26 Mart 2021 Cuma

İRFAN’IN PENCERESİ’NDEN - İki Dost - Bir “Temel İçgüdü” ve “Doğumdan Ölüme” Cinsellik (1)

İRFANIN PENCERESİ’NDEN

 

Yıllar önce, geçtiğimiz ay yitirdiğimiz merhum Psikoloji Profesörü Doğan Cüceloğlu’nun “anlamlı ve coşkulu bir yaşam için Savaşçı” isimli kitabını okumuştum. Beğendiğim bu kitap aynı zamanda bana ilham kaynağı da olmuştu. Kitapta yazar, bir konferansı sonrası kendisi ile tanışıp konuşmaya gelen Arif Bey isimli bir öğretmen ile çeşitli konuları karşılıklı sohbet havasında soru cevap şeklinde ele almıştı. Yazar bu yolla, diyaloglar ve örneklerle ele aldığı konuları okuyucuyu sıkmadan daha iyi anlatabilmeyi amaçlamıştı. Ben de bundan hareketle ele almayı düşündüğüm bazı konuları bu formatta işlemeyi düşündüm. “İki Dost” başlığı altında “Tanışma” bölümünden sonra “milliyetçilik” konusunu ve “üniversite yıllarında tanışan bir grup dindar gencin hikâyesi”ni yazmaya çalıştım. Bu başlık altında bu kez hayli zaman önce sonuç kısmı hariç büyük ölçüde yazımını tamamladığım cinsellik konusu ile ilgili serinin ilk kısmını paylaşmak ve bilahare devam etmek istiyorum.

Umarım istifade eder, beğenir, paylaşır, olursa soru ve katkılarınızı esirgemezsiniz.

 

İki Dost - Bir “Temel İçgüdü” ve “Doğumdan Ölüme” Cinsellik (1)

 

Sahilde bir süre yürüdükten sonra, Kız Kulesi’nin karşısına denk gelen banklardan birine oturduk. Bir müddet konuşmadan, denize dalıp çıkan martıları, boğazdaki kayıkları, gelip geçen gemileri seyrettik. Etrafta bir canlılık vardı. İnsanlar sahildeki banklara ya da kıyıya yakın serilmiş minderlerin üzerine oturup bir yandan büfelerden çay, meşrubat, simit, tost alıp denizi, dalgaları seyrediyor, diğer yandan yanındakilerle konuşuyorlardı. Hemen karşımızdaki Kız Kulesi, Üsküdar’da Bizans döneminden kalma tek eser olup, M.Ö. 2475 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahipti. Kule, Üsküdar’ın ve hatta İstanbul’un sembollerinden biri idi. Sohbette ilk sözü ben aldım.

Selçuk abi, dedim. Sizinle bugün oldukça geniş, değişik boyutları olan ve aynı zamanda ele alınması oldukça netâmeli bir konu olan cinsellik konusunu konuşmak istiyorum. Sözlükte “erkeklik ve dişilik olarak canlı varlıkların cinsel özelliklerinin tümü” olarak tanımlanan cinsellik (seksüalite) terimi zor ve sıkıntılı bir konudur. Zira insanın özel alanına karşılık gelmekte olup gizlilik, saklılık özelliğine haizdir, mahrem tabiatından dolayı da konuşulması güçtür, ayıplanma endişesi ve utangaçlık da vardır işin içinde. Üstelik bir yandan da yanlış anlaşılma, cinsellik konusunda ‘batılı tanımlayıp tasvir ederken, saf, temiz zihinlerin ifsad olabilme’ ve tabir-i caizse ‘eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürme’ tehlikesi de vardır. Bu konuda günümüzde fert ve toplumda bolca malûmat olmasına karşın çoğu zaman sağlıklı bilgi olmadığı gibi enformatik cehalet düzeyinde abartılı ve gerçek dışı bilgiler, yanlış kanaatler ve bol miktarda şehir efsanesi mevcuttur. Bu sebeple olumlu veya olumsuz anlamda tepkilerle, eleştiri ve itirazlarla karşılaşmak da ihtimal dahilindedir. Fakat insanın bütün özellikleri gibi cinsellikle ilgili yönü de yadsınamaz, yok sayılıp görmemezlikten gelinemez değil mi?

Arif Bey, ard niyet ve suistimal olmadıktan sonra insana, hayata dair her konu gibi insanın en temel içgüdülerinden biri olan bu konu da ilmi ve seviyeli bir biçimde ele alınabilir, hatta alınmalıdır da, dedi. Zira cins, cinsiyet ve cinsellik canlı varlıklar için söz konusudur. Doğumla başlar (hatta anne ve baba, ana rahminde iken bile çocuklarının sağlıklı olması yanında cinsiyetlerini de merak ederler) ve ölümle biter.

Cinsellik nedir diye bir soru sorulduğunda [çoğu kez cinsellikle ilgili konuşmaktan, yazmaktan hatta dinlemekten çekinirken, bunları yapanları eleştirirken cinsellik denildiğinde ne anladığımız çok önemlidir. İlk akla gelen, anatomik cinsiyetimizdir. Oysa, biyolojik olarak cinsel organlar ve hormonlarla belirlenen cinsiyet, cinselliğin sadece bir parçasıdır. Cinsel organlar ve hormonlarla ilişkili olan üreme, cinselliğin diğer bir parçasını oluşturur. Çocukluk döneminde gelişmeye başlayan cinsel kimlik, cinselliğin önemli bir bölümüdür. Ayrıca, cinselliğin amaçlarından biri de haz almaktır. Bedensel temasın getirdiği haz duygusu da, cinselliğin içindedir. Cinsellik, kişinin fiziksel yapısını, kendisi ile ilgili yargılarını, seçimlerini, diğerleri ile ilgili neler düşündüğünü ve tüm bunların yaşadığı çevre içerisinde ne anlama geldiğini kapsamaktadır. Yani cinsellik kişinin kadın ya da erkek olmasından ve seksten daha çok şeyi ifade eder] diye de cevap verilebilir. (1)

Evet dedim ve ekledim. Cinsellik denince akla günümüzde yaygın bilinenin aksine sadece cinsel münasebet (ilişki) gelmemeli, zira fizyolojik, psikolojik, sosyal, kültürel, siyasal, dinsel ve hatta ne yazık ki iktisadi yönleri bile olan cinsellik bu kadar dar bir alana indirgenemez. Cinsellik konusu oldukça geniş derken, insanın ruhsal-cinsel (psikoseksüel) gelişimini, cinsel kimlik oluşumunu, erkek ve kadın cinselliğini, sağlıklı bir cinsel yaşamı, cinsellikle ilgili hastalıkları, cinsel sapkınlıkları, cinsel suçları ve daha birçok konuyu kastediyorum. Doğumdan ölüme kadar süren dünya hayatımızda cinsellik de bu hayatın bir parçası, hem de önemli parçası olup hayatımızın diğer alanlarıyla da yakından ilişkilidir.

Elbette Arif Bey, Yaradan’ın insanı (ki aslında tüm canlı varlıkları fakat burada konumuz insan) iki farklı cinste yaratmasıyla başlayan hayat, diğer boyutları yanında cinsellik boyutuyla da dikkate değerdir. Asıl yurdunda, yaşanacak asıl yer olan cennette yaratılan ve yaşatılan insan, erkek olsun, kadın olsun, aynı özden olup fiziki, hissi ve ruhi açıdan birbirini tamamlar, bütünler özelliktedir. Cennette türlü nimetler içinde iken şeytanın aldatması (nefsine uyması) sonucu, çıplaklığının farkına varıp örtünmüştür. Zaten özünde olan mahremiyet duygusunun bilincine varmış, Rabb’ine tevbe ile yönelmiştir. Tevbesi kabul edilip imtihan gayesi ve de Hikmetullah gereği bir süre yaşayıp konaklayacağı yeryüzüne inmiş, burada çoğalıp yayılmıştır. Neslin devamı da kadın ve erkek arasında, karşılıklı sevgi ve rızaya bağlı aile bağı ile kurulup, çocukların da bu ortamda korunup yetiştirilmesi yoluyla sağlanmıştır.

Peki, dedim. Hakkında sayısız kitap yazılmış, araştırma yapılmış, tarih boyunca insanların gündeminden düşmemiş ve “haz odaklı yaşayan günümüz insanı”nın takıntılı ve saplantılı bir şekilde dünyevi hayatının merkezine yerleştirdiği bu cinsellik konusuna sağlıklı ve özellikle bir müslümana yakışır bir şekilde nasıl bakmalıyız? Konuyu bütün yönleriyle olmasa bile (zira bu sohbetimiz vakit açısından buna elvermez ve birikim yönünden de yetmez) önemli bazı yönleriyle tartışmaya açmaya, bir bakış açısı (perspektif) geliştirmeye, insan olarak, müslüman olarak bilgi, tavır ve tutumlarımızı gözden geçirmeye ne dersiniz?

Dilersen, sözüme sözlerin en güzeli olan Kur’ân’la başlayayım. “Allah sizi tek bir candan (cevherden, maddeden) yarattı. Kendisine ilgi duyup, ona meyletsin, onunla durulup yatışsın diye de ona aynı özden eşini de yarattı. Zamanı gelip de eşine sarılıp, örtüp bürüyünce eşi de bir yük yüklendi ve bununla bir süre gezindi. Nitekim yükü ağırlaşınca, eşler Rableri olan Allah'a şöyle dua ettiler: "Rabbim bize kusursuz bir çocuk bahşedersen, andolsun sana çok şükredenlerden olacağız!” (Kur’an; 7/189)

İnsan, uzvi (bedeni) ihtiyaçlar ve içgüdüler sahibi bir varlıktır. İşte bu içgüdü (sevk-i tabii)lerden biri de cinsiyet (nev’i) içgüdüsüdür. Cinsellik yalnız insanların değil, hayvanların ve bitkilerin de hilkatlerinde bulunan bir içgüdüsel özelliktir. İnsan, hayvan ve bitkiler iki cinsten; dişi ve erkekten oluşmaktadır. Böyle olmasının sonucu da üremeleri, soylarını devam ettirmeleri mümkün kılınmıştır. Cinsellik içgüdüsü, insanın diğer cinse ilgi duyması şeklinde tezahür eder. Belirtileri şefkat ve şehvettir. Annesi, kızı, kızkardeşi gibi karşı cinsten olanlara şefkat gösterirken (göstermesi gerekirken), diğerlerine şehvet tezahürleri gösterir (gösterebilir).

Cinsiyet içgüdüsünün de diğer içgüdüler gibi müşterek özellikleri ikidir. Birincisi; bu içgüdüler doyurulmazlar ise insan ölmez, fakat huzursuz olur. İkincisi; bu içgüdülerin uyarıcıları ise bedeni ihtiyaçlarınkinden farklı olarak içten değil, dıştandır. Yani, insanın dışındaki bir varlık uyarıcıdır.

Bedeni ihtiyaçlar ve içgüdüler insanda doğuştan bulunduğuna, bunların da insanı, kendilerini doyurmak için harekete sevkettiğine göre hâsıl olacak ilişkilerin tabiatlarına uygun bir düzenlemeye gidilmesi zarureti karşımıza çıkıyor demektir. Bu düzenlemede ister istemez bedeni ihtiyaç ve içgüdülerin yaratılışındaki kendilerinden ayrılmaz özellikleri zaruri olarak göz önünde bulundurulacak ve düzenleme buna göre yapılacaktır. Aslolan, bedeni ihtiyaç ve içgüdülerin soyut olarak doyurulmaları değildir. Yani “kiminle ve ne surette olursa olsun cinsellik içgüdüsünü doyur” anlamında bir doyurma söz konusu olmamak gerekir. Bir diğer ifade ile insan cinsellik içgüdüsünü cîma ile de, zîna ile de doyurabilir. Cîma ve zîna görünüşü itibariyle benzer bir fiil olsa da, esas olarak farklıdır. Cîma, nikâhlı (evli) olan bir kadın ve erkeğin (karı kocanın) cinsel temasını ifade edip meşru ve helal iken; zîna, evli olmayan bir kadın ve erkeğin cinsel temasını ifade eder, gayri meşru ve haramdır. Elbette burada nikâh evlilik, helal haram, meşru gayri meşru kavramları İslam Hukuku(Şeriatı)na göre tanımlanmıştır. İnsan tabiatının taşıdığı özellikler, bir rastgelelik içinde doyurulamazlar. Doyurulurlar ise ne olur? Elbette yine doyurulmuş olurlar. Fakat bu tür bir doyurma, içgüdülerin tabiatı göz önünde bulundurulmadan gerçekleştirilecek bir doyurma olacağından bir takım aksamalar, bir özel ifade ile “doyumsuzluklar” doyumla beraber bulunacaktır. Bu demektir ki bu tür bir doyurma, doyurulanın tabiatına-gerçeğine uygun bir doyurma olmayacak ve tatmin olması gereken insanın sonuçta “huzursuzluğu” söz konusu olacaktır. Bedeni ihtiyaç ve içgüdülerin gerçek doyumu, bunların hem fiziki anlamda doyurulması, hem de sonunda “huzur”un bulunması ile mümkündür. Bu ikisi birden gerçekleştiği takdirde, gerçek doyurma söz konusudur. Huzur da ancak İslam’dadır ve ancak İslam ile sağlanabilir. (2)

“O’nun (Allah’ın) ayet(işaret, delil)lerinden biri de, size kendi cinsinizden, kendileriyle huzur duyacağınız eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için ibretler vardır” (Kur’an; 30/21) diyerek sözümü bağlayayım, dedi.

Boğazın yukarı, Karadeniz tarafından gelen hafif, tatlı bir esinti vardı. “Çay ister misiniz” diye yanı başımızda bir ses duyduk. “İki çay, lütfen” deyip sıcak çaylarımızdan birer yudum alırken ben sohbete kaldığımız yerden devam ettim.

Doğuştan gelen az da olsa fiziksel anormallikler bir yana bırakılırsa her insan doğduğunda kız ve erkek olmak üzere bir cinsiyete ait olarak doğar. Doğduğu günden itibaren annesinin-babasının ve/veya büyüklerinin ilgisi, eğitimi ve koruması altında gelişir. Bedeni ve akli melekeleri geliştikçe kendi vücudunu keşfeder, yavaş yavaş karşı cinsi ayırt eder, giysileri, oyunları farklılık gösterir. Ailede ve çevresindeki yetişkin örnekleri görerek cinsel davranışlarında “rol model” imkânı bulur. İlgi ve merakını gidermede arkadaşları, sokak, okul ve kitle iletişim araçları da olumlu veya olumsuz anlamda devreye girer. Bu nedenle her yaşta fiziki ve ruhi anlamda cinsel gelişimin sağlıklı oluşabilmesi için ilgi ve bilgiye ihtiyaç vardır. Bunun sağlanabilmesi anne, baba ve çocukla ilgilenen diğer büyüklerin üzerine bir vazifedir. Bu ilgi ve destek, doğduğu andan itibaren başlar. Sağlıklı doğan bir çocuk cinsiyetine uygun bir tarzda yetiştirilip sorduğu sorulara, aklına takılanlara, yaşına uygun, ihtiyacı kadar, anlayabileceği şekilde cevap verilmelidir. Mahremiyet anlayışı kazandırılırken salt cinselliğin içgüdü anlamında ayıp, günah, çirkin olarak gösterilmesinin anlaşılabilir bir tarafı da elbette olamaz. (3)

Kaldı ki, dedim. İnsanın kadın olsun erkek olsun cinsellikle ilgili fiziki özellikleri onun doğasının olmazsa olmaz bir gereğidir. Çocuğun ergenlik dönemi öncesi bu konuda merak ve ilgisi, sokağa ve medyanın kontrolsüz haber bombardımanının insafına bırakılmamalıdır. Bilinen ve gerçek anlamıyla cinsel kimliğini ve kişiliğini hormonların etkisi ve fiziksel anlamda bir noktaya geldiği için ergenlik döneminde kazanmaya başlar. Ergenlik döneminde diğer fiziksel ve ruhsal gelişim kadar, cinsel kimliğin de sağlıklı biçimde gelişebilmesi için aileye ve okula ciddi görevler düşmektedir. Erkek olsun, kız olsun bu konularda sağlıklı bilgi alabileceği kişilere ve kaynaklara rahatlıkla erişebilmelidir.

Cinsellik konusunda sağlıklı ve yeterli bilgi kaynağı dedim de, evlenip çocuklarımız da olduktan sonra bu konuda büyük bir boşluk olduğunu iyice fark ettim.  O yıllarda bilgisayar ve internet hayatımıza daha yeni yeni girmişti. Bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda ise bu konu bir tabu idi. Babalarımız bu konuda hemen hiç konuşmazdı, hoş, onların da bu konuda bilgileri geleneksel ve sınırlı idi, neyi nasıl anlatacaklardı ki, zaten biz de aldığımız ananevi terbiye gereği bir şey de soramazdık. Tek kanallı, süresi kısıtlı ve siyah beyaz televizyon evlerin baş köşelerine yeni kurulmuştu. Ağırlıklı ABD dizi ve filmlerinde kadın erkek el dudak temasında herkes başını bir tarafa çevirir, evin babası hafiften bir öksürürdü. Cinsellik konusu ne tv’de, ne de okulda işlenmezdi. Ortalıkta o yıllarda (70’li, 80’li yıllar) Tan gibi cinsellik istismarı yapan gazeteler!, müstehcen dergiler ve de ağırlıklı erotik filmler gösteren ve müstehcen sahneleri erotik filmler arasına sıkıştıran sinemalar vardı. Doksanlı yıllarda renkli ve özel tv’ler dahil çok kanallı uydu tv’ler yayına başladı. Özel tv’lerde gece yarısından sonra kırmızı noktalı filmler yayınlandığı gibi video cihazından sonra videokasetler piyasada arzı endam etti. Bilgisayar yaygınlaştıktan sonra disket, CD ve DVD’ler devreye girdi. Ve internet bütün hepsini neredeyse silip süpürüp sınırlama ve kısıtlamaları kaldırdı, herkesin erişimine açtı. Bir gün kitapçıda gezinirken aradığım o kitabı buldum. Kitap, bir konu hariç bütün konuları bilimsel, pedagojik ve hemen herkesin anlayabileceği bir şekilde ele almıştı. Bu kitabı çocuklarıma okumaları için hediye ettiğim gibi yeni evlenen tanıdığım kişilere de evlilik hediyesi olarak da vermeye çalıştım. Kitabın yazarı ile de yıllar sonra tanıştım ve kitabı konusunda tebrik ve takdirlerimi ilettim. Eksik kalan konunun “cinsel sapmalar ve korunma yolları” olduğu bilgisini de kendisiyle paylaştım. (4)

Önsözünde [çocukların ve gençlerin cinsel eğitiminden birinci derecede sorumlu aileler ve eğitim kurumlarıdır. Kültürel yapımız nedeniyle hem ailelerde cinsel konular konuşulamamakta hem de ebeveynlerin önemli bir kısmının bu konularda eğitimleri yetersiz kalmaktadır. Eğitim kurumlarında ise cinsel eğitim uygulamaları henüz deneme aşamasındadır. Neticede çocukların ve gençlerin cinsel konulardaki bilgilerinin kaynağı medya, pornografik materyaller ve arkadaşlardan öğrenilen kulaktan dolma bilgiler olmaktadır. Bu kaynakların ise sağlıklı cinsel bilgi ve eğitime katkısı bir yana zararlarından korunmak için çareler aranmaktadır. Kitapta cinsel eğitim, bedensel, ruhsal, toplumsal ve ahlaki yönleriyle anlatılmıştır. Buluğ dönemindeki çocuklara, gençlere, evli çiftlere, ebeveynlere ve eğitimcilere bilimsel doğruları içeren kaynak bir kitap olması arzulanmıştır] diyen yazarın bu kitabını okumanızı, okutmanızı ve mümkünse hedef kitleye hediye etmenizi tavsiye ederim, dedim.

Arif Bey, İslam’ın cinsellik konusunda çizdiği çerçeve, sunmuş olduğu perspektif bilhassa gençlere güzel ve uygun bir biçimde kazandırılmalıdır. Evlilik öncesi ve evlilik dışı bir cinsel birlikteliğin söz konusu olamayacağı net, açık ve seçik belirtilmelidir. Bunun dışında, ister hemcinsleriyle ister karşı cinsle, cinsel yakınlığı içermeyen ve elbette zinaya yaklaştırmayan bir arkadaşlığın doğal ve elzem olduğu vurgulanmalıdır. İletişim araçlarının her türü vasıtasıyla vıcık vıcık bir cinselliğin kol gezdiği; özgürlük, serbestlik adına her türlü pespayeliğe, seviyesizliğe ses çıkarılmadığı; tutunacak bir ahlaki ilke, bir dal bırakılmadığı; dondurmadan cipse, parfümden kot pantolona, arabadan kolalı içeceğe kadar her üründe, her konuda cinselliğin reklam ve satış amacıyla kullanıldığı; kapitalist yaşam tarzının beş duyuya hitap edip her şeyi ve herkesi tükettiği, haz odaklı bir yaşama ve tüketime çağırdığı bir ortamda, bu husus ayrıca hayati bir önem kazanmaktadır. Nikâh düşebilecek erkek olsun kız olsun gençlerin mümkünse ve özellikle baş başa, yalnız kalmamaları gerektiği hususunda üçüncülerinin şeytan (nefsin menfi arzu ve istekleri) olabileceği hatırlatılmalıdır. Fiziksel temastan uzak durulduğu gibi, söz ve tavırlar da İslami edep ve haya sınırları içerisinde olmalıdır. Zira müslümanım diyenler için zina uzak durulması, yaklaşılmaması gereken bir şey olduğu için, zinaya götüren bütün yollar küçüklü büyüklü kapatılır ve tabiri caizse koruyucu hekimlik uygulanır, suça yönelten sebepler izale edilir. Sabır ve istikrar bu noktada çok ama çok önemlidir ve takdire şâyândır. (5)

Bebek ve çocuklar yaşıtlarının, yakınlarının ve de diğer yabancı büyüklerin her türlü kötü niyet ve davranışlarından özenle sakınılmalı, göz kulak olunmalı, bu konuda uyanık olunup çocukların, yaşına ve kavrayışına uygun cinsellikle ilişkili tehlikeler ve özelikle cinsel istismar konusunda bilgili, duyarlı ve bilinçli olması sağlanmaya çalışılmalıdır.

Sohbete dalıp vaktin nasıl geçtiğini fark etmemişiz. Yakınlardaki camilerden yükselen öğle ezanıyla kalkıp yürümeye başladık. Üsküdar’a gideriken bir yağmur almadı almasına da benim hatırıma Necip Fazıl merhumdan bir şiir geldi. “Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar / Perili ahşap konak bir şehir kadar / Bir ses bilemem tanbur gibi mi ud gibi mi? / Cumbalı odalarda inletir Katibim’i”. Üsküdar meydanında iskeleye yakın ve III. Ahmet Çeşmesi’nin tam karşısında bulunan, Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan tarafından 1547 yılında Mimar Sinan’a yaptırılan camiye namazımızı eda etmek için yöneldik.

Kaynaklar:

  1. Cinsellik nedir? Prof. Dr. Bengi Semerci, https://www.sabah.com.tr/yazarlar/cumartesi/bsemerci/2013/08/17/cinsellik-nedir
  2. Selam İle-1-, Ercümend Özkan, Anlam Yayınları, Ankara, 1997
  3. Çocukta Ruhsal Sorunlar, Doç. Dr. Mücahit Öztürk, Uçurtma Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2002 [Anne, Baba ve Eğitimciler İçin Çocuk Psikiyatrisi, Prof. Dr. Mücahit Öztürk, Uçurtma Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 2016]
  4. Cinsel Eğitim, Prof. Dr. Ali İhsan Taşçı, İz Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 2002 [4. Baskı, 2010]
  5. Gençliğin Cinsellik İmtihanı, M. Ali Seyhan, Nesil Yayıncılık, İstanbul, 2007

18 Mart 2021 Perşembe

İRFAN’IN PENCERESİ’NDEN - İrfan (Baştansel)

 İRFANIN PENCERESİ’NDEN

 

Merhaba.

“İrfan’ın Penceresi’nden” başlıklı bu yeni köşemde nasip olursa meslek harici, dünya ve ülke gündemine ya da gündem dışı insana ve hayata dair duygu ve düşüncelerimin ifadesi, ürünü olacak kısa yazılar paylaşmayı düşünüyorum. Yazılar için belirli bir zaman aralığı belirlemedim, zira kendimi periyodik bir vakitle sınırlamak, zorlamak istemedim. Ne zaman söylemeye (yazmaya) değer bir şeyler olursa ve tefekkür mutfağımda pişirip de sizlere sunmaya hazır hâle getirebilirsem yayınlamayı istedim. Bu yeni köşenin ilk yazısı olarak, bu yıl yani 57 yaşıma ayak bastığım gün sosyal medyamda sınırlı sayıda kişiyle paylaştığım ve nasip olursa ilerde “Tükenip Gidiyor Ömür Dediğin” adıyla yazıp yayınlamayı düşündüğüm hayat hikâyemin ilk yazısını tekrar paylaşmak istiyorum. Zira bu köşe için ilk yazı olarak çok uygun düşüyor.

Sevgi, saygı ve selâmlarımla.

 

İrfan (Baştansel)

 

Yaz tatillerinde köye gittiğim zamanlarda beni her gördüğünde böyle seslenirdi rahmetli Cafer amca. Doğrusu ilk zamanlar bir anlam veremedim, ama sonradan öğrendim ebeveynlerimden.

