30 Nisan 2015 Perşembe

UZUN LAFA NE HȂCET, HER ŞEY AÇIK VE NET-13

Terör devleti, Devlet terörü ve “Soysuzlar çetesi”ne dair çarpıcı tespitler

“…Çünkü İsrail kendisinden yarar umulan değil, zarar verme potansiyelinden korkulan bir ülkedir. Gerek diasporası, gerekse ABD'nin tam desteği nedeniyle pek çok ülke İsrail'le dost geçinmek zorunda. Batı dünyasında İsrail hakkında samimi düşüncelerini söyleyebilen lider yok gibidir… İsrail her şeyden önce küresel finans sektörüne hükmettiği algısı nedeniyle korkutuyor. Dünyanın dört bir tarafına yayılmış Yahudi işadamlarının İsrail'e gözü gibi baktığı düşünülüyor. ABD ve Avrupa'da güçlü bir Yahudi işadamları grubu var ve bunların arasında gerçek anlamda kapalı bir dayanışma söz konusu. Bu yüzdendir ki İsrail ne üretse ABD ve Avrupa'da alıcısı hazır. İkinci olarak İsrail'e dokunana ABD'nin zarar verdiği algısı dünyada yaygın. Batı'nın bir diğer kaygısı ise anti-Semitik damgasını yemek. İsrail dünyanın gözünü öylesine korkutmuş ki İsrail'e en ufak bir eleştiri dahi anti-Semitik damgasını yemeye yetebiliyor… Evet, şunu göz ardı etmeyelim, İsrail bir terör devletidir yani terör faaliyetleri sonucunda kurulmuştur. İlk başbakanları, bakanları teröristtir… İsrail'in temelindeki şiddet örgütlenmesi bugün de devam ediyor. İsrail'de devlet mi orduya sahiptir, ordu mu devlete sahiptir anlayamazsınız. İsrail de her şey silahlı devlettir. Türkiye'de derin devlet var diyoruz ya İsrail'in tamamı derin devlet gibidir. Bütün devletler İsrail'den endişe ederler. Dışarıda terör uygulayan bir devletten bahsediyoruz…” (İsrail terörle kuruldu, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Başkanı Sedat Laçiner’le röportaj, Mehmed Gündem, Yeni Şafak, 09.02.2009)

Siyonist çete devlet olursa ve de adam yerine konursa olacağı budur elbette…

…Önceki gün Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’u bakanlıktaki makamı yerine İsrail parlamentosundaki odasına çağırıp kapıda bekleten İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Ayalon, elçinin itirazlarına rağmen basını kameralarıyla içeri aldı. Ayalon, elini sıkmadığı ve yiyecek-içecek ikram etmediği Çelikkol’u üzerinde sadece İsrail flamasının durduğu sehpanın karşı tarafında, kendisiyle iki yardımcısının koltuğundan daha alçak bir koltuğa oturttu. Ayalon, gazetecilere İbranice şunları söyledi: “Dikkatinizi çekerim; o daha alçak, biz daha yüksek koltukta oturuyoruz, masada sadece İsrail bayrağı var ve gülümsemiyoruz.”

…Önceki gün Erdoğan’ın Lübnan Başbakanı Refik Hariri ile basın toplantısında İsrail’e Gazze sebebiyle yine çatması da kriz yarattı. İsrail Dışişleri sözcüsü Yossi Levy, ‘Türk Başbakanı’nın gemi azıya almış azarları, İsrail ve Yahudi karşıtı dizinin yayımını anımsatıp, şu çıkışı yaptı: “İsrail Türkiye’ye karşı saygılı olmaya özen gösteriyor, iki ülke arasında düzgün ilişkilerin devamını istiyor, ama aynı karşılığı da görmeyi bekliyor. İsrail devleti, Hizbullah ve Hamas terörü ve füzelerine karşı vatandaşlarını koruma hakkına sahiptir. Türklere gelince, onlar, İsrail devletine ve dünyanın en ahlâklı ordusu olan İsrail Savunma Kuvvetlerine vaaz verecek en son kişilerdir.” (www.radikal.com.tr, 13.01.2010)

Doğru söze ne denir?

“…Obama dönemi, "Amerikan emperyalizminin şekere bulanıp yutturulduğu" bir dönem olacaktır. O kadar. Eskisi sert keseliyordu, bu yumuşak sabunlayacaktır. Hamam aynı, su aynı, sabun aynı, tas aynıdır. Tellak değişmiştir…” (Pirezidan Hüseyin, Engin Ardıç, Sabah, 06.11.2008)

Olur mu uleyn demeyin, oldu bile. Hussein Barrack Obama da Nobel barış ödülüne layık görüldü. Bu barış ödülünü verenlerin …#!?&%+

“…Onlara göre Obama ''Uluslararası diplomasiyi ve halklar arasındaki işbirliğini güçlendirmek konusunda olağanüstü çaba harcamış' ve dolayısıyla bu BARIŞ Ödülü'nü hak etmişti. Yapmayın Allah aşkına! Bu ödülü veren kurul üyeleri ile ilgili olarak hep çok şey yazılır ve çizilir. Ama kurul üyeleri ilk kez böylesi APTALCA ya da bizi sinirlendirmek ve bizimle alay etmek için ZEKİCE bir karar almıştı. Adam Başkan olalı henüz 9 ay olmamışken ve bu süre içinde hiçbir konuda somut hiçbir karar ya da adım atmamışken nasıl oluyor da kurul üyeleri ödülü Obama'ya veriyor? Elbette ödül ve para onların, istedikleri adama verirler. Örneğin; aynı kurul, Başbakan Erdoğan'ın Davos'ta 'One minute' diyerek 'Siz insan öldürmeyi çok iyi bilirsiniz' dediği İsrail Cumhurbaşkanı Perez'e de 1994'te Barış Ödülü vermişti. Oysa Perez 1934'te Polonya'dan Filistin'e göç ederek Filistin halkına karşı katliamlar yapan Siyonist örgütlere katılmış, 1949 yılından itibaren hep askeri görevler almış, İsrail'in nükleer güce sahip olmasında başrol oynamıştı. Ve böylece Nobel Barış Ödülü'nü hak etmişti! Irak ve Afganistan'dan çekilmeyen, İsrail'in saldırgan ve barış düşmanı tavrına destek veren, bizim coğrafyamızı ilgilendiren hiçbir konuda hiçbir adım atmayan ve dünya barışına hiçbir katkısı olmayan Obama belki de aynı anlayışla ödülü hak etmişti…” (Bizi aptal yerine koyuyorlar, Hüsnü Mahalli, Akşam, 10.10.2009)

Unutma, unutturma! Ve tuhaf bir yorum.

“…‘Medeniyetler Çatışması’ tezinin mimarı Huntington’ın son nefesini verdiği saatlerde İsrail, Yahudilerin kutsal günü sayılan, çalışmanın, ateş yakmanın, paraya dokunmanın, arabaya binmenin dahi yasak olduğu Şabat günü Gazze Şeridi'ni cehenneme çeviren bombardımanı başlattı. Saldırı, Gazze'de çocukların okuldan çıktığı sırada düzenlendi. