ÖZGÜR DÜŞÜNCELER
VII.
Türbesi Dikilecek İnsan!
Geçenlerde bir semtten geçiyordum, yol kenarında bir türbe gözüme ilişti, Anadolu’nun herhangi bir köşesinde rastlayabileceğiniz türden bilmem ne baba ya da hazretin birine ait bir türbe.
Birden aklıma bir şey gelip takıldı. Bu mezarda yatan kişi dünyada iken acaba ne yapmış da öldükten sonra üzerine türbe yapmışlar, bir nevi kutsiyet izafe etmişler. Aslında bilmez değilim, tasavvuf tarihinde veli, şeyh, kutb, gavs ismiyle anılan bu kişiler (efendi hazretleri), halk arasında keramet denilen genellikle olağan (doğa) üstü şeyler yapmakla meşhurdurlar. Kerameti kendinden menkul olanlar bir yana, müridlerini ve artık o anda orada kim varsa onları hayrete düşüren ve tasavvuf kitaplarında bolca örneklerini okuyabileceğiniz şeyler bunlar. Su ya da ateş üzerinde yürümeden tutun da bolluk bereket yağdırmaya, havada uçup mekan değiştirmeden tutun da tahta kılıçla savaşmaya kadar, akla hayale gelmeyecek ya da sığmayacak her şey. Bir nevi peygamberlere lütfedilen mucizeler misali bunlara da keramet gösterme bahşedilmiştir(!). Yahu iyi hoş da bu zatlar dünyada iken müridlerinin ya da bunlara inanan insanların ağzını açık bırakma, şaşkınlığa uğratma dışında insanın ve insanlığın hayrına ne yapmış, neler ortaya koymuşlardır Allah aşkına. Bilim, teknoloji, sanat edebiyat, felsefe adına hangi emek ve çaba gerektiren bir ürün veya katkı sunmuşlar; sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel hangi tez, yenilik, başarı öyküsü ortaya koymuşlardır. Yok. Elde var koca bir hiç. İlim dedikleri (ki çoğu tevatür, menkıbe, aslı astarı olmayan) şeyin bile kesbi (çalışıp çabalayarak) değil vehbi (çalışıp çabalamadan Allah’tan iltimas, bahşiş) olduğuna inanan, postu serip post’ta oturan bu taifeden, bir ömür çalışıp didinerek, gecesini gündüzüne katarak iyi, güzel, faydalı bir şeyler ortaya koymasını (Allah ‘insan için yalnızca mesaisi, emeği vardır – ve en leyse lil insani illa me sea derken), mesai yapıp emek vermesini beklemek, öküz altında buzağı aramak kadar beyhudedir, nafiledir. Bir de bunların bazılarına bağlıları “kuddise sirruhu – Allah sırrını (ruhunu) kutsasın” diye ne idüğü belirsiz payeler atfetmezler mi, insanın nutku tutuluyor.
İnancıma, kanaatime göre kurgan, kümbet, türbe, yatır, anıtmezar(kabir) gibi bir ölünün üstüne yapılan, yaşayanların o kişiden bir şeyler beklemesini, ruhaniyetinden yardım istemesini, dilek ve duada bulunmasını, tazim, saygı, anma için bir çeşit ritüel (ibadet-vari) hal ve hareketlerde bulunması Kur’an’ın, Tevhid’in özüne, esprisine aykırıdır ve şiddetle kaçınmak, uzak durmak gerekir. Son Elçi’nin gayet yerinde uyarısı ile “en iyi mezar, yerle bir (seviyede) olan mezardır”, belki en fazla bir mezar ve taşı yeterlidir o kadar. Ötesi sınırları zorlamadır, başka inanışlara kapı aralamaktır, şirke yaklaşmaktır, -maazallah- düşmektir.
Başa dönecek olursam, şayet ille de ölen birinin üzerine türbe yapılacaksa (ki elbette ben bunu da savunmuyorum zinhar) dünya hayatında tarih boyunca yeryüzüne, insana, insanlığa hatta tüm canlı ve cansız varlıklara geçici ya da kalıcı eserler, ürünler, buluşlar, fikirler, iyilikler, güzellikler, hayırlar bırakmış insanlar bu hakka, payeye, iltifata; kendileri ve müritleri dışında kimseye bir şey katmamış, kazandırmamış bu zatlardan daha layık, daha hak sahibidirler.
Sözümü yine Allah’ın Son Rasulü’nün bir sözü ile bağlıyayım. “Kişi öldüğü zaman amel (sevap ve günah) defteri kapanır. Üç şey devam eder. Hayırlı evlat (ya da bir insan) yetiştirmiş, yetişmesinde emek ve katkısı olmak, insanların faydalanacağı ilim (bilim) ve insan dahil bütün mahlukatın faydalanacağı eser/ler bırakmış olmak”.
Daha anlamlısı, güzeli ve ötesi var mı?