25 Mayıs 2013 Cumartesi

BİR RÜYA, İKİ YORUM VE GERÇEK

[ Bir gün kralın biri müneccimini çağırıp rüyasını anlatıp yorumlamasını ister. Müneccim şöyle yorumlar. ‘Kralım üzülerek söylemeliyim ki, tüm sevdiklerinizin öldüğünü göreceksiniz’. Kral, ‘hemen vazifesine son verilsin’ diyerek müneccimi azleder. Daha sonra saraya yeni müneccim bulunur ve aynı rüya ona da yorumlaması için anlatılır. Müneccim, ‘kralım ne kutlu bir rüya bu’ der ve devam eder. ‘Kralım siz herkesten çok yaşayacaksınız, ömrünüz uzun olacak’ der ve büyük mükafatları alır. ]

Birinci Müneccimin Yorumu (Eski, Dayatmacı, Hard, Kötü! Yorum)

 “Malatya’da ‘İnönü Aile Mezarlığı’nı ziyaret ettikten sonra CHP Malatya İl Başkanlığı’nca gerçekleştirilen İsmet İnönü’yü anma programına katılan CHP Grup Başkan Vekili Muharrem İnce, askerin artık darbe yapıp ülkeyi kurtaramayacağını, çünkü kendisini bile kurtaracak durumda olmadığını söyledi… Bazı yurttaşların içinde bir korku olduğunu ileri süren İnce, şöyle devam etti: ‘’Cumhuriyet bitti, Cumhuriyet’in benzini bitti, arıza yaptı, bu iş bitti. Sakın ha, böyle bir şey yok. Bu ülkenin adliyesi, zaptiyesi, tıbbiyesi zapt edilmiştir. Ama merak etmeyin, 1919 şartlarından nasıl çıktıysak bundan da öyle çıkacağız. Başka kurtarıcı falan aramayın. ‘Askerler gelsin darbe yapsın, bizi de düzlüğe çıkarsın’ yok öyle bir şey. Askerler kendini kurtaramıyor, seni nereden kurtarsın. Sen kurtaracaksın, sen.” (CHP’li İnce’den askere ağır darbe tahriki, Star, 23.12.2012)

“Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına tüm Türkiye’de ‘alternatif’ kutlamalarla gölge düşürmeye çalışan CHP, İstanbul’da askerleri hükümete müdahale etmeye tahrik etti. CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı’nın, Taksim’deki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında Atatürk anıtına çelenk koyma törenine katılan askerlere darbeyi çağrıştıran sözler sarfetmesi büyük tepki topladı. Salıcı’nın askerlere elini kolunu sallayarak “Sizin korumanız gereken Cumhuriyet’e biz sahip çıkıyoruz” diye bağırması akıllara 2003’teki Cumhuriyet mitinglerinde açılan ‘Ordu göreve’ pankartını getirdi. Salıcı’nın sözlerine tepki yağdı.” (CHP’den askere ağır tahrik, Star, 29.10.2012)

“Eskişehir Tepebaşı Belediyesi Zübeyde Hanım Kültür Merkezi'nde, Anadolu Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulübü tarafından 'yargı bağımsızlığı ve yeni anayasa' konulu konferans düzenlendi. Eskişehir Baro Başkanı Avukat Rıza Öztekin'in başkanlığını yaptığı konferansa, Yargıtay eski Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu ve İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal konuşmacı olarak katıldı… Ana muhalefet partisi CHP'nin halkçılık okunu yitirdiği için bugünlere geldiğini ileri süren Kocasakal, kendileri hakkında da özeleştiride bulundu. Kocasakal, "Biz 90 senedir yattık. Adamlar 30 Ekim 1923'ten beri çalışıyorlar. Biz zannettik ki Cumhuriyet barolarda korunur. Biz zannettik ki günde 5 vakit laiklikten söz ederek laiklik korunur" şeklinde konuştu… Türk Silahlı Kuvvetleri'ni eleştiren Kocasakal, şöyle devam etti: "Biz zannettik ki ordumuz var. O güçlü ordu bizi korur. Ben TSK'nın kurumsal kimliğini hep savundum. Biz NATO'ya girdiğimizden beri 'ne kadar milli ordumuz kaldı', bunu hiç düşünmek istemedik. Geldiğimiz bu noktanın hayırlı bir yönü oldu. Artık TSK vesaire yerine Türk Silahsız Kuvvetleri var. Siz Türk Silahsız Kuvvetlerisiniz. Bu yüzden durmadan çalışacağız…” (Radikal, 03.05.2012)

“Atatürkçü Düşünce Derneği Zonguldak Şubesini ziyaret eden CHP Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum, ciddi bir mücadelenin içerisinde olduklarını, herkesin birbirine destek vermesi gerektiğini belirterek, ''Koca bir askeri yıktılar, meğer kağıttan kaplanmış, biz bunu asker zannedermişiz, meğer ABD içini oymuş. O koca ağacı hop diye yıktılar. Ancak CHP'yi yıkamadılar'' diye konuştu.” (Batum: Asker meğer kağıttan kaplanmış, www.ntvmsnbc.com, 06.02.2011)

 “…İktidarın medyayı susturmak maksadıyla kurmayı tasarladığı Tahkikat Komisyonu’nun görüldüğü celsede ben de oradaydım... Ve itiraf edeyim bu sözlere kızmıştım... Gerçi Tahkikat Komisyonu’nun kurulmasına karşıydım, ama Paşa’nın bu sözlerini aşırı bulmuştum. Başbakan Adnan Menderes toplantıda İsmet Paşa’nın eleştirilerine karşı “İstiklal Mahkemeleri’ni siz kurmadınız mı? Basını susturmak için Takrir-i Sükun Kanunu’nu siz çıkarmadınız mı?” deyince Paşa cevap vermişti: “Evet doğru, ama oradan buraya geldik, siz o eski şartlara dönmek istiyorsunuz.” Ve sonra da eklemişti: “Şartlar tamamlandığında halklar için ihtilal meşru bir haktır. O zaman sizi ben bile kurtaramam...” (Sizi ben bile kurtaramam, http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr, 13.12.2009) “Darbe olduğu zaman bütün kesimler ilk başta bir şok yaşamışlar haliyle. Darbe yapıldığı gün İsmet Paşa’ya haber verirler. İsmet Paşa’nın darbe haberini alır almaz verdiği tepki çok enteresandır. “Aaa, demek oldu ha.” (www.sosyalmedyahaber.com, 30.05.2011)

Adnan Menderes döneminde Türkiye’nin NATO’ya üye olması, bugün özellikle Kemalist çevreler tarafından eleştiri konusu olur.  Ancak bu çevreler nedense İsmet İnönü’nün Celal Bayar’a cumhurbaşkanlığını devrederken söylediği bir lafı hiç anımsamazlar. Celal Bayar cumhurbaşkanlığını İsmet İnönü’den devralırken sorar; “Nato’ya niye girmediniz paşam?” İsmet İnönü’nün cevabı Adnan Menderes’i Nato’ya üye olmakla eleştiren kesimleri üzecek cinsten: “Aldılar da biz mi girmedik, iki gözüm” (www.sosyalmedyahaber.com, 30.05.2011)

İkinci Müneccimin Yorumu (Yeni, Ilımlı, Soft, İyi! Yorum)

 “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Harp Akademileri Komutanlığı'ndaki konuşmasında demokrasi vurgusu yaptı. Kurmay subaylara Mustafa Kemal Atatürk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözünü hatırlatan Gül, "Yurtta sulhu sağlamanın en etkili yolu, ülkemizi her açıdan birinci sınıf bir demokrasi haline dönüştürmekten geçer. Demokrasiyi tüm kurum, teamül ve evrensel kriterleriyle benimsediğimiz vakit, ülkemizde gerçek barış ve huzuru yakalayabiliriz." dedi. Harp Akademileri Komutanlığı, üç hafta arayla devletin zirvesini ağırladı. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ardından Cumhurbaşkanı Gül, geleceğin komutanlarına seslendi. Gelişmiş bir demokrasinin sadece seçimler sonrasında çoğunluğun iradesinin icraata yansıması olmadığını söyleyen Gül, şu tanımı yaptı: "Gelişmiş bir demokrasi, anayasal düzen içinde tüm kurum ve kuruluşlar bakımından fren ve denge sistemlerinin hakim olduğu, hukukun üstünlüğü ilkesi zemininde temel hak ve özgürlüklerin herkes için kıskançlıkla korunduğu, adaletin gecikmeden tecelli ettiği bir düzendir." Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin 200 yılı aşan bir anayasa ve demokratikleşme tecrübesi olduğunu da vurguladı. Bu kültürün, devrimci bir anlayıştan çok evrimci bir anlayışla geliştiğini anlattı. "Millet olarak, milli birlik ve bütünlüğümüz ile demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyet'imizin temel nitelikleri konusunda tam bir mutabakat içinde olduğumuzdan hiç şüphem yoktur." diyen Gül, 'suni ve abartılı korkulara kapılmadan, sorunların üzerine cesaretle gidilmesi ve çözümlerin ertelenmemesi' çağrısında bulundu. "Milletimizin bekâsını ilgilendiren her sorunu, çağdaş dünyanın gerçeklerine uygun olarak, demokrasi ve ortak değerlerimiz temelinde çözmek basiretini göstermeliyiz." diye konuştu. (Zaman, 06.04.2012)

“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, laiklik ilkesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na girişinin 75. yıl dönümü dolayısıyla bir mesaj yayımladı… Laiklik ilkesi gereğince devletin bütün dinler karşısında tarafsız olması, bütün din mensuplarına ve dini inancı olmayanlara eşit davranması zorunludur. Bu zorunluluk Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen herkesin din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğunu hükme bağlayan eşitlik ilkesinin de gereğidir. Kanun önünde eşitlik, bireyin bütün değerlerinin ve her türlü kimlik tercihinin de saygı görmesi ve korunması demektir. Aslolan, herkesin ve toplumun her kesiminin haklarını korumak olduğundan, laiklik toplumsal barış açısından önemli bir işlev görmekte ve herkesin eşit bireyler olarak toplumsal hayata katılmalarına imkan sağlamaktadır. Bu sebeple, laiklik bir özgürlük ilkesi olduğu gibi toplumsal uzlaşma ve barış ilkesi olarak da görülmelidir. Laiklik ilkesinin kabul edilmesinin 75. yıl dönümünde, Cumhuriyetimizin niteliklerinin milletimizin birlikte yaşama iradesini güçlendirmeye devam ettiğinden hiç kimsenin şüphesi bulunmamaktadır.” (Habertürk, 05.02.2012)
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, 23 Mart'ta İstanbul'da Harp Akademileri Komutanlığı’nda verdiği konferansta, '' Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasa'da 'Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti' olarak tanımlandığına işaret ederek, ''Demokrasiden, hukuktan, laiklikten ve sosyal devlet ilkesinden sapmış bir Türkiye'nin çıkışı olamaz'' sözlerine yer verdiği kaydedildi.” (Zaman, 01.04.2012)

“… Başbakan Erdoğan, laiklik ilkesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na girişinin 75. yıl dönümü dolayısıyla mesaj yayımladı. Laiklik ilkesinin, tıpkı demokrasi ve sosyal hukuk devleti kavramları gibi cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer aldığını ve 75 yıl boyunca cumhuriyetin bütün değerleri, demokrasinin bütün kazanımları gibi Türk milletinin ortak paydası olduğunu ifade eden Erdoğan, şunları kaydetti: ''75 yıllık tecrübe göstermiştir ki laiklik ilkesi, cumhuriyetimizin demokratikleşme çabalarıyla en ideal ve modern anlamda sosyal bir hukuk devleti olma gayretleriyle bir arada ele alındığında ülkemizin ilerlemesi, kalkınması, barış, huzur ve istikrar içinde geleceği şekillendirmesi noktasında hayati bir önemi haizdir. Laiklik, ayrıştırıcı değil birleştirici, baskıcı değil özgürleştirici, tek tipleştirici değil hoşgörülü bir yorumla uygulandığında demokrasiye güç katmış, ekonomiye, dış politikaya, sosyal hayata ivme kazandırmıştır. Türkiye, geçmişten gelen büyük medeniyet birikimiyle farklı kültürlerin, farklı dinlerin, farklı mezhep ve anlayışların barış içinde bir arada yaşadığı bir coğrafya olmuştur. Bu bakımdan, medeniyetimizle ve medeniyet birikimimizle uyum arz eden bir laiklik yorumu, birlik ve beraberlik içinde geleceğe yürüyüşümüzün de teminatı olmaya devam edecektir. Bu düşüncelerle laikliğin anayasal ilke olarak kabul edilişinin 75. yıl dönümünü kutluyor, tüm vatandaşlarımı sevgiyle selamlıyorum.'' (Habertürk, 05.02.2012)

“Erdoğan, Libya ziyaretinde başkent Trablus'ta Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdülcelil ile birlikte bir basın toplantısı düzenledi. Erdoğan'a burada kendisine yaptığı laiklik tavsiyesine ilişkin bir soru yöneltildi. Erdoğan da bu soruya cevaben "Gerek Mısır gerek Tunus'ta laiklik konusunda yaptığım açıklamayı, hatta Mısır seyahati öncesi DreamTV'ye Türkiye'de yaptığım röportajda bu soru üzerine verdiğim bir cevap var. Öyle zannediyorum ki tercümeleri bozanlar var. Benim Türkiye'ye verdiğim mesajı dışarıdan vermeme gerek yok. Türkiye'de halkım benim bu konuda ne düşündüğü çok iyi biliyor, çok iyi bildiği için yüzde 50 oy veriyor. Bir sıkıntımız yok." Fakat bu bölgelerin laikliği anlamada, tanımada şu anda bir müzakerenin veya bir tartışmanın içinde olacağına inandığını belirten Erdoğan, şöyle konuştu: "Ben laikliği dinsizlik olarak kabul etmiyorum, din karşıtlığı olarak kabul etmiyorum. Partimin programında laiklik tanımı şudur: Kişi laik olmaz, devlet laik olur. Bir Müslüman olarak laik bir devleti yönetirken bütün inanç gruplarına devlet eşit mesafede olur. Müslüman'a da Hristiyan'a da Musevi'ye de ateiste de. Ve bütün inanç gruplarının inancı o devletin güvencesi altındadır. Bizim anlayışımız bu. Eğer burada aykırı düştüğümüz bir nokta varsa bunu her fırsatta herkesle müzakere ederiz. Eğer bu söylediklerimizin de bizim değerlerimize, İslam'a ters bir yanı varsa lütfen siz de beni ikna edin." (Zaman, 16.09.2011)
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Mısır televizyonunda yayınlanan röportajında "Matematikte iki kere iki dörttür. Ama sosyal kavramlara geldiğimiz zaman, tanımlara geldiğimiz zaman bunun değişik olduğunu görürüz. Şimdi laikliğin Anglosakson toplumlarda farklı tanımlandığını görürüz. Avrupa'ya geldiğimizde farklı tanımlandığını görürüz. Hatta hatta Türkiye'de de bunu farklı tanımlama gayreti içinde olanlar da vardır. Bunun da bedeli bu ülkede çok ağır ödenmiştir aslında" dedi… Başbakan Erdoğan sözlerine şöyle devam etti: "Mısır bu geçiş döneminde ve sonrasında inanıyorum ki bu değerlendirmesini en güzel şekilde yapmak suretiyle özellikle demokrasi noktasındaki bu geçişte şunu görecektir. Yani laik bir devlet yapısı dinsizliği değil, herkesin dinini inandığı gibi yaşamasının teminatıdır. Böyle görecek, böyle görmesi lazım. Bundan hiç endişe etmesin ve anayasayı hazırlayacak olanlar da bunu orada teminat altına alması lazım. Demesi lazım ki; 'Devlet tüm inanç gruplarının inancını teminat altına alır. Hepsine eşit mesafededir. Asla sizi dininizi yaşamaktan alıkoymayacaktır'. Bunu böyle söylemesi lazım. Bu şekilde başlar ve bu şekilde devam ederse o toplum huzur bulacaktır. Müslüman'ıyla, Kıpti'siyle hepsi, hatta hatta daha ileri gidiyorum dinsizin bile, ateistin bile inancına devlet saygı duyacaktır. Onu da güvence altına alacaktır. Laik devlet budur. Ama kişi laik olmaz. Tayyip Erdoğan laik değildir, Tayyip Erdoğan bir Müslüman'dır. Ama Tayyip Erdoğan laik bir devletin başbakanıdır ve bunun gereğini de dört dörtlük yapmanın gayreti içindedir." (Sabah, 15.09.2011)

“Başbakan Erdoğan, film skandalına Türkiye'den gösterilen soğukkanlı tepkiyi değerlendirirken "Son 10 yılda aşırılıklar törpülendi. Bir anlamda paratoner gibi olduk, gaz aldık" dedi.” (Sabah, 17.09.2012)

“…Türkiye’nin çıkışı evet, demokratikleşmededir. Demokratikleşme kelimesine bazılarının alerjisi olabilir. Ancak demokratikleşmeyi, Batı’nın dayattığı, içine sömürgeleşme rampalarının inşa edildiği gayri insanî bir sistem olarak algılamak doğru değil. İnsana ve tabiata, tamamen materyalist açıdan bakan, demokratik laiklik yerine laikliği dinsizlik olarak dayatan, din ve vicdan özgürlüğünü Müslümanlar için ıskalayan, dinin sonunun geldiğini, yerini artık akıl ve bilimin aldığını savunan yaklaşımlar, demokratlığın özü ile bağdaşamaz. Demokratikleşmeden kasıt, inanan, inanmayan, farklı inanç, düşünce ve fikir sahibi herkesin bir arada ve insanca yaşayabileceği ve evrensel insanî değerlerin esas alındığı bir sistemdir. Bu sistem; birilerinin buyurganlığı, tepeden bakışı ile değil, hep birlikte, herkesin birbirinin konumuna saygılı kalarak, uzlaşarak kurulabilir…” (Mütedeyyin kitlenin demokratikleşme sınavı, Hüseyin Gülerce, Zaman, 12.12.2012)
“…Bu sorunun çağrıştırdığı ikinci soru, “İslam ve demokrasi bir arada olabilir mi?” sorusudur… İkinci sorunun cevabı da evettir. Evet, İslam ve temellerinin ne olduğunu yukarıda hatırlattığımız demokrasi bir arada olabilir. (Demokrasinin bir yönetim biçimi, İslam’ın ise bir din olduğu hakikatini unutmamalıyız.) Birincisi, demokrasi insan temellidir. Demokrasi, “önemli olan insandır” diyor. Dinimiz de insanı, eşref-i mahlukat, yaratılmışların en şereflisi ilan ediyor. Biz önce insanız, sonra Müslüman’ız.  Belli bir yaşa kadar çocuklar dinen mesul tutulmuyor. Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de insan üzerine yemin ediyor. Demokrasi, insanın huzurunu, refahını, barışı sağlamayı esas alıyor, İslam da bunu istiyor. Demokrasinin temelini teşkil eden prensipler, İslam’ın reddettiği değil, tavsiye ettiği prensiplerdir. İslam’ın, yönetime getirdiği ve Kur’an’da ifadesini bulan üç esas var: Adalet, yöneticilerin kararlarını istişare ile (danışarak, hür bir ortamda tartışarak) alması ve emanetin (makamların) ehline (layık olanlara) verilmesi. Ayrıca yöneticilerin dürüst, ahlaklı, merhametli, şefkatli, affedici ve sevgi insanı olması yönetimi taçlandırıcı bir erdemdir. Demokrasilerde de en başta adalet, adam kayırmama, kararların halkın her kademede katılımı ile alınması istenmiyor mu? Ayrıca, fikir ve ifade hürriyeti, din ve ibadet özgürlüğü, azınlıkların haklarının korunması, bireyin önemi (bir kişiyi haksız yere öldürenin, bütün insanlığı öldürmüş sayılacağı), şiddet ve baskının, tahakkümün asla kabul edilmemesi (dinde zorlama yoktur), yöneticilerin seçilmesinde halkın söz sahibi olması (sultanlık, padişahlık asr-ı saadetten sonra görüldü ve bütün dünyada o devirlerde krallıklar, imparatorluklar vardı); bunların hepsi demokrasi ve İslam’ın talep ettiği değer ve prensiplerdir…” (Müslüman toplum, demokrasiye mani değildir, Hüseyin Gülerce, Zaman, 14.12.2012)

Gerçek
“…Orhan Erkanlı, ‘Anılar, Sorunlar ve Sorumlular’ isimli kitabında, hatıratında diyor ki, “Ben 1954’de Amerika’da kurstayken Amerikalılar bizzat bizi Demokrat Parti iktidarına karşı örgütlemişlerdi” diyor. Komiteler oluşturmamızı istemişlerdi, diyor. İhtilal Amerika adına yapıldı, fakat Amerika adına yapılan ihtilalin ardından İngiliz yanlısı, çünkü İngiliz yanlısı Başbakana karşı yapılan ihtilale bu sefer İngiliz yanlısı bir başka politikacı sahip çıktı, İnönü sahip çıktı… Ama burada altını çizmem gereken çok önemli bir şey var, o da şu: 27 Mayıs’ı yaptıran irade ki, bu Amerika’dır, bu irade 27 Mayıs sonrası isteklerinin hemen hemen hiçbirisine kavuşamadı. Nedenine gelince; genç subaylara ihtilali yaptırmakla beraber, yaşlı subaylar İngiliz politikalarını devam ettirdiler. Bu da emir komuta zinciri içerisinde faaliyet gösteren, icraat ortaya koyan Silahlı Kuvvetler bünyesi dikkate alındığı zaman elbette ki genç subayların dediği değil yaşlı subayların dedikleri geçerli olacak… İnönü’nün geçmişine baktığımız zaman mesela İnönü 1965’te Ulus Gazetesi’nde yayınlanan hatıratlarında şöyle söylüyor. ‘Biz o kadar İngiliz yanlısı, İngiliz hayranıydık ki, bir gün Dolmabahçe rıhtımına gelen İngiliz sefirini taşıyan vapurdan İngiliz sefiri indi ve İngiliz sefirini saraya götürecek olan at arabalarının atlarını koyuverdik, biz onu saraya kadar taşıdık’ diyordu. 1965’de yayınlanan Ulus Gazetesinde hatıraları yayınladı. Yine işte ‘asılırsan da İngiliz ipiyle asıl’, hadisesi odur. Vaka 1972; İnönü, CHP Genel Başkanlığından düşürüldükten sonra bugünkü İngiliz Kraliçesi, Kraliçe 2. Elizabeth Türkiye’ye geldi, Türkiye’ye geliş gayesi resmi bir ziyaret değil, İnönü’yü ziyaret için geldiğini söylemişti. Ve gazeteciler o zamanlar geliş gayesini sordukları zaman ‘Sayın İnönü katarakt ameliyatı oldu, ona geçmiş olsun dileklerimi sunmak üzere geldim’ dedi. Ne kadar inandırıcı, hiçbir inandırıcılığı yok. Ama İngilizlerin sembolik olarak kendi adamlarına vermiş oldukları önemin bir ifadesi olarak bunu ortaya koyuyordu. “ (Ankara’da Kırk Beş Yıl, Süleyman Arslantaş, Beyan Yayınları, 2012, sh. 45-46; 69; 47-48)

“…Demokrasi nedir, bir Müslüman ne kadar bütün demokrat olabilir? Orada verdiğim net cevap kayıtlara geçmiştir… Hem de o ilin bürokratlarının bulunduğu, Garnizon Komutanı, Generalinden Valisine, Valisinden Müftüsüne, Müftüsünden Milli Eğitim Müdürüne varıncaya kadar. Bir Müslüman, Allahu Teâlâ’nın egemenlik vasfını ne kadar gasp etme hakkına haizse o kadar demokrat olabilir. Bunu illa özelleştirmenin bana hiçbir faydası yok ki. İnsanlar buradan paylarına düşeni alsınlar. Mesela Nur Vergin Hoca, Trabzon’daki İslami Düşünce Sempozyumunda ‘demokrasi ve İslam’ konulu bir sunumda bulundu. Ve adeta şunu söyledi: Demokrasi ve İslam, birbiriyle iç içe geçmiş, birbirini takviye eden, birbiriyle anlaşan, uzlaşan, örtüşen iki kavram olarak nitelendirildi. Ben de tartışmacı konumundaydım. İşte söz sırası bana geldiği zaman döndüm Nur Vergin Hoca’ya, en azından 200 tane akademisyen var o salonda dinleyen. Dedim Hocam, demokrasi de İslam gibi bir dindir. Her iki dinin de kendilerine has akideleri vardır, bu akideye dayalı bir de dünya görüşleri, nizamları vardır. Demokrasideki temel akide insan egemenliğini esas alır. İslam’daki, İslam dinindeki temel akide Allah’ın egemenliğini esas alır. Egemenlik noktasına taban tabana zıt olan bu iki din birbirlerine örtüşmezler. Ne kendileri örtüşür, ne nizamları örtüşür. Bu yüzden size tavsiyem, Müslümanlar demokratların akidesini bozmasın, demokratlar da Müslümanların akidesini bozmasın… Ben hiçbir zaman için, hayatımın hiçbir yerinde, hiçbir safhasında demokratım demedim, demem. Bunu kendi düşüncelerim, kendi edindiğim fikir ve İslamiyet’in bana öğrettikleri doğrultusunda yaklaştığım zaman ben şunu demiş olurum demokratım dediğim zaman: Malumunuz demokrasi iki şekilde ele alınır. Abdulkerim Suruş ve benzerleri demokrasiyi bir yönetim biçimi olarak kabul ediyorlar. Ama bazıları demokrasiyi bir dünya görüşü olarak kabul ediyorlar. Ben demokrasinin bir yönetim biçimi olduğuna inanmıyorum. Neden inanmıyorum? Cumhuriyet, bir toplumun kabullenmiş olduğu bir dünya görüşünün, toplumun katılımı ile tatbik edilmesinin adıdır. Bu anlamda Cumhuriyet, yönetimlerde ortak bir payda olabilir. İslam Cumhuriyeti, Demokratik Cumhuriyet, Sosyalist Cumhuriyet gibi. Ama demokrasi, İslam demokrasisi olmaz, böyle bir şey olmaz. Çünkü ikisi de ayrı dünya görüşü olma iddiasındadır. Cumhuriyet bir yönetim biçimidir, demokrasi bir dünya görüşüdür. Benim dünya görüşüm, Allah’ın göndermiş olduğu Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim gibi bir dünya görüşü ortadayken, insanlığın egemenliğini esas alan, değişebilirler ve değişmezler konusunda dahi esas alan bir dünya görüşüne intisap etmem, bu dünya görüşünü benimsemem beni akidevi anlamda çok çok ciddi anlamda müşkül durumda bırakır. Bilinçli bir şekilde böyle bir tercihte bulunursam, Allah’ın önünde yakamı kurtarmam mümkün değildir. (Ankara’da Kırk Beş Yıl, Süleyman Arslantaş, Beyan Yayınları, 2012, sh. 138-139, 140-141)
23.12.2012

Arif Kaya