesimlerin kendi ideoloji ve inançlarını topluma zorla dayatmalarının, kendileri dışındaki toplum kesimleri üzerinde tahakküm kurmalarının akıl & bilim dışı olduğu ve gerçekçi olmadığı kanaatindeyim.

Toplumun bütün kesimlerini kuşatan, hiçbir kesimi dışlamayan, yok saymayan, özgürlükçü, çoğulcu, laik demokratik sosyal bir hukuk devletinin tek çözüm olduğu kanaatindeyim. Bu da legal, açık ve örgütlü (siyasi parti) mücadele yoluyla olur.

Aksi halde ne mi olur? Cumhuriyetin ikinci yüzyılında da bir türlü çözülmeyen eski sorunlarla, sağ sol, alevi sünni, laik dindar, türk kürt, laik anti-laik vb kavgalarla, birbirimize hayatı zehredip enerjimizi tüketmeye devam ederiz.

Bu arada hayatın ve çağın dışına atılıp dünyadaki gelişmeleri kaçırdığımız gibi içerisinde can, mal ve ırzımızın güvende olmadığı ve yarınlara dair ümit duymadığımız bu ülkede kamplaşmaya, birbirimizi yemeye, sonu gelmez kavgalarla tükenmeye ayrıca da dünyadaki büyük güçler yanında daha küçük başka devletlerin bile oyuncağı olmaya devam ederiz. 




8 Aralık 2022 Perşembe

"BENİM YOLUM" KİTABININ BİR YILLIK YOLCULUĞU

Bundan tam 1 yıl önce bugün, ilk kitabım olan "Benim Yolum" yayınlanmıştı. Bu bir yılda olup bitenleri ve kitabın hikayesini en baştan itibaren beş dakikalık bir video ile anlatmak istedim. Sonuçta ortaya bir kitabın yazım-basım sürecini anlatan belgesel tadında bir çalışma çıktı.






24 Kasım 2022 Perşembe

TAMBUR & KANUN / MİNİ KONSER

17-19 Kasım 2022 tarihleri arasında Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi tarafından ikincisi gerçekleştirilen 'Uluslararası Ahi Evran Tıp ve Sağlık Bilimleri Kongresi'ne ilk iki gün katıldım. İlk gün Prof. Dr. Hanefi Özbek ve Prof. Dr. Ahmet Hakkı Turabi tarafından beş kısa eserden oluşan bir mini konser icra edildi. Ben de kayıtlarını yaptım ve akabinde yayın için kendilerinden izin aldım. Bugün bütün hazırlıkları yapıp yaklaşık 16 dk tutan bu güzel kaydı Youtube'a yükledim. Umarım beğenir ve paylaşırsınız.



15 Kasım 2022 Salı

GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ UZMANLIK DALINDA DERNEKLER, KONGRELER & ANILAR, GÖRÜŞLER

Ülkemizde tıp alanında her uzmanlık dalının en az bir derneği olup bazı uzmanlık dallarında birden fazla dernek mevcuttur. Mesela göğüs cerrahisi uzmanlık dalında bir dernek varken (1), göğüs hastalıkları uzmanlık dalında beş adet dernek mevcuttur. (2-6) Bu sayıya o uzmanlık dallarının yan dalları ve bir uğraş alanı ile ilgili olan dernekler dahil değildir. (7-11)

Peki neden göğüs cerrahisi uzmanlık dalının tek bir derneği varken ve ancak iki senede bir kongre yapabiliyorken, göğüs hastalıkları uzmanlık dalının beş adet derneği mevcut olup her biri bırakın her yıl kongre yapmayı okul, kurs, sempozyum hatta mevsimine göre tatil yöreleri dahil değişik illerde solunum günleri, buluşmaları adı altında çok sayıda toplantı yapabilmektedir?

Bu soruya cevap vermeden önce,

DEVAMI İÇİN; https://www.akademikakil.com/gogus-hastaliklari-ve-cerrahisi-uzmanlik-dalinda-dernekler-kongreler-anilar-gorusler/irfanyalcinkaya/



11 Kasım 2022 Cuma

BİR HABER & BİR ANI -3-

Bir Haber & Bir Anı

-3-

Haber

“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan(RTE)'ın eski doktoru ve 22'nci Dönem AKP Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez, Erdoğan'ın CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun ABD ziyaretiyle ilgili sözlerine yanıt verdi. Erdoğan'ın "Biz bir defa ilk seçimi yaptığımızda ve bu seçimden de açık ara büyük bir başarıyla birinci parti olarak çıktıktan sonra gitmiştik" sözlerinin gerçeği yansıtmadığını ifade eden Çömez, "Erdoğan nasıl oldu da toplumun gözüne baka baka ‘ben seçildikten sonra gittim’ dedi. Biz gittik, ben yanındaydım. Parti kurulmadan gittik. Parti kurulduktan sonra da gittik. Seçimden sonra da gittiler ben orada yoktum" dedi…”

(https://www.gazeteduvar.com.tr/turhan-comez-erdogan-parti-kurulmadan-once-de-abdye-gitti-ben-yanindaydim-haber-1584369 , 11.10.2022)

Anı

Sene 2003, aylardan haziran, Ege denizinden tatlı bir meltem esmekte idi.

Çeşme'de dindar muhafazakâr bir tatil köyünde, doçentlik sınavlarının yorgunluğunu atalım ve akademik titre ulaşmayı ailecek kutlayalım dedik.

Havuz başında Avusturya Viyana'da pastane işleten ve Avrupa Milli Görüş Teşkilatı'na mensup bir gurbetçi ile sohbet ediyorduk.

Sohbet esnasında konu açıldığında bir ara dedi ki; "RTE, siyasi yasaklı iken ABD ziyareti sonrası (mayıs 2000) dönüşte Viyana'ya uğradığında bizim evde toplanmıştık. O zaman demişti ki; "Amerikalılar benden bir parti kurmamı istiyorlar. Ben de onlara dedim ki; "Ama ben siyasi yasaklıyım. Nasıl olacak bu iş?". Onlar da dediler ki; "Sen kur, gerisini merak etme".

Sonrasına herkes şahit oldu zaten. AKP 2001'de kuruldu, 2002'de ilk genel seçimlerde tek başına iktidara geldi. Baykal devreye girdi, yasak kaldırıldı, sadece Siirt seçimleri bir bahane ile iptal edilip RTE milletvekili adayı oldu, kazandı, partinin başına geçti, başbakan koltuğunu devraldı. Ve bütün bu olmaz sanılan, baş döndüren ve inanılmaz gelişmeler, hatırlanırsa kamuoyuna Siirt'te belediye başkanı iken okuduğu bir şiir nedeniyle siyasi yasak konmasına nazire olarak "Yiğit düştüğü yerden kalkar" diye sunuldu.



3 Kasım 2022 Perşembe

ANADOLU İRFAN’I - Hz. Ömer

HZ. ÖMER

Bu toplumda bugüne değin bize vaazlarda, hutbelerde, kürsülerde, nutuklarda aktarılan rivayetlerdeki Hz. Ömer'in “devlet işi bitince söndürdüğü mumu” bugün artık devamlı yanıyor; işi bitince fırsat buldukça “halk ne alemde diye gezdiği” sokaklarda artık son model mersedes ve korumalarla konvoy halinde geziliyor, yoksul ve müstaz’af semtlere, evlere uğranılmıyor; Dicle’nin kıyısındaki kuzuları kurtlar çoktan kaptı bile, değil ‘adl-i ilahi’nin sorması, o kurtlarla işbirliği yapılıyor, hatta kurt kanunu yürürlükte; kilisede kılması istenilen fakat 'namaz kılarsam benden sonra burasını camiye çevirirler' yerine katedral ve kiliseler camiye dönüştürülüveriliyor; Kudüs yolunda Ömer'in devesine artık kimse münavebeli binmiyor,  binemiyor zira Ömer’i zikreden kişiler deveden hiç inmiyor; bedeli verilmesine rağmen rızası dışında arsasına cami yapıldığı için kendisine başvuran kadının şikayeti üzerine “camiyi yıkın ama adaleti yıkmayın” yerine tam tersi camiyi yıkmayın, yakmayın denilip adaleti yıkmakta bir beis görülmeyebiliyor; suikast sonrası ölüm döşeğinde “yerine oğlun halife olsun” diyenlere “bir evden bir kurban yeter” sözü kısa sürede unutuldu, oğullar babalarının tahtına oturuverdi, hatta akrabalar bile devletin makam-mevkilerine yerleşiverdiler. Ah Hz. Ömer(ra) ah, sen dillerde bir hikâyesin, menkıbesin, masalsın artık. Belki de “biz büyüdük ve kirlendi dünya” ya da bunlara inanacak çağı geçtik, ‘maymunun gözü açıldı’, karnımız tok artık. 



27 Ekim 2022 Perşembe

BİR HABER & BİR ANI -2-

Bir Haber & Bir Anı

-2-

Haber

“…7 yaşındaki Metehan, çiğnemeye başladığı sakızın boğazına kaçması nedeniyle nefes almakta zorluk yaşadı. Durumu fark eden 11 yaşındaki 6'ncı sınıf öğrencisi Adem, Metehan'a müdahalede bulundu.

Metehan'a Heimlich manevrasını (Rahatsızlanan kişinin göğüs kafesinin altına bir el yumruk yapılarak baskı uygulanması) uygulayan Adem, sakızın dışarı çıkmasını sağladı…

…Adem, okulda ilk yardım eğitimi aldığına işaret ederek, "Bu eğitimi, beden eğitimi dersinde okulda görmüştüm. Öğretmenimiz akıllı tahtadan bize bunları göstermişti" diye konuştu…

 (https://medimagazin.com.tr/guncel/ortaokul-ogrencisi-heimlich-manevrasiyla-arkadasinin-hayatini-kurtardi-102520 , 21.10.2022)

Anı

2004 yılında Van’da bir hafta sonu ailecek evimizde sabah kahvaltısı yapıyorduk. Üç numaralı iki yaşındaki oğlumuz, ağzına yutabileceğinden fazla ekmek parçası almıştı. Uyarmamıza rağmen dinlemedi. Sonra birden çırpınmaya başladı, boğazını tutuyor, nefes almakta zorluk çekiyordu. O telaşla parmağımı ağzına sokup lokmayı çıkarmaya çalıştım, ama nefes borusunun tümden tıkanmasından korkarak zorlamadım. Zira nefes alış verişi devam ediyordu. O telaşla aklıma acil durumlarda uygulanan “Heimlich manevrası” da gelmedi. Hızla paltomu giyip pijamalarla arabaya binip doğruca yakındaki hastanemizin acilinin yolunu tuttum. Yolu tam yarılamışken bir bariyeri geçerken araba zıpladı. Tam o esnada oğlumuzun ağzındaki lokma dışarı fırlayıverdi ve solunumu rahatladı. Biz de derin bir oh çektik. Sorun bitince acile gitmeye de gerek kalmadı, izimiz üzere geri eve döndük, sevindik, şükrettik. Halbuki Van Tıp Fakültesi’nde stajyerlere “solunum ve yemek borusu yabancı cisimleri” dersini ben anlatıyordum ve bu konuda birçok çalışmam dahi vardı. Bu acil vakada bir hekim gibi değil bir ebeveyn gibi hareket etmiş, vakayı sükûnetle ele almamış, acil durumlarda uygulanabilen bir manevra (Heimlich) hatırıma bile gelmemişti. Siz, siz olun benim yaptığım hatayı kesinlikle yapmayın. Habere bakarsanız 11 yaşındaki çocuk bile bu manevrayı biliyor ve arkadaşını kurtarıyor, belki de nefessiz kalıp ölmesini veya beyninin hasar görmesini önlüyor. Şimdiki çocuklar bir harika.





20 Ekim 2022 Perşembe

BİR HABER & BİR ANI -1-

Bir Haber & Bir Anı

-1-

Haber

“…Erdoğan, geçen günlerde AKP’ye katılan Mehmet Ali Çelebi’ye AKP TBMM Grup Toplantısı’nda rozet takmış, bu sırada da Çelebi’nin elini sıkarak “Senin çocuk kaç tane” diye sormuştu. Çelebi’yse “Bir tane efendim” diye yanıt vermişti. Çelebi daha sonra yanında bulunan eşini işaret etmiş ve “Doktora yapıyor, kariyer” demişti. Erdoğan buna “Olmaz ya, bu işin kariyeri çocuk doğurmaktır. Sayıları artırmak lazım” karşılığını vermişti. Çelebi’nin eşine yaşını soran ve “46” yanıtını alan Erdoğan, “Allah’tan isteyelim devam. Çocuk çok önemli. Bak PKK’nın 5 tane, 10 tane, 15 tane var” sözlerini sarf etmişti...”

(https://www.diken.com.tr/erdoganin-pkklilar-15-cocuk-yapiyor-sozlerine-tepki-kurtler-bunu-anladi/ , 19.10.2022)

Anı

1998 yılının Temmuz’unun 7’si idi. Ağrı’da mecburi hizmet yıllarında tanıştığım ve aradan geçen yıllarda dostluğumuzun pekiştiği Türk milliyetçisi bir arkadaşım, doktor ve akademisyen (o sıralar Van Tıp’da Yardımcı Doçent’tim) olmam hasebiyle, beni Milliyetçi Hareket Partisi’nin Balgat’taki Ar-Ge Merkezi’ndeki Politika Okulu’nda yapılacak Sağlık Araştırmaları Kolu’nun toplantısına çağırdı. İlginç bulduğum bu davete icabet ettim. Toplantının başkanlığını bir süre sonra kurulacak Anasol-M hükümetinde Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı da yapacak olan Gazi Tıp’tan bir hoca yapıyordu. Toplantıda ülkedeki sağlık alanında mevcut durum ve sorunlar masaya yatırıldı, çözüm önerileri tartışıldı. Benim için beyin fırtınası misali oldukça faydalı oldu. O toplantıda tuttuğum notları hâlâ muhafaza ederim. Toplantının başında ilk konuşulan konu Türk milliyetçisi olanlar için normal gözükse de benim gibi Türk ama milliyetçi olmayan ve üstelik de dindar biri için anormaldi. “Nüfus planlamasında hedef bölge Doğu ve Güneydoğu Anadolu olması gerekirken, bilinçli olarak Yozgat, Çankırı gibi illerde başlatılmış olmasının ve bu yolla Türk nüfusun azaltılıp Kürt nüfusun arttırılması sonucu yıllar sonra nüfus ve demografik yapının ne yönde değişebileceğini düşünmek gerekir” sözleri sarf edildi. Daha sonra diğer hususlara geçildi. Toplantının çözüm önerileri kısmında ise “sağlıklı yaşamak her Türk vatandaşının hakkıdır” dışında milliyetçilikle ilgili başka bir ifade yoktu.



13 Ekim 2022 Perşembe

HALK ÜNİVERSİTESİ

Bu üniversite bildiğimiz tanıdığımız üniversitelerden biri değil ve insanlığın başlangıcından beri var. Farkında olun ya da olmayın belki siz de bu üniversitenin öğrencisi ve/veya öğretim üyesisiniz. Bu ne demek, nasıl olur diye merak ediyorsunuz yazımı okuyun görün derim.



6 Ekim 2022 Perşembe

ANADOLU İRFAN'I - Herbokolog

HERBOKOLOG


Yanlış yazmadım, yanlış okumadınız. Herb-olog yani otsu bitki bilimi ile uğraşan değil herbok-olog. Bu bir insan tipolojisi olup her ideoloji ve dine mensup olanlar arasında mebzûl miktarda bulunur. Bunların lügatinde, dilinde "bilmiyorum, duymadım, anlamıyorum" diye bir ifade bulunmaz. Her şeyden az çok anlarlar, her soruya verecekleri bir cevapları vardır ve her bir moku bilirler.  Sokakta, çeşitli mahfillerde, TV ekranlarında, gazete köşelerinde bunlardan bol miktarda mevcuttur. Üstelik halktan, sıradan, yurdum insanı olmaktan öte içlerinde akademisyen, rektör, belediye başkanı, milletvekili, güvenlik uzmanı, ilahiyatçı, vaiz, gazeteci, yazar gibi asker sivil kişiler de vardır. Susmak, dinlemek, bilmediğini öğrenmek gibi erdem ve edepten yoksundurlar. Bilmediklerini de bilmezler, farkında bile değildirler. ‘Bir zamanlar Anadolu’da’ köylerde harman zamanı buğday saplarını saman haline getirmek için düvene koşulan öküz, at gibi hayvanların tersinin samana dökülmemesi, samana etmemeleri için birinin kürek tutması misali, tabir caizse “sap yiyip saman etmeleri”ne mümkünse engel olmak, mümkün değilse dinlememek, seyretmemek, okumamak lazımdır. Bir başka deyişle “düven sürmeni istemiyorum, sapa sıçma yeter” demek lazımdır. Böylelerini görüp fark ettiğiniz anda, yılandan kaçar gibi kaçınız zira size faydadan ziyade zarar verirler, zihninizi bulandırıp kirletirler.

Benden söylemesi ve uyarması dostlar.




ANADOLU İRFAN'I - "İrfan ihtiyacı"


 

22 Eylül 2022 Perşembe

YOL-CU-LUK

Yol, yolcu, yolculuk üzerine farklı bir yazı denemesi yaptım. Beş dakikada da okuyabilirsiniz, yazı içindeki bağlantı linklerine tıklayarak beş saatte de bitirebilirsiniz. İbrahim Sadri'nin Yol şiirinde dediği gibi; "merhaba yol, yoldayız, hayırlı yolculuklar"

https://www.akademikakil.com/yol-cu-luk/irfanyalcinkaya/



9 Eylül 2022 Cuma

PANDEMİ VE GÖĞÜS CERRAHİSİ

İki buçuk yıllık pandemi sürecini anılarla, gözlemlerle ve bilimsel yönden bir göğüs cerrahisi uzmanı olarak farklı açılardan analiz etmeye çalıştım. Umarım ilginizi çeker, paylaşırsınız. 

11 Ağustos 2022 Perşembe

ÖZGÜR DÜŞÜNCELER - IX - Devletin Varlık Gerekçesi Nedir?

ÖZGÜR DÜŞÜNCELER

IX.

Devletin Varlık Gerekçesi Nedir?

 

Osmanlı’da devlet, bir ailenin (hanedanın) elinde ve kontrolünde idi. İmparatorluk olduğu için de bünyesinde farklı etnisite, din, mezhep, meşrepte topluluklar bulunuyordu. Devlet ve din elele, iç içe idi. Ele geçirdiği topraklardaki gayri müslim ahaliden çocuk yaşta olanların bir kısmını ‘devşirilmek’ üzere alır, ‘Pay-i Taht’ta kendi istediği doğrultuda yetiştirir, yeniçeri ya da memur (kapıkulu) olarak devletin çeşitli kademelerinde istihdam ederdi. Hatta sadr-ı azamlığa (bir nevi başbakan) kadar yükselebilme şansı tanırdı. İmparatorluk sınırları dahilinde yaşayan ahali (teba) devlete itaat ve vergisini (müslimlerde asker dahil) vermek kaydıyla inancında, yaşayışında, hak hukukunda büyük ölçüde serbestti. Bu açıdan Osmanlı’yı kozmopolit bir yapı olarak cumhuriyete nazaran daha özgürlükçü bulmuşumdur. Tanzimat’la bu durum yavaş yavaş değişmeye başladı. Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilip Anadolu ve az biraz da Rumeli topraklarında, Milli Mücadele sonucu kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde ise hemen her şey radikal biçimde değişti. Osmanlı’yı bir bütün olarak korumak için yola çıkan İttihat ve Terakki, zaman içinde bunun mümkün olamayacağını anlayınca Türkçü kanat öne çıktı. Fakat Almanya ile kurdukları ittifak yenilgiye uğrayınca dağıldılar, en son İzmir suikastı teşebbüsü akabinde de hemen tümüyle tasfiye edildiler. Ama onların taşıdığı bayrağı bir başka şekliyle Kuvay-ı Milliye’ciler devraldı.

Yeni devleti kuranlar “Devlet-i Âl-î Osmanî”nin küllerinden doğduğunu belirtseler de kadrosu, gelenekleri, refleksleri gibi birçok noktada ona benzeyen, onunla ilgi ve ilişiği (iltisakı) olmadığını ısrarla beyan etseler de, bir oğulun babasını reddetmesi örneğinde olduğu gibi birçok açıdan ona benziyordu. Benzemeyen en önemli yönlerinden biri imparatorlukların yıkılıp her etnisitenin kendi ulus devletini kurduğu bir dönemde, Türkiye Cumhuriyeti de bu doğrultuda hareket etti. Yeni bir ulus inşası için düğmeye bastı. Yirminci yüzyıl başları milliyetçiliğin, pozitivizmin revaçta olduğu ve her şeye sirayet ettiği bir dönemdi. Türkiye Cumhuriyeti de 'Büyük (Ulu) Önder' Mustafa Kemal Atatürk’ün rehberliğinde bir ulus inşasına başladı. Geçen zaman içinde tehcir, katliam, savaş, mübadele ve daha birçok yolla Anadolu’nun etnik ve dini açıdan arındırılması (homojenize edilmesi) büyük ölçüde sağlanmıştı. Geriye bunun devam ettirilip tamamlanması kalıyordu. Cumhuriyet’in ilanından bugüne kadar olan bitenleri bir de bu açıdan okuyabilirsiniz. Cumhuriyet rejimi için elinde devşirebileceği fazla bir gayri Müslim ahali olmadığına göre Müslüman ahaliyi değiştirip dönüştürmek (devşirmek) dışında bir seçenek de yoktu.

Evet devlet artık teba, kul istemiyordu ama onun da istediği makbul vatandaş, iyi yurttaş modeli vardı. Bu uğurda o kadar ileri gittiler ki, halkın kılık kıyafetini tepeden tırnağa, şapkadan ıskarpine kadar gardrobunu bile değişikliğe uğrattılar. Cumhuriyetin insan profilini kabaca tanımlamaya çalışırsak; Türk (Türk olmasa bile Türklüğü kabul edip kendi etnisitesini görünür, bilinir yapmayan, pratiğe dökmeyen), laik, Sünni, Batı medeniyeti taraflısı bir yurttaş, vatandaş. Bu tariften hareketle yeni devletin iç mihraklar (bir nevi düşman) diye tanımladığı toplum kesimleri bilhassa Kürt olup Kürt kalmakta ısrar eden Kürtler, laikliğe ya da jakoben laikliğe karşı olan sünni dindarlar, alevilerin bir kısmı, gayri müslimler ve sosyalistler (komünistler) olduğunu çıkarsayabilirsiniz. Kurulduğu tarihlerde yeni devletin başındaki lider, kurtarıcı-kurucu olması hasebiyle ‘tek (ve birinci) adam’dı, ‘ebedi şef’ti. Her şeyi belirleyen ve dizayn eden o ve çevresi idi. Muhalefet neredeyse sıfır hatta yok hükmünde idi. Milli şeflik döneminde de bu devam etti. Şef olan iki ismin arka arkaya ülkeyi 23 yıl bir nev’i demir yumruk altında yönetmesi, devletin tüm kademelerini kendileri gibi düşünenlerin doldurması, ikisinin yetiştiği kurumun da Türk Silahlı Kuvvetleri olması nedeniyle (bir iki istisna hariç cumhurbaşkanı Turgut Özal’a kadar) cumhurbaşkanları hep asker kökenli idi ve sisteme vaziyet ediyor, kontrol altında tutuyorlardı. Bu amaçla darbeler, muhtıralar, mektuplar, andıçlar, darbe süreçleri (rot balans ayarları), e-muhtıralar gırla gitti.

Aslında daha çok şey yazılabilirse de burada bırakıyorum. Bunları niye mi yazdım? Hadi Osmanlı’yı bir yana bırakalım, önümüzdeki sene Cumhuriyet 100 yılını doldurmuş olacak. Dile kolay bir asır. Asistanlık yıllarımızda klinik eğitiminde şeflik sistemi vardı. ‘Şef’in İlkeleri’ diye biraz da esprili maddeler vardı. Onlardan biri de “Şef’in odasına kendi fikirlerinizle girer, Şef’in fikirleriyle çıkarsınız” idi. Yazının bir yerinde Cumhuriyet Türkiye’sinin kurulma döneminde “iç mihraklar” olarak tanımladığı toplum kesimlerinin geçen bir asırda başlarına neler geldi, o gün nerdeydiler, şimdi ne haldeler? diye şöyle bir baktığınızda çok şey göreceksiniz. Birçok kişi ve anlayış değişse de, bazı şeylerin öyle kolay kolay değişmediğini de göreceksiniz. O gün için dışlanan, mahrumiyete, mağduriyete uğrayan kesimlerden bir kesimin iktidara taşındığını, devlete hatta devletin en tepesine hâkim olduğu da görüldü. Fakat heyhat ne yazık ki, o günkü devlet anlayışı, zihniyeti, mantalitesi o günkü kadar olmasa da kanaatimce esas itibariyle hâlâ bütün heybeti ve haşmetiyle duruyor.

Devletin varlık gerekçesinin halk olduğunu; halkın bütün kesimlerini olduğu gibi bütün farklılıklarıyla kucaklaması gerektiğini; halkın bütün bireylerinin eşit, adil ve özgür olması yani mutluluk, huzur ve refahı için çalışması gerektiğini; sahte ya da çakma Tanrı rolüne soyunmaması gerektiğini, laik-demokratik-sosyal ve hukuk devleti olmayı bir zahmet artık başarması gerektiğini anlaması gerekiyor. Yoksa ne mi olur, aradan yine yıllar geçer, biz olduğumuz yerde sayar, sonu gelmeyen kavgalarla boğuşmaya, her geçen gün insanlarının mutsuz, umutsuz olmaya devam ettiği, hatta ülkeyi terk etmeyi bile düşündüğü, “Allah’ım aklımıza mukayyet” ol deyip “oynatmaya az kaldı, doktorum nerde?” demeye devam ederiz.

Bu yazılanlardan sonra aşağıdaki fotoğrafa dikkatlice bir bakın lütfen, ne demeye, anlatmaya çalıştığımı anlarsınız. 100 yıl sonra “az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz” demek istemiyorum FAKAT…