12 Temmuz 2015 Pazar

SREBRENİTSA DERSİ

Önce kısa bir malumat:
[ II. Dünya Savaşı'nın ardından Josip Tito'nun liderliğinde kurulan komünist Yugoslav Devleti üç değişik din (Ortodoksluk, Katoliklik ve İslâm) ve çok sayıda etnik grubu (Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut,Sloven, Makedon) bir araya getiren bir ülkeydi. Sovyet Blokunda yerini aldı ancak zamanla bağımsız bir hâle geldi. 1980 yılında Tito'nun ölümü ve 1990 yılında bu bloğun parçalanmaya başlamasıyla farklı etnik grupları Yugoslavya içinde bir arada tutmak imkânsız hâle geldi. 25 Haziran 1991'de Slovenya ve Hırvatistan, Almanya ve İtalya′nın desteklemesi ile bağımsızlıklarını ilan ettiler. Eylül 1991'de de Makedonya bağımsızlığını ilan etti. Şubat-Mart 1992'de Bosna-Hersek Devleti ülke çapında bağımsızlık ilan edilmesi konusunda bir referandum yaptı. Bosnalı Sırpların çoğunun boykot ettiği bu referandum bağımsızlığın kabul edilmesiyle sonuçlandı. 5 Nisan 1992'de Bosna-Hersek Cumhuriyeti hükümeti bağımsızlığını ilan etti. 6 Nisan'da da ABD ve Avrupa ülkeleri Bosna-Hersek'in bağımsızlığını tanıdılar.
Bağımsızlığın anayurtları olan Sırbistan'dan kendilerini koparacağını düşünen ve “Büyük Sırbistan” hayalleri olan Bosnalı Sırplar, Sırbistan'dan aldıkları askeri yardımlarla Bosna'da bir Sırp Cumhuriyeti kurduklarını ilan ettiler. Kendi bölgelerinde bulunan Müslüman (Boşnaklar) ve Katoliklerden (Hırvatlar) bu bölgeyi terk etmelerini istediler. Bunu hızlandırmak içinse, özellikle dehşet yaratarak halkın dayanma gücünü kırmak, insanları bölgeden derhal uzaklaştırmak için insanlık dışı uygulamalara yöneldiler. ] (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Bosna_Soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1 )

Aslında bırakın her türlü bilgi ve belgeyi, yukarıdaki kısa malumat bile olan biten her şeyi özetliyor aslında. 1945 yılında ABD’nin Avrupa’yı Almanya’nın elinden kurtarması (aslında işgali) ile savaşın gerçek galibi ABD, dünyayı sömürüsüne mazeret üretmek için kontrol edebildiği, dengeleyici bir unsur ve danışıklı dövüş yapabileceği bir öcü, bir düşman olmak üzere Sovyetler Birliği ile Tahran, Yalta ve Postdam anlaşmalarıyla dünyayı iki kutuplu bir dünya haline getirmişti. Bir tarafta kendisi ve NATO şemsiyesi altında Batı Avrupa, diğer yanda tam dişine göre olan rakibi (aslında dünyayı sömürüde işbirlikçisi, ortağı) Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı şemsiyesi altında Doğu Avrupa. Hatta Berlin duvarı ile Almanya’yı bile ikiye bölmekten çekinmediler. Yıllar bu şekilde su gibi aktı, bu arada köprülerin altından da çok su aktı. Dünyada bu zaman zarfında bir çok küçük büyük olay oldu. 
Derken 1990’lı yıllara gelindi. Sovyetler Birliği dağıldı, Varşova Paktı dağıldı, Doğu Avrupa’daki ülkeler yavaş yavaş komünizmden sızlanmaya, uzaklaşmaya yöneldi. Bu arada Avrupa Birliği yavaş yavaş sahnedeki yerini almaya başladı. Ne AB ne de NATO (aslında ABD) Yugoslavya’nın bir bütün halinde kalmasını istemiyordu. Çünkü böyle büyük bir ülke “böl-yönet” politikasına uygun bir lokma değildi. Olabildiği kadar küçük lokmalara ayrılması gerekiyordu. Bu amaçla, AB’nin ve NATO’nun oyunu, planı, katkısı sonucu 20 yıl kadar süren kanlı bir süreç sonunda Yugoslavya yedi ayrı parçaya (bağımsız?! devlete) ayrıldı (Slovenya, Hırvatistan, Makedonya, Bosna-Hersek, Karadağ, Kosova, Sırbistan). Böylece AB bunları sorunsuzca içine alıp entegre edebilecekti ve ABD (NATO) de hakimiyet ve sömürü alanını genişletebilecekti. 
Fakat bu kanlı parçalanma sürecinde en ağır faturayı Bosna-Hersek ödedi, ödettirildi. Zira Bosna-Hersek’in durumu diğerlerinden farklı idi. Hem etnik hem de dini olarak Boşnak (etnik olarak aslında Sırplar gibi Slav ırkından)-Müslüman, Sırp-Hıristiyan (Ortodoks) ve Hırvat-Hıristiyan (Katolik) olmak üzere üç halktan oluşuyordu. Ayrıca Hırvat’lara hem Hırvatistan hem de Katolik olmaları sebebiyle İtalya (Vatikan) ve Almanya kol kanat gererken, Boşnaklar tamamen silahsız ve desteksiz idiler. Sırplar ise hem Yugoslavya’nın belkemiğini ve ordusunu oluşturan Sırbistan’ın ve hem de Ortodoks olmaları sebebiyle Rusya’nın her açıdan desteğine sahiptiler. İşte bu yüzden Boşnaklar deyim yerindeyse sıfırdan bir bağımsızlık macerasının ortasında buldular kendilerini. Sırplar, Yugoslavya’nın NATO ve AB tarafından parçalanma sürecinin faturasını neredeyse bütünüyle etnik köken olarak aynı, dini açıdan farklı oldukları Boşnak komşularına deyim yerindeyse tarihin nadir gördüğü, insan aklının havsalasının almakta zorlanacağı işkence, vahşet ve katliam yöntemleriyle çok pahalıya ödettiler. 
Yazının burasında bir antiparentez açmak istiyorum. Diğerleri ayrılsa bile Boşnaklar ve özellikle onların lideri Aliya İzzetbegoviç (ki kendisi sevdiğim ve saygı duyduğum bir kişidir), ayrılma düşüncesine prim vermeden Bosna’daki Sırplarla birlikte hareket edip ABD ve AB’nin planlarını bozsa idi, onların planlarına alet olmasa idi daha akıllıca olmaz mı idi diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Zira bütün her şey olup bittikten sonra Sırbistan ve Bosna-Hersek dahil tüm eski Yugoslavya’yı oluşturan federatif bölgeler ABD ve AB’nin kucağına düştüler. 
Neyse kaldığım yerden devam edeyim. Sırplar, Bosna-Hersek’i mümkünse tümüyle ele geçirmek, Hırvatlardan ve Boşnaklardan temizlemek için kısmen Hırvatlara fakat büyük kısmı Boşnaklara olmak üzere tabir-i caizse soykırım, etnik-dini arındırma uyguladılar, Bosna-Hersek’i adeta yediden yetmişe Boşnaklar için bir mezbahaya çevirdiler; cana, mala kastetmeleri yetmiyormuş gibi Müslümanları aşağılamak ve onurlarını zedelemek için tecavüz kampları kurdular, Boşnak kız ve kadınlarını savaş boyunca tecavüze maruz bırakıp sırp çocukları doğurmaya zorladılar. İnsanlık adına tutunacak ne bir dal, ne bir değer bıraktılar. 
Peki bütün bunlar olup biterken, bağımsız Bosna-Hersek Devletini hemen tanıyan BM, ABD, NATO, AB, Almanya, İngiltere, Fransa, Hollanda ve bunlar gibi diğer tüm uygar, çağdaş, demokratik, laik, insan hak ve hürriyetlerini savunan devletler ne mi yaptı? HİÇ. Aslında keşke hiç olsa idi, savaşın başında aslında Boşnakları etkileyen silah ambargosunu uygulayan BM idi; BM güvenli bölgeleri diye Boşnakları buralara doldurup silahlarını toplayan ve Srebrenitsa’da olduğu gibi onları koyun gibi boğazlanmaları için teslim eden BM Hollandalı komutan Karremans ve askerleri idi (aslında Hollanda devleti); Sırplarla birlikte Boşnak kız ve kadınlara tecavüz eden BM Kanada’lı komutan Mackenzie ve diğerleri idi; ve daha bir çok açık ve kapalı destek sürdü gitti soykırım boyunca. 
Ve sonunda Bosna-Hersek’te şartlar olgunlaşıp istedikleri kıvama gelince ve özellikle cephede savaş Boşnaklar lehine dönünce “kurtarıcı” rolünde ABD ve NATO sahneye çıktı.  Zira Boşnaklar yeterince acı çekip hırpalanmış, Bosna yerle bir edilmiş, Boşnakların nüfusu azaltılmış, Bosna’da savaş sırasında istedikleri demografik değişiklikler oluşmuş, hatırı sayılır miktarda silah satışları ile yüklü karlar sağlanmış, Sırplar yeteri kadar günaha batmış, batırılmış ve Bosna’da yaşayan üç topluluğun yıllarca birbirinin yüzüne bakamayacağı ve birlikte yaşamanın nerdeyse zorlaştığı, imkansız hale geldiği düşmanlıklar oluşturulmuş idi. 
Artık ABD (NATO) ve AB, tüm eski Yugoslavya’da olduğu gibi Bosna-Hersek’te de kurtarıcı rolünde ve barış güvercini olarak akıldan-izandan ve basiret-ferasetten yoksun tarafları, kendilerine her açıdan bağımlı, bağımsız?! devletçikleri ABD’nin Dayton kasabasında toplayıp onların dediği, isrediği değil kendi istediği şartlarda bir barış anlaşmasını metazori imzalattı. Artık kurduğu plan gerçekleşmiş, devletçikler faka basıp tufaya düşmüşlerdi. Eski Yugoslavya’da egemenlik ve sömürüsünü gönül rahatlığıyla sürdürebilir, üsler açabilir, kapitalizmin (emperyalizmin) yeni av sahasında dilediği gibi oraları imar edebilir, ABD kültürünü ve uluslar arası şirketler ürünlerini pazarlayabilirdi. Rambodan sonra McDanolds, Pizza Hut ve KFC bolca şube açabilir, sinemalarda Hollywood masalları (pardon filmleri) gösterilebilirdi. 
O gün bugündür, tam 20 yıldır bu anlaşma yürürlükte, fakat bu anlaşma taraflara nihai anlamda bir şey kazandırmadığı gibi, problemleri canlı tutmakta, ABD ve AB’nin her an kontrol ve müdahale edebileceği bir zemini oluşturmaya devam etmektedir. Yugoslavya’nın dağılmasıyla oluşan bu bağımsız bağlı devletçiklerin kaderi AB tarafından yutulmak ve ABD tarafından sömürülmektir. Bu halleriyle onları başka bir şey beklemiyor. 
Son olarak dün yani Srebrenitsa’daki soykırımın 20. yılında düzenlenen törende olup bitenler hakkında bir-iki not düşmek istiyorum. Törende Srebrenitsa’da yakınlarını kaybedenler, törene katılan Sırbistan başbakanını yuhalayıp, taş ve şişe yağmuruna tuttular. Anma etkinliklerine katılan dönemin ABD başkanı Bill Clinton’ı ise alkışladılar. Bu manzarayı görünce ABD’nin istediği sonuca ulaştığını ve kazandığını bir kere daha anladım. Neden mi? Aslında Yugoslavya’nın parçalanması en başından beri bir NATO (ABD) planı idi. Bu nedenle ABD bu plan gerçekleşene kadar Bosna’daki trajediye bilerek ve isteyerek seyirci kaldı. Zamanı geldiğinde müdahale etti ve kendi şartlarını taraflara dikte etti. Srebrenitsa’daki katliamın tetikçileri, uygulayıcısı Bosna Sırpları da olsa, perde arkasındaki esas sorumlu, azmettirici ABD’dir. Bill Clinton, 'cinayet mahalline geri gelen katil'den başkası değildir. İstese önleyebileceği bir savaşı ve Srebrenitsa katiamını ABD’nin adi menfaatlerine uygun düşmediği için önlememiş, bilakis yardım etmiştir. Bir Fransız gazetecinin yeni elde ettiği bilgi ve belgelere göre ABD, İngiltere ve Fransa, Sırpların Srebrenitsa’ya saldırılarına müdahale etmemek için aralarında gizlice anlaşıp karar almışlar, CİA’da uydudan katliamı izlemiş (Bugün, 06.07.2015). Kaldı ki Sırbistan başbakanı oraya gelerek doğru bir adım atıyor, bir nevi özür diliyor. Demek ki aradan 20 yıl geçmesine rağmen Boşnakların acıları dinmemiş, geçmemiş (zira dinecek, geçecek gibi değil) fakat hala olayın aslını, faslını fark etmemişler, asıl taşlayacakları şeytanı karıştırmışlar, şaşırmışlar. Keşke Sırbistan başbakanına hiçbir nezaketsizlik yapmayıp tepkilerini, öfkelerini ABD başkanına yöneltseler idi. Clinton denen rezil, bu tablo karşısında sevinmiştir, bu toplulukların arasını ayırdık, düşmanlık tohumları ekip birbirlerine düşman ettik, bize artık gerek yok, artık rahat olabiliriz diye. 
Fakat Boşnaklara haksızlık etmeyelim, bu bilinç, bu basiret ve feraset yalnız onlarda yok ki, Müslümanların yaşadıkları coğrafyanın neredeyse tümündeki halklarda da yok, sadece halklar olsa yine iyi, aydın, akademiysen, alim, molla ve yöneticilerinde de yok kahir ekseriyetle. Olsa idi Irak, Suriye, Libya’da olanlar olmaz idi, oralar da Yugoslavya örneğinde olduğu gibi parçalanma, bölünme sürecine girmez idi. Demek ki neymiş bizler aklmızı başımıza devşirip aramızdaki sornları oturup birlikte güzelce çözmez ve birliğimizi-beraberliğimizi sağlayamazsak, elin oğlu ta uzak ülkelerden gelip ona ırak, bize yakın Irak’ı, Suriye’yi, Libya’yı yeni Bosna’lara, Srebrenitsalara çevirir de bakar durur, yanar dururuz.
 Dersimizi aldık mı bilmem, aldıysak hadi ezber etmeye (gereğini yapmaya), kardeşlik türküleri söylemeye, şeytanı ve dostlarını önce zihinlerimizden, sonra yaşantımızdan ve en sonunda da bu coğrafyadan kovmaya.
Son olarak sizleri 20 yıl önce gerçekleşen ve aradan geçen bunca yıla rağmen acısı hala geçmeyen, taze olan bu katliama ait gerçek görüntülerden hazırlanmış bir videoyu sunmak istiyorum, istiyorum ki bu ve benzer zulümleri, insanlığa karşı işlenmiş suçları unutursak bizi ne Allah affeder, ne de kulları. Unutmayacağız ve unutturmayacağız ki bir daha dünyanın hiç bir yerinde bu ve benzeri facialar, katliamlar, soykırımlar yaşanmasın. Her ne kadar benzer acılar, trajediler, zulümler Filistin’de, Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, Libya’da, Arakan’da, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da bütün hızıyla devam etse de. Zira dün sırpları kışkırtan, kiralık katil olarak kullanan NATO, BM, Avrupa Birliği, ABD, Rusya, Çin ve onların işbirlikçileri dün Bosna ve Srebrenitsa’da işledikleri cürümü, vahşeti, zulmü oralarda, ağırlıklı olarak İslam coğrafyasında devam ettiriyor.