1965 yılının Ocak ayının ortaları. Anam bana hamile ve doğum sancıları başlamış. Köyün ebesi olan yaşlı kadın, doğumun evde mümkün olmadığını, hastaneye yetiştirilmesi gerektiğini söylemiş.

Mevsim kış, bozkırda hava soğuk ve yollar karla kaplı. ‘Ova’ denilen geniş ve düzlük alanın dağlara yakın bir tepesinde kurulu olan köyde o yıllarda kimsede motorlu taşıt yok, her şey at ve öküz arabaları ile hallediliyor. Şehir merkezi yaklaşık elli km uzaklıkta, köyün bağlı bulunduğu ilçe olan Yenimahalle de bir o kadar uzakta (köy yakınındaki nahiye olan Kazan ilçe olduktan sonra oraya bağlandı). Köyün tam karşısında o zamanlar ismi Mürted (sonradan Akıncı ismini alacak) olan ve köye on km kadar mesafede bir askeri hava üssü mevcuttu.

Çaresiz ve mecburen, babam ve eniştelerim at arabası ile hava üssüne kadar gidip yardım istiyorlar. Halk arasında imdasiye denilen ambulansı vermeye pek yanaşmıyor üsteki askerler, fakat doğum nedeniyle ve acil olduğu belirtilince üs komutanına vaziyet haber veriliyor. O zamanlar üs komutanı olan İrfan Baştansel Paşa’nın yanına varıp durumu anlattıklarında “tamam” diyor ve şakayla karışık “oğlan olursa artık benim ismimi koyarsınız”.

Sonrası mâlûm. Rahmetli babam 17’yi 18’e bağlayan diye iddia etse de anamın deyişine göre (ki acıyı, sancıyı, sıkıntıyı çeken olduğu ve kadınlar ayrıntıları daha iyi bildikleri için ben de bu tarihi esas alıyorum) 18’i 19’a bağlayan gece sabaha karşı Ankara Samanpazarı’nda bulunan Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi’nde (halk arasında Büyük Doğumevi olarak bilinirdi fakat şimdi Bilkent’teki Şehir Hastanesi bünyesinde) epizyotomili (ilk doğum ve iri bebek) normal doğumla (ki yıllarca anam sezaryanla demesine ve öyle bilmeme rağmen) dünyaya gelmişim.

Ne zaman ki, isim koyma işi gündeme gelmiş. Birtakım isimler düşünülürken bu hadise nedeniyle köyde pek de konulmayan bu isim konulmuş. Ve gerek erken bebek ölümleri çok olduğundan ve gerekse de mevsim değişip şehre ulaşım kolaylaşınca babam şehre bir sebeple işi düştüğünde gidip yaz başlangıcında nüfus hüviyet cüzdanımı (kafa kağıdımı) almış. Zaten ben altı aylık iken de ailem köyden yatağını yorganını, pılını pırtısını alıp Ankara’nın gecekondu ve yoksul semtlerinden biri olan Aktaş mahallesinde kiralık bir eve yerleşmiş.

Bilgisayar ve internet çağında da biraz araştırdığımda İrfan Baştansel Paşa’nın gerçek isminin İrfan Tansel Paşa olduğunu, Baştansel denilmesinin de Hava Kuvvetleri Komutanı (Başı) olduğundan dolayı olduğunu ve 27 Mayıs askeri darbesinin ve 1964 yılındaki Kıbrıs hava harekâtı’nın etkili ve önemli isimlerinden biri olduğunu öğrendim. Paşa, doksan yaşında ve 1999’da vefat etmiş. (1,2)

Bu hâtıra ile bir zamanlar Orta Asya bozkırlarında yaşayan Türklere ait destanları anlatan ‘Dede Korkut Hikâyeleri’nde geçen ad koyma geleneği (Boğaç Han gibi) arasında bir ilişki var mıdır, elbette yok. Ortaokul bitiminde askeri lise’ye girmek istememde, birkaç sebebin yanında bu olayın da etkisi olmuş mudur, bilemiyorum, belki.

‘Ârif (irfan sahibi) olan anlar’ derler eskiler ve ilim irfan (kültür; derûni anlayış, kavrayış seziş; marifet) sahibi olanlar da bunu bilir.


Kaynaklar:

1.      https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0rfan_Tansel

2.      https://www.biyografya.com/biyografi/18279