31 Aralık 2023 Pazar

2023 YILINA DAİR YEDİ NOT

29 Aralık 2023 Cuma

KİTAP OKUMA RAPORUM 2023

2023 YILI KİTAP OKUMA RAPORUM / Okunan Kitaplar (sırasıyla)

1.   5N1K Gözüyle Kur’an’a Yolculuk, Prof. Dr. Şaban Şimşek, İstanbul Tıp Kitabevleri

2.   Bilimsel Veriler Işığında Sansürsüz Cinsellik, Prof. Dr. Zeki Bayraktar, Yüzleşme Kitap

3.   Kardeşimin Hikayesi, Zülfü Livaneli, İnkılap Kitabevi

4.   Bir “Hürriyet” Hikayesi, Ertuğrul Günay, İletişim Yayınları

5.   Köse Hekim - Op. Dr. Mustafa Köseahmetoğlu, Ziya Şahin, Biyografi Net Yayıncılık

6.   Bir Aşk Masalı, Ahmet Ümit, Yapı Kredi Yayınları

7.   Fatih Başakşehir – Muhafazakâr Mahallede İktidar ve Dönüşen Habitus, İrfan Özet, İletişim yayınları

8.   Konstantiniyye Oteli, Zülfü Livaneli, İnkılap Kitabevi

9.   Kur’an’ın Mahiyeti ve Yorumu, Prof. Dr. İlhami Güler, Ankara Okulu Yayınları

10.  Siyasal İslam’ın İflası, Olivier Roy (Çev. Cüneyt Akalın), Metis Yayınları

11.  Kapıdaki Yabancı – Kemal Kelleci, Mehmet Ali Kelleci, Öncü Kitap

12.  Cumhuriyetin İlk Yüzyılı 1923-2023, İlber Ortaylı ile Söyleşi, İsmail Küçükkaya, Timaş Yayınları

13.  Memleketimden İnsan Manzaraları Şiirler 5, Nazım Hikmet, Yapı Kredi Yayınları

14.  Esir Şehrin Mahpusu, Kemal Tahir, İthaki Yayınları

15.  Murtaza, Orhan Kemal, Everest Yayınları

16.  Tarihin Kuyumcusu – Mikail Bayram Kitabı, Söyleşi: Halil Karadeniz, Elips Kitap

17.  Mesnevi, Mevlana Celaleddin Rumi (Çev. Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu), Akçağ Kitabevi (Not: 75. Sayfada bıraktım)

18.  Kaplanın Sırtında, Zülfü Livaneli, İnkılap Kitabevi

19.  Saatçi Musa, Asım Öz, Beyan Yayınları

20. 5 Seyyah 5 Hikâye – Aileden Devlete Osmanlı Hayat Modeli, Muhsin Önal, Nobel Yayınevi (YILIN EN İYİ KİTABI)

21. Sineklerin Tanrısı, William Golding (Çev. Mina Urgan), Türkiye İş Bankası Kültür   Yayınları

22.  Beden 1. Kitap – İFA (İnsanın Fabrika Ayarları), Sinan Canan, Tuti Kitap

23.  İslam’ı Doğru Anlıyor muyuz? Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Kuramer Yayınları

24.  Yeşilçam’da Bir Ömür, Yavuz Karakaş (Haz. Erhan Tuncer)

25.  Yaklaşan Kasırga, Levent Gültekin, Doğan Kitap

26.  Engereğin Gözü, Zülfü Livaneli, İnkılap Kitabevi

27.  Zeytindağı, Falih Rıfkı Atay, Pozitif Yayınları

28. Balıkçı ve Oğlu, Zülfü Livaneli, İnkılap Kitabevi

29. Akıldan Kaleme, Dr. İbrahim Doğan, Armada Yayınları

30. Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig (Çev. Kıvanç Güney), Domingo Yayınları

31. Kesin İnançlılar, Eric Hoffer (Çev. Erkıl Günur), Olvido Kitap

32. Cenneti Arayan Adam, Ziyaüddin Serdar (Çev. İbrahim Kapaklıkaya), Mahya Yayıncılık

33. Tarih Hırsızlığı, Jack Goody (Çev. Gül Çağalı Güven), Türkiye İş Bankası Yayınları

34. Yaşamak, Yu Hua (Çev. Bahar Kılıç), Jaguar Kitap

35. DAD, Selahattin Demirtaş, Dipnot Yayınları

36. Empedokles’in Dostları, Amin Maalouf (Çev. Ali Berktay), Yapı Kredi Yayınları

37. Soykırım Yalanı, Harun Yahya (Adnan Oktar), Alem Yayıncılık

38. Ardımdan Ağlama, Fatma Zehra Babürşah, Babıali Kültür Yayıncılığı

39. Nietzshe Ağladığında, Irvın D. Yalom (Çev. Esra Birkan), Ayrıntı Yayınları

40. İşaret Çocukları, Cahit Zarifoğlu, Beyan Yayınları

41. Fatih Harbiye, Peyami Safa, Ötüken Yayınları


DEĞERLENDİRME

Toplam 41 kitap okundu (Ayda ort. 3,4 kitap)

(2022’de toplam 27 kitap okunmuştu, ayda ort. 2 kitap / Üçte bir oranında arttı)

Toplam 12 254 sayfa okundu (Günlük ort. 33,9 sayfa)

(2022’de toplam 7848 sayfa okunmuştu, günlük ort. 21 sayfa / %56 oranında arttı)

KİTABIN TÜRÜ

SAYI

Roman, Hikâye

17

Düşünce, Araştırma

13

Hatıra

6

Şiir

3

Söyleşi

2

Toplam

41

Bu yıl okunan kitap sayısı geçen yıla oranla üçte bir arttı. Sayfa sayısı olarak da yarı yarıya bir artış söz konusudur. Koyu siyah ile yazılan kitaplar 9, hem koyu siyah hem de italik yazılan kitaplar 10 puan verdiğim kitaplar olup sizlere de tavsiye ediyorum. Bu yılki “En İyi Kitap Ödülü”nü genç bir tarihçi olan kıymetli kardeşim Doç. Dr. Muhsin Önal’ın çalışmasına vermeyi uygun gördüm. Zira orijinal bir konu olup emek mahsulü bu kitap okurken çok hoşuma gitti, çok beğendim. Kendisini tebrik ediyor, yeni çalışmalarını bekliyorum. Hepinizin malumudur ki, “Okumadan düşünmek yanıltır, düşünmeden okumak köreltir” ve de “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz”. Benim okumayan insanlara ne teveccühüm ne de saygım yoktur. Bir konuda bir kişi konuşacağı / konuştuğu / yazdığı vakit o kişinin o konuda ne okuyup yazdığına, emeğine, eserlerine, çalışmalarına bakıyorum. Ona göre kanaat sahibi oluyorum. Mesleği dışında okumayan, ilgisi ve bilgisi olmayan kişilere de itibar ve iltifat etmiyorum. Okumak nurdur, ışıktır, aydınlıktır. Bu en çok da ve özellikle bizim gibi “Kerim Kitap” bağlılarına yakışır. Okumaya kararlı ve istikrarlı bir biçimde devam dostlar.

29.12.2023 / İrfan Yalçınkaya




25 Aralık 2023 Pazartesi

BİR HABER & BİR ANI -7-

Bir Haber & Bir Anı


-7-


Haber


17-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu veya 2013 Türkiye Yolsuzluk Skandalı, 2013-2014 yıllarında yürütülen ve bazı kâmu kurum ve kuruluşları ile aralarında dört bakanın da yer aldığı kâmu görevlilerinin görevi kötüye kullanma ve rüşvet ile suçlandığı soruşturmalardır.

Soruşturmalar Eylül 2012 ve Şubat 2013'teki bir dizi ihbarla başlamıştır. 17 Aralık 2013 günü Cumhuriyet Savcısı Celal Kara'nın gözaltı talimatları ve ilgili mahkemelerin arama kararlarının yerine getirilmesi ile kâmuoyu tarafından duyulmuştur. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele ve Mâlî Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından gerçekleştirilen soruşturmada aralarında iş adamları, bürokratlar, banka müdürü, çeşitli düzeyde kâmu görevlileri ve 61. Türkiye Hükümeti kabine üyesi dört bakan ile üç bakan çocuğunun olduğu kişiler hakkında ‘rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık' suçlarını işledikleri iddiası yer almıştır…” *

* https://tr.wikipedia.org/wiki/17-25_Aral%C4%B1k_Yolsuzluk_ve_R%C3%BC%C5%9Fvet_Operasyonu


Anı


Üç beş yıl önce bir meslektaş abimiz, İstanbul Sabancı Öğretmenevi’nde iki eski bakanla kahvaltıya davetli olduğunu ve kendisiyle gelip gelemeyeceğimi sordu. Ben de ‘neden olmasın’ dedim ve iştirak ettim. Bakanlardan biri Van Tıplı yıllardan tanıdığım bir bakan iken, diğer bakanla ilk defa karşılaşıyordum. Üst kattaki Boğaz’a nazır terasta kahvaltımızı yaparken, söz arasında eski TOKİ Başkanı ve Bayındırlık & İskân Bakanı Erdoğan Bayraktar Beye bir soru sordum. Dedim ki; “Erdoğan Bey, müsaade ederseniz bir vatandaş olarak size bir soru sormak istiyorum?” “Buyrun, Doktor Bey” dedi. “17-25 Aralık Süreci’nde medyada yer alan ses tapeleri, görüntülerle ilgili haberler iddia edildiği gibi montaj ve dublajdan mı ibaret?”. Tek kelimeyle ve net bir cevap verdi. “Hayır, ne duydaysanız aynen doğrudur, montaj ve dublaj yoktur. Aynıyla vakidir”. Akabinde de kendisinin o güne kadar yaptıklarının yasal ve mevzuata uygun olduğunu, yargılanmak istemi ile başvurduğunu ve aklandığını ekledi.


Ve daha sonraki bir tarihte o kahvaltıda bizlere söylediği sözleri basında da yer aldı. **

Bugün 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde ülkenin gündemine bomba gibi düşen olayların 10. Yıldönümü. Geçen 10 yılda bu konuda neler olup bitti? İlgili ve meraklısı elbette bilir, bilmeyen ve bilmek istemeyenler için ise yapacak bir şey yok. Tarafgir olanların hakikat diye bir endişeleri olduğunu düşünmüyorum. Herkese ve her şeye bir gerekçe üretip bahane bulabiliyorlar. Bu dünyada yapılanlar yapan kişi/lerin yanına kar kalabilir ama Mahkeme-i Kübra (Büyük Mahkeme)’de asla. Gönül istiyor ki, bu dünyada da yanlarına kar kalmasın, misli ile ödesinler.

 

** https://tr.euronews.com/2021/08/30/17-25-aral-k-sorusturmalar-erdogan-bayraktar-n-dosyas-nda-a-dan-z-ye-ne-var 




24 Kasım 2023 Cuma

İRFAN’IN PENCERESİ’NDEN -Kırk Bir Yılın Hikâyesi 5- “Oturmuş da hayal kurar bütün insanlar gibi”

İRFANIN PENCERESİ’NDEN

Kırk Bir Yılın Hikâyesi 5

“Oturmuş da hayal kurar bütün insanlar gibi”

 

Ankara Tıp Fakültesi’nde staj derslerinin bitiminde bazen tek başına ya da birkaç arkadaşla Kızılay’a doğru bir yürüyüş yapar, Atatürk Bulvarı üzerindeki Zafer Çarşısı’na uğrar, kitap ve teyp kaseti satan dükkânlara bakardım. Yine böyle bir gün gezinirken bir şarkı kulağıma çalındı, hoşuma gitti. İlk defa duyuyordum, içeri girip o şarkının kime ait olduğunu sordum. Ahmet Kaya’ya ait bir albümden bir parça imiş, hemen parasını verdim aldım. Başlıktaki söz de o şarkıdan alınmadır. (1)

 

Memlekette 1980 yılının bir 12 Eylül sabahı yine NATO destekli bir askeri darbe daha olmuş, sağlı sollu insanlar Mamak, Metris, Diyarbekir gibi yerlerde zindana atılmış, asılmış, işkence tezgahlarından geçirilmiş, sürgüne gitmek zorunda kalmış, hayatları mahvedilmiş, toplumun üzerinden bir silindir gibi geçilmişti. Anaların yüreğine kor düşerken, 1985’de protest ya da özgün müzik sanatçısı Ahmet Kaya’ya, “Ağlama Bebeğim” diyerek yola çıkıp çekilen-çektirilen “Acılara Tutun(mak)”arak “Şafak Türküsü”nü söylerken rastladım. Sonraki yıllarda “An Gelir”, “Yorgun Demokrat”ı dinlerken, an gelir onunla birlikte zulme, haksızlık ve hukuksuzluklara kalben de olsa “Başkaldırıyor(d)um)”. Sazıyla sözüyle solo olarak seslendirdiği “Resitaller 1,2,3”e eşlik ederken, “İyimser Bir Gül” açıverdi yanaklarımda. ‘Eylül’e isyan (gibi)’ ederken, “Sevgi Duvarı”na toslayıverdim. “Başım Belada” değildi ama “Tedirgin”dim, “Dokunma Yanarsın” dediği için de “Koçero” kimdir diye sor-a-madım. “Şarkılarım Dağlara” diye seslenirken “Beni Bul” dedi demesine de “Ya Rıza Şimdi” albümünde ‘Herkes kendi işine’ deyiverdi. “Yıldızlar ve Yakamoz” altında “Dosta Düşmana Karşı” şarkılarını daha geniş kitlelere söylemeye başlamıştı ki dostları ona kulak verirken, kendilerinden farklı düşünenlere düşman olan bir güruh onu rahat bırakmadı, ‘kırdılar yüreğim(n)i, kırdılar azarlarla’,  ‘sürgünlere yolladılar sabah dörtte yağmurlarla’. (2) Bu zulme rağmen yine de “Hoşçakalın Gözüm”, ‘Ben yandım siz yanmayın Allah aşkına’ dedi. Vefatının ardından onun şarkılarını seslendiren sanatçılar “Dinle Sevgili Ülkem” dedi ama artık olan olmuştu, dinleseler ne fayda idi. Doksanlı yıllar bu ülkenin en karanlık yılları idi. Ülkesinden çok uzakta “Gözlerim Bin Yaşında”, “Kalsın Benim Davam” divana derken, başına gelenlerden ve memleket hasretinden olsa gerek sanki hepimize ‘ben çok ağladım’, “Biraz da Sen Ağla” demek istiyordu. “Ülkemde Son Turnem” adlı albümünde son şarkılarını söyledikten sonra çok genç (43) yaşta gurbette son nefesini verdi. Geçen hafta aramızdan ayrılışının 23. Yıldönümünde artık onsuz “Bir Eksiğiz”. Fani bedeni uzaklarda olsa da o artık dilimizde, gönlümüzde, şarkılarda yaşıyor. Şarkılarını dinledikçe onu hatırlıyoruz, bu ülkenin nadide bir sanatçısı, bir rengi, bir değeri olarak anıyoruz, anmaya da devam edeceğiz.

 

Gençlik yıllarımdan beri, biri kitap diğeri müzik olmak üzere iki hobim, tutkum oldu. Kitap okuma alışkanlığımı bir başka hikâyeye bırakarak müzikle olan ilişkimden, ilgimden biraz bahsetmek isterim.

 

Özel radyo ve televizyonların olmadığı dönemde devletin kontrolünde olan TRT ister istemez tek seçenekti. Radyoda Türkçe sözlü hafif müzik yani bir diğer tabirle aranjmanlar favorimdi. Merhum İlhan İrem’den Sezen Aksu’ya, Erol Evgin’den Ajda Pekkan’a bazı isimleri anıp geçelim. Şimdilerde 60’lar, 70’ler, 80’ler diye nostalji etiketiyle zevkle dinlediğimiz çeşitli sanatçıların seslendirdiği eserler o yıllarda popülerdi, dilimizdeydi.

 

Rahmetli babamın bir pikabı, pikap dolabı ve çok sayıda plağı olduğunu hatırlıyorum. Plakçalar’a 45’lik plak takıp dinlemenin ayrı bir tadı vardı. Plakların çizilmesin diye muhafazası olan kâğıt kapların hepsi ayrı bir güzellikte idi. Pikabın kolunu kaldırıp iğnesini plağa değdirdiğinizde müzikle birlikte çıkan cızırtılı sesin ayrı bir lezzeti vardı. Rahmetli Zekeriya Bozdağ’dan Bedia Akartürk’e, Nuri Sesigüzel’den Neşet Ertaş’a nice türkücünün plaklarını dinledim. Zira plakları babam alırdı ve babam da yalnızca türkü dinlerdi. Gün geldi babamın eli dara düştü, pikabı plakları ile ticaretle meşgul olup al sat yapan bir akrabamıza sattı.

 

Sonrasında plakçaların yerini kasetçalar (teyp), plakların yerini de kasetler aldı. Eğer uzunçalar (long play) değilse plağın her iki yüzünde birer eser varken, kasetin iki tarafında toplam on ya da daha fazla müzik parçası yer alırdı. Az mı kaset kopyaladım, tamir ettim, bantladım, sardım. Seksenli yıllar plak ve CD (compact disc)’lerin değil kasetlerin revaçta olduğu yıllardı. Fakültede harçlıklarımdan ya da yüksek öğrenim kredisinden arttırdıklarımla ya orijinal kaset alıyor ya kayıt yapıyor, kopyalıyor ya da kaset doldurtuyordum. Hani filanın kaseti var! diyorlar ya, bizim gerçekten kasetlerimiz vardı, zira biz kaset nesliydik. Bir ara taşınabilir kasetçalar yani walkman’im bile oldu. Ağrı’da memuriyet hayatıma başladıktan sonra radyosu, küçük televizyonu ve çift kasetçaları olan bir set aldım. Uzun yıllar kullandıktan sonra da Van’dayken göl kıyısında bahçesinde piknik yaptığımız bir aileye hediye ettim. Evlenmeden önce de radyosu, plakçaları, CD çaları ve çift kasetçaları olan Vestel Akai müzik seti almış, uzun yıllar kullandıktan sonra da Süreyyapaşa Cerrahi’de birine hediye etmiştim. Bugüne kadar satın aldığım üç yüze yakın orijinal kaseti aradan yıllar geçmesine ve kaset dönemi kapanalı çok olmasına rağmen at-a-madım, işyerindeki dolabımda hâlâ muhafaza ediyorum. Halbuki bırakın kaseti, CD’ler bile yerini önce mp3’çalarlara (ki bir tane ben de edinmiştim), mp3 formatındaki parçalar da çoğalıp zamanla Muud, Spotify gibi dijital müzik platformlarına bıraktı. Bir zamanların plak ve kaset yapım ve satış dükkanlarının bulunduğu İstanbul Unkapanı’ndaki İMÇ (İstanbul Manifaturacılar Çarşısı)’ye bile İstanbul’a yerleştikten sonra son zamanlarında uğramış, hatta birkaç CD bile almıştım.

 

Birkaç ay önce bir poliklinik hastası söz arasında gençlik yıllarımın tanınmış ve benim de severek dinlediğim sanatçılardan biri olan Edip Akbayram ile komşu olduğunu ve istersem tanıştırabileceğini söyledi. Sözünü tuttu ve bir pazar günü Kadıköy Moda’da bir kafede sanatçı ile tanışıp yüz yüze sohbet etme imkânım oldu.

 

Daha da önemlisi merhum sanatçı Ahmet Turan Şan ile bir vesileyle tanışma ve dostluk kurma şansım oldu. Halk Müziği sanatçısı ve halktan biri olan bu “özel ve güzel” insanı kaybettikten sonra ardından bir anma yazısı yazdım, bu vesileyle iki ayrı ekol olan iki büyük sanatçıyı (Barış Manço & Kayahan) da eserlerinden hareketle yâd etmeyi unutmadım. (3)

 

Kendimi bildim bileli kitap okurken, ders çalışırken, bir şeylerle uğraşırken o anki ruh halime göre seçtiğim müzik devamlı çalar, mesela bu yazıyı hazırlarken bile bilgisayarımdaki Spotify’da sanatçı Ferhat Tunç’un diskografisinden şarkılar dinlemekteydim. Okumaktan ve çalışmaktan yorulup başımı kaldırdığımda o an çalmakta olan eserin havasına göre bazen sanatçıya eşlik ederim, bazen güler bazen de ağlarım. Öyle bir zaman olur ki, Ahmet Kaya’dan (Karacaoğlan) “Şahin gibi”yi terennüm ederken, bir başka sefer de Fatih Kısaparmak’tan “Odam kireç tutmuyor”u mırıldanırım. Bazen de “Dün gece yar hanesinde yastığım bir taş idi, altım çamur üstüm yağmur yine de gönlüm hoş idi” diye bir türkü çığırırım. Bazı türkü ve şarkılar tanıdığım, sevdiğim bazı insanları ve anıları hatırlatır.


Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi Kliniği Sorumlusu olduğum dönemde edebiyat, felsefe, sosyoloji ile uğraşan isimleri çağırdığım gibi akademik yıl açılış ve kapanışlarında müzikle uğraşan tanıdığım isimleri de davet ettim, solo konserler verdiler. Bunlardan bazılarını kayda aldım ve YouTube sayfamda paylaştım. (4)

 

Gün oldu bir asistanımın düğününde babasının isteği ve ısrarı sonucu kalkıp “Avuçlarımda hâlâ sıcaklığın var” şarkısını söylerken, günü geldi merhum sanatçı dostum Ahmet Turan Şan’ın solo konseri sırasında kalkıp onun sazı eşliğinde “İki büyük nimetim var” türküsünü yorumladım. (5) Bir zaman geldi klinik şefi ve başhekim olarak haftalık Cuma toplantısında katılımcılara o günlerde dilime pelesenk olan “Elbet bir gün buluşacağız” şarkısını karaoke tarzında söyleyip sürpriz yaptım. (6)

 

Bir insanın tercih ettiği, sevdiği, dinlediği müzik çeşidi elbette ideoloji, inancı, hayat tarzı, kişişel zevki, yaş, eğitim, ülke, zaman, ortam ve daha birçok şeye göre değişiklik, çeşitlilik gösterir. Yaş dedim de gençlik yıllarımda Nat King Cole’den Elvis Presley’e, Julio İglesias’dan Enrico Macias’a kadar geniş bir yelpazede yabancı müzik ve Türkçe sözlü hafif müzik tercihim idi. Günü geldi şehrin varoşlarında, Angara’nın gecekondu semtlerinin birinde oturmamızın da etkisi ile aynı anda hem Zülfü Livaneli, Ahmet Kaya gibi protest müziğe, hem de Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur gibi arabesk müziğe birlikte ilgi duydum. Arabesk müzik konusunda bu ülkede çok tartışma yapıldı ama şunu belirteyim ki o bir dönemdi, ülkenin içinde bulunduğu koşullarla yakından ilgili idi. Köyden kente, büyük şehirlere hatta başka ülkelere yoğun bir göçün yaşandığı altmışlı yıllardan itibaren doksanlı yıllara kadar revaçta idi. Bilahare sosyoekonomik şartlar değiştikçe yavaş yavaş sahneden çekildi, nostalji olarak müzik tarihindeki yerini aldı. İkibinli yıllara doğru halk ve sanat müziği yaşımın da belirli bir olgunluğa ulaşması ile müzik tercihlerimde öne çıkmaya başladı. Bir gün “amanın ne zor imiş burçak yolması, burçak tarlasında da gelin olması” diye “burçak tarlası” türküsünü söylerken anam “nerden buldun bizim gençlik yıllarımızda söylediğimiz bu eski türküyü” dedi. İlginç bir not düşeyim. O yıllarda müzik piyasası fast food tarzı hızla üretilip tüketilen şarkılarla öylesine mezbelelik hale gelmişti ki, şovmen Beyaz bile protesto mahiyetinde bir “Türküler” albümü, Haluk Levent de “Annemin Türküleri” adıyla bir albüm çıkarmıştı. Barış Manço bile bu durumdan rahatsız olmuş olmalı ki, kanaatimce kendi tarzıyla bunlara “Müsaadenizle Çocuklar” dedi, tabii anlamak isteyene. Urfa’da Oxford olmadığı için! yüksek eğitim alamamış İbrahim Tatlıses hariç Fatih Kısaparmak (Türkü Baba’nın Kilim türküsü hâlâ bir efsanedir), merhum Burhan Çaçan, Zara, Kubat, Orhan Hakalmaz, Yavuz Bingöl gibi konservatuar eğitimi almış yeni halk müziği sanatçıları eski türkülere yeni yorumları ve yeni türküleriyle bizim nesle halk müziğini tekrar sevdirdi. Tabir caizse bit pazarına nur yağmış ve türküler yeniden keşfedilmişti. Hayatımda ağzıma damla alkol koymadığım ve doğal olarak bara da gitmediğim için “Türkü Bar” ifadesi bana hiç sıcak gelmedi. Türkülere yeniden hayat veren bu ve benzeri isimler sayesinde aşıklık geleneğinden Aşık Veysel’i, bozlak ustaları Zekeriya Bozdağ’ı, Hacı Taşan’ı, Muharrem ve Neşet Ertaş’ı, Denizli yöresinden Özay Gönlüm’ü yeniden keşfettim, mesela merhum büyük usta 'Bozkır'ın Tezenesi' Neşet Ertaş’ın bütün albümlerini “Kalan Müzik”ten aldım, dinledim. Angara’lı olmam hasebiyle bozlaklar bir yana oyun havaları (ki bu ülkede her düğün sonunda misket, fidayda çalınıp oynanması neredeyse vacip gibidir) da hatıra gelir, bu alanda merhum Oğuz Yılmaz, Ankara’lı Turgut, Mehmet Demirtaş gibi birkaç ismi zikredip geçivereyim.

 

Ahmet Özhan, Zeki Müren, Yıldırım Gürses, Zekai Tunca, Suat Sayın, Sami Aksu, Faruk Tınaz (ki sanatçının ‘Göz Göze’ albümü, eşimle ilk buluşmamız için Ankara Ulus Gençlik Parkı’na giderken Modern Çarşı’dan alıp dinlediğim tek long play plaktır) gibi sanatçılar da sanat müziğini gündemime yeniden soktu, sevdirdi. Yetmişli yıllarda Anadolu Pop ya da Rock adı verilen bir müzik akımı Barış Manço, Cem Karaca (doksanlı yıllarda Haluk Levent, son dönemde Kıraç) gibi isimlerle bizi başka alemlere götürdü, mest etti. 


Haluk Levent dedim de hem iyi bir sanatçı olup da aynı zamanda insani, içtimai sorunlara duyarlılığı, AHBAP derneği ile sosyal sorumluluk üstlenmesi onu müzisyen olan diğer sanatçılardan farklı kılan yönüdür. Bu meyanda Bosna ve Srebrenitsa Soykırımı’nı şarkı ile dillendirmesi, lösemili çocuklarla ilgilenip onlardan birine şarkı bestelemesi, bu yılki Güneydoğu depreminde depremzedelere yardım organize etmesi ve en son bir konserinin tüm gelirini siyonist itrail’in 2023 Gazze Katliamında yaralanan çocukların tedavisi için Filistin’e bağışlaması takdire şayandır. (7-9)


Bu arada piyano ile icra edilen taverna müziğini ve Ümit Besen, Ferdi Özbeğen, Cengiz Kurtoğlu gibi önde gelen temsilcilerini de zikretmeden geçmeyeyim. Klasik Batı yani Senfonik Müzik kasetlerim hatta koleksiyonum olsa bile çok dinlediğimi söyleyemem, ne bileyim bana bir türlü hitap etmedi, edemedi. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında TSM ve THM geri plana atılıp bahsi geçen müzik türü çağdaşlaşma, batılılaşma adına devlet eliyle ve olanaklarıyla halka aşılanmaya, beğendirilmeye çalışılmışsa da pek bir mesafe alınabildiğini zannetmiyorum, demek ki “zorla güzellik olmuyor”. Hafif müzikte doksanlı yıllardan itibaren bir canlanma oldu, kalite yükseldi, bu mealde Kayahan, İlhan İrem (benim nezdimde ayrı ve özel bir yeri olan bu nadide sanatçıyı vefatının birinci yıldönümünde Aşiyan Mezarlığı’ndaki kabrini ziyaret ettim), "'güllerin içinden' çıkagelen" MFÖ, "öyle bir geçer zaman ki' merhum Erkin Koray gibi eski isimler yollarına devam ederken yenilerden Tarkan, Rafet el Roman, Soner Arıca, Baha, merhum Harun Kolçak gibi beğenerek dinlediğim birkaç ismi sayabilirim. Fantezi müzik türünde de merhum İbrahim Erkal’ın ismini anmak isterim.

 

İslami kesimde ise ilahiler öteden beri varken seksenli yıllarda davul ve def’in eşlik ettiği bant tiyatrolarından sonra ezgi ve marş türü çalışmalar öne çıktı. Eşref Ziya Terzi, Ömer Karaoğlu, Taner Yüncüoğlu, Adil Avaz, Erdoğan Akın, Osman Eriş gibi önemli temsilcileri olan ezgiler, zamanla Aykut Kuşkaya gibi gitarla icra edilen şarkılara evrildi. Sonrasında şiir öne çıktı ve özellikle İbrahim Sadri geçmişe öykünen, esintiler getiren nostaljik şiirleriyle ortalığı kasıp kavurdu, “Adam Gibi” albümüyle milyon satışı geçerek ülkemizde tüm zamanların en çok satan şiir albümü rekorunu kırdı. Bedirhan Gökçe’yi de güzel şiir okuma meyanında anmak lazım gelir. Seksenli yıllarda sol cenahta Ozan Mahzuni Şerif, Zülfü Livaneli (aslında 70’li yıllarda efsane idi, 80’li yıllarda da etkisi sürdü, son yıllarda ise müzisyenliğine ilave olarak romanlarıyla da adından söz ettirdi), Ahmet Kaya, Edip Akbayram gibi isimleri, sağ cenahta da Ozan Arif’i, Hasan Sağındık, Uğur Işılak’ı kendi hesabıma anabilirim. İslami düşünceyle fakülte yıllarımda karşılaştığım dönemde saz çalma hevesine kapılmıştım. Rahmetli babam da beni kırmamış, bir akrabamızın dükkanından saz alıvermişti. O dönemlerde tarikat çevrelerinde gezindiğim ve bu tür çalgı aletlerine, genel olarak müziğe sıcak bakılmadığı için zamanla bende heves kalmadı. Saz duvarda öyle asılı kaldı. Bir iki defa özel ders alsam ve kursa da katılsam her nedense olmadı bir türlü, belki de bende yeterli istek ve yetenek yoktu. Hadi beni geçelim. Yetmişli yılların sonunda İslam’a ihtida eden İngiliz pop & rock sanatçısı Cat Stevens bile sadece ismini değiştirmekle kalmadı (Yusuf İslam adını aldı), müziği bile bırakıverdi. Yıllar sonra gitarı eline tekrar aldı ama artık çok geçti ve eski hava yoktu. Saz bu ülkede özellikle alevi kesimin simgesel çalgı aleti olmuştur. Alevi deyişleri, nefesleri, semahları sazla icra edilmiştir. En iyi saz ustaları genellikle onlar arasından çıkmıştır. Merhum Ali Ekber Çiçek, Arif Sağ, Musa Eroğlu (merhum şair Abdurrahim Karakoç’un “Mihriban” şiirine yaptığı beste efsanedir), Güler Duman, Kıvırcık Ali merhum bu bağlamda severek dinlediğim birkaç isimden biridir.

 

Tam yeri gelmişken burada bir parantez açıp ‘İslam ve müzik’ konusunda bir iki kelam etmek istiyorum. Dini müzik deyince öteden beri akla hemen ilahiler gelir, mistik (tasavvufi) müzik de buna ilave edilebilir. Bu sadece İslam’a has değil bütün dinler için söz konusudur. Benim burada bahsetmek istediğim bundan ziyade, İslami düşüncenin müzikle ilgisi, ilişkisi nedir, ne olmalıdır? Burada muradım bir ilmihal, fıkıh tartışmasından ya da fetva vermekten başka bir şeydir. Talebesi olmakla iftihar ettiğim merhum Ercümend (Özkan) ağabeyle bir gün bürosunda otururken kendisine bu konuyu açtım. Demişti ki; “Müzikle icra edilen şeyler İslam akidesine zıt olmamak ve helal-harama riayet etmek şartıyla her müzik caizdir, meşrudur”. Bu konuda da çarpıcı bir iki örnek verdi. “Mesela meşhur bir alevi türküsünde der ki; ‘Musa ile Tur Dağı’nda, Ali’yi gördüm Ali’yi’. Bu İslam inancına, itikadına ters düşer, zira Ali’yi bir peygamber gibi tasavvur ediyor. Bir diğer örnek de helal haram konusunda vereyim. Bir türküde der ki; ‘Halime’yi samanlıkta bastılar, şalvarını gül dalına astılar, gecesini bin beş yüze kestiler, elde bade belde şalvar oynar’. Bu da İslam’ın haram helal ölçüleri açısından sorunlu, haya edep sınırlarını aşan bir durumdur”. Müzikte ölçü konusunda ben de onunla aynı düşünüyorum. İslam itikadına ve de helal haram kriterlerine aykırı bir şey yoksa müzik helaldir, meşrudur, islamidir, en azından mübahtır. Her türlü çalgı aleti de mübahtır, meşrudur zira önemli olan o aletlerle neyi icra ettiğinizdir. Bir örnek vermek gerekirse cinsellik tabii, fıtri (yaratılışla ilgili) olup bizatihi ne iyidir ne kötüdür. Esasta cima ve zinanın her ikisi de aynı tür fiil olmasına rağmen İslam düşüncesine göre cima helal iken, zina haramdır. Nezih, iyi, güzel, hoş, hayırlı, faydalı her tür duygu ve düşünce neden müzik yoluyla da ifade edilmesin ki?

 

Rahmetli Barış Manço şarkılarının bir kısmında öyle güzel değerleri işledi ki (Halil İbrahim Sofrası, Dıral Dedenin Düdüğü, Hemşerim Memleket Nire gibi) bunların altına imza atmayacak bir insan ve müslüman düşünemiyorum. Bu değerlerle yetişen bir çocuk “Adam Olacak Çocuk” iken, bu değerleri al-a-mamış bir çocuk kanaatimce “7’den 70’e” de gelse adam olmaz, adamlıktan nasibini alamaz. O yüzden bir ara “Barış Manço ve Çocuk” adıyla bu tür şarkılarını toplayıp çocuklarıma dinlemelerini sağlamak, değerler eğitimini bu yolla yapabilmek için bir albüm çalışması bile yapmıştım. (10) Sol, sosyalist şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiiri ve Ahmet Kaya’nın bestesi olan “Amenna”nın şu sözlerine sol, sosyalist olmasak da bir insan, bir müslüman olarak “Amenna, Âmin” dememek mümkün mü? “Yaşayanlar bir gün ölür / Bir gün ölür elbette / Ağaçlarla balıklarla / Kuşlarla ben amenna / Ağlayanlar bir gün güler / Bir gün elbette / Uyanmakla anlamakla / Bilmekle ben amenna / Kısa çöp uzun çöpten / Hakkını alır elbette / Direnmekle güvenmekle / Barışla ben amenna”. (11)

 

Son yıllarda dizi ve film müziklerinde seviye iyice yükseldi. Yeşilçam Filmleri müziklerinin tanınmış efsane ismi Cahit Berkay’dan sonra Kıraç, Toygar Işıklı gibi isimler de sahnedeki yerini aldı. Hele -kanaatime göre- bu ülkede senaryo, oyunculuk, kostüm, mekanlar açısından tüm zamanların en iyi tarihi filmi (tek favori dizimdi aslında) Muhteşem Yüzyıl ve devamı olan Kösem dizilerinde Aytekin Ataş, Soner Akalın ve Fahir Atakoğlu’nun bestelerinden oluşan dizinin müzikleri de muhteşem idi.

 

Türk Sanat Müziği dedim de hatırıma okuduğum ve çok beğendiğim bir hikâye kitabı geldi. Türk hikayeciliğinin usta kalemlerinden olan Mustafa Kutlu (ki kendisi ile tanıştım, hemen hemen bütün hikayelerini okumuşumdur) bu hikayesinde; “kimi zaman güldüren çoğu zaman da hüzünlendiren musikişinas bir baba-oğulun hikâyesini, okuyanların yüreğine dokunacak şekilde anlatıyor. Hayal kırıklıkları karşısında sonu gelmeyen tiren yolculuklarına çıkan Kenan ve yolculukta onu yalnız bırakmayan oğlu Sadullah... Gerisi ise istasyonları doldurup boşaltan yolcular misali hayatlarına girip çıkmış insanlar… Değişmeyen şeyler de var elbette: Yanlarından ayırmadıkları keman ve dillerinden düşürmedikleri şarkılar. Ellili yılların havasını taşıyan bu şarkılarla Yeşilçam filmi tadındaki hikâyenin” sonunda koca adam olmama rağmen kendimi tutamayıp hüngür hüngür ağlamıştım. (12) İlk ve tek kitabım olan “Benim Yolum”da bugüne kadar bildiğim, dinlediğim ve beğendiğim müziklerden örnekler, alıntılar yaparak anı kitabımı onlarla bezeyip süslemiş, daha rahat ve zevkle okunabilecek hale getirmeye çalışmıştım. (13)

 

Hani şair Bedri Rahmi Eyüboğlu “Türküler dolusu” şiirinde der ya, “…onlarla ağlamışım, onlarla gülmüşüm / …dilimizin tuzu biberi, memleket ahvalini onlardan sor, kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen’i, öleni, kalanı, gidip gelmeyeni / …kiminin reyhasından geçilmez, kimi zehir, kimi zemberek gibi…”. (14)

 

Ben de sadece türküler için değil bütün müzik türleri için aynısını söylüyorum. Müziksiz bir dünya hatta cennet bile düşünemiyorum. Doğumdan ölüme değin müzik olmasa hayatımız tatsız tutsuz, yavan, sıkıcı bir şey olurdu. İnsanın estetik yönünü ve duygularını müzikten daha güzel ifade eden bir şey olduğuna inanmıyorum. İnsanın sesi (hatta tüm canlıların sesi) varsa müzik de vardır ve en güzel müzik de insan sesidir.

 

Her şey bir yana perküsyon sanatçısı Okay Temiz’in Derviş albümünden “Dervish Service/Dervişin zikri” parçasında ney ve tabiat sesleri eşliğinde terennüm ettiği ezanı ve yine rahmetli Barış Manço’nun enstruman olmaksızın seslendirdiği “Bahçede hanımeli” çalışmalarını bir dinleyin, emin olun bana hak vereceksiniz. (15,16)

 

Kaynaklar:

 

1.      Potbori (Fabrika kızı, Cama çıkma cama, Fabrika önü), Bora Ayanoğlu & Ahmet Kaya, Şafak Türküsü albümü, 1986, https://www.youtube.com/watch?v=g111dN-uAvY

2.      https://www.internethaber.com/ahmet-kayayi-linc-edenlerin-listesi-178712h.htm

3.      Sazımız Sözümüz Var Bizim, Prof. Dr. İrfan Yalçınkaya, Akademik Akıl, 04.02.2022, https://www.akademikakil.com/sazimiz-sozumuz-var-bizim%ef%bf%bc/irfanyalcinkaya/

4.   https://www.youtube.com/@irfanyalcinkaya9151/videos

5.     https://www.youtube.com/watch?v=pf-ss2IvnOQ&t=89s

6.     https://www.youtube.com/watch?v=l4MJVo3a8ro 

7. Srebrenitsa Soykırımı’nın 22. Yılı - https://www.youtube.com/watch?v=sSF9RF5lBQQ&t=15s

8.     Elfida – Haluk Levent, https://www.youtube.com/watch?v=lWlsGAoPi2o

9.  Sanatçı Haluk Levent Gazze Destek Konseri’nde - İrfan Yalçınkaya, https://www.youtube.com/watch?v=JT4s3WaAJZw&t=61s

10.     Barış Manço 2023, https://www.youtube.com/watch?v=3uY9zMbBYjg

11.     https://www.youtube.com/watch?v=ht8TZkudoaU

12.     Tirende Bir Keman, Mustafa Kutlu, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2015, https://www.kitapyurdu.com/kitap/tirende-bir-keman/359557.html

13.    Benim Yolum – Tababet san’atının icrası ile geçen 35 yıl, Prof. Dr. İrfan Yalçınkaya, KDY, 2. Baskı, İstanbul, 2023; https://www.kitapyurdu.com/kitap/benim-yolum/602498.html&filter_name=benim+yolum

14.    https://www.youtube.com/watch?v=UNPLYrRuyvQ

15.    https://www.youtube.com/watch?v=ZIOWXlm6bVE

16.    https://www.youtube.com/watch?v=De4GY0ZIpT4