9 Temmuz 2015 Perşembe

SREBRENİTSA KATLİAMI(SOYKIRIMI)NIN 20. YILDÖNÜMÜ MÜNASEBETİYLE (ALİYA VE SREBRENİTSA)

Aliya İzzetbegoviç
Alija İzetbegović (Boşnakça söyleyişi: [alija izɛtbɛɡɔʋitɕ]; 8 Ağustos 1925 - 19 Ekim 2003), Boşnak devlet adamı ve bağımsız Bosna-Hersek'in ilk cumhurbaşkanı.

·         Kabile ve ulusun dar sınırlarından kurtulmak için Müslüman olarak düşünmeye başlayın.
·         Putları reddet, idealleri koru.
·         Okumak özgürlüktür.
·         Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın.
·         Bize saldıranlar, hazreti İsa'nın bütün sözlerini çiğnemişlerdir. Irza tecavüz, masumları katletmek hiçbir dine sığmaz. Onlar cani ve sadece canidir. Bunu aklınızdan çıkarmayın.

5 Ekim 2002 seçimlerinden önce SDA kongresinde
·        Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.
·        Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna'nın özünü de zedeliyor.
·        Bir kelimeyi hiç aklınızdan çıkarmayın: Devlet. Devletin ne kadar önemli olduğunu hepimiz idrak etmeliyiz. Devletsiz bir millet boşluğa düşer, rüzgarda savrulup gider.
·        İktidara gelirseniz, hal ve hareketlerinize dikkat edin. Kibirli olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin. Size ait olmayan şeyleri almayın, güçsüzlere yardım edin ve ahlak kurallarına uyun. Unutmayın ki sonsuz iktidar yoktur. Her iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce milletin ve nihayet Allah'ın önüne hesap verecektir.
·        Bu adil bir barış olmayabilir; fakat süren bir savaştan daha iyidir. (Bosna savaşını bitiren Dayton anlaşmasını imzalarken)
·        Sanat için soyunana alkış tutanlar Allah için giyinene neden zulmeder?
·        Savaş zamanı Aliya İzzetbegovic kentte yürürken Sırplar tarafından bombardıman başlar. Yere yatan bir kadın "-Başkanım yatın lütfen bombardıman başladı" der.Cesaretiyle tanınan Aliya "-Bu düşünülmüş ve uzun bir yürüyüştür" diyerek yürümeye devam eder.
·        Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.
·        Kaybedenlere karşı duyduğumuz sempati asla aklımızdan kaynaklanmamaktadır, Bu sadece öldükten sonra anlayabileceğimiz yani bu dünyaya ait olmayan bir duygudur.
·        Yugoslavya Hükümetini diyemem ama Yugoslavya'yı çok severim. Fakat itiraf edeyim ki özgürlüğü daha çok severim
·        Ben Müslümanım ve Müslüman olarak kalmaya kararlıyım. Bu hayatımın sonuna kadar böyle devam edecek. Çünkü İslam benim için iyi ve asil olmanın en doğru ifadesidir.
·        Tanrısız ve insansız bir dünya cenneti kurmayı hayal edenler, bu hayallerinin enkazı altında kalmaya mahkumdurlar.
·        Bizi, yok etmekle tehdit ediyorlar. Ama bilsinler ki Müslümanlar yok olmayacaktır.
·        Aslına bakarsanız içinde yaşadığımız mekan ve çağdan dolayı bir katliam beklemiyorduk. Yaşadığımız mekan, Avrupa. İçinde bulunduğumuz çağ, 20. yüzyılın sonuydu.
·        Uzun hayatım boyunca pek çok iş yaptım. Ancak bugüne kadar ki en zor işim Dayton’daki anlaşma masasına oturmak oldu. Benim derdim muzaffer bir komutan olarak anılmak değil ülkeme koltuğumun altında makul bir barış anlaşması ile dönmekti. Sırplar sadece benim önerilerime ters düşen önerilerle değil, aynı zamanda tüm adalet ve insanlık duygularına ters düşen önerilerle çıkıyorlardı karşıma. Böyle bir barışı kabul etmek çok zordu. Ancak çok zor olan başka bir şey vardı; eve “savaşa devam ediyoruz” cümlesi ile dönmek. Bu yapılması neredeyse imkansız bir tercihti ve ben kendimi çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum.
·        Dünya üzerindeki Müslümanların vaziyetini düşündüğümde ilk sorum hep şu olur: Acaba hak ettiğimiz kaderi mi yaşıyoruz, acaba vaziyetimiz ve mağlubiyetlerimiz konusunda daima başkaları mı suçlu? Eğer biz suçluysak -ki ben böyle olduğu kanaatindeyim- yapmamız gereken neyi yapmadık, yahut yapmamamız gereken neyi yaptık? Bana göre bunlar, bizim imrenilmeyecek vaziyetimizle ilgili iki kaçınılmaz sorudur.
·        Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.
·        Şimdi güneşin altındaki yerimizi alma zamanı.
·        Allah'a yemin ederim ki biz köle olmayacağız.(Mezar taşının en altında. )
·        Yaradanın iradesine teslimiyet, insanların iradelerine karşı bağımsızlık demektir.

Özgürlüğe Kaçışım adlı eserinden alıntılar

·        Kadınların ev dışında istihdamı ve üretime katılması yönündeki ısrarlı baskının psikolojik bir şekli de vardır: Bu, doğum yapmak, çocuk yetiştirmek ve aileye bakmak yoluyla kadının evde ürettiği iktisadi değerlerin tanınmamasından oluşur. Günde 10-12 saatini eve ayıran bu işçi, bu ev hanımı, istatistiklerimiz tarafından işsiz olarak sunulur ve "çalışmayan unsur" başlığı altında tasnif edilir. Hepimiz bir kadının ne kadar meşgul olduğunu bilir, ama aynı zamanda görmezden geliriz. Kadının çalışmasının bu şekilde gözardı edilişi, evi terkedip ailesine sırtını dönmesi için ona yapılan baskının bir başka ve bu kez ahlaki bir şekildir. İslam kültürü diğer yöne gitmek zorundadır. Bunun başlangıcı da, annenin ev hanımının işinin tanınması olacaktır.
(Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım - Zindandan Notlar, 382. Not)

·         Hayat tehlikeli bir şeydir. Güvensizlik yaşamanın bedelidir. Sadece ölenler ile asla doğmayacak olanlar mutlak anlamda güvendedirler.
(Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım - Zindandan Notlar, 534. Not)

·         Hayat kısa sözüne hiç itibar etmedim. Çünkü yeterince uzun yaşadığımı düşünüyorum
·         Ama ben insanın sorumluluklarından kolayca kaçabileceği tanrısız bir dünya anlayışını kabullenemezdim.
(Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım-Zindandan Notlar, 2156. Not)

·         İslâm tarihi henüz yazılmayı bekliyor. El'an bu başlık altında mevcut olan şey gerçek tarih dışında her şey. Bu da şaşırtıcı değil. İslam tarihi objektif bir zihin ve ihtisasa dayalı olarak değil fakat ya ateşli bir nefret veya ateşli bir aşkla yazılmıştır! Aşk ve nefretle şiir yazabilir, tarih değil.
(Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım-Zindandan Notlar, 2358. Not)

·         Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, aklımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız? Küçük ve kırılgan bir insanda bile insanlığa katkıda bulunabilecek büyük bir ruh bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede? Nerede buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız?
(Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım-Zindandan Notlar, 3093. Not)

·         Bazen İslam bana bütünü itibariyle, insanın bir melek olmaya çalışmaksızın –çünkü olamaz- ve kendisini hayvan seviyesine düşürmeksizin –çünkü bir hayvan olmamak zorundadır- kendi tabiatına bağlanması yönünde yapılmış bir talep gibi gelir.
(Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım-Zindandan Notlar, 3639. Not)

·         Şunu unutmamalıyız: Hz. Muhammed putperestlere karşı savaştı, ama onlarla anlaşma da yaptı.
(Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım-Zindandan Notlar, 2226. Not)

·         İnsanlar daima bir şeyler kutluyor, ayin yapıyorlar. Kutlama yapılmaksızın duramazlar. Sâni 'Teâlâ'ya ibadet etmezlerse, O'nun eserine ibadet ederler. Hâlık Teâlâ'ya secde etmezlerse mahlukata secde ederler. Tüm fark budur, ama esaslıdır.
(Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım-Zindandan Notlar, 3156. Not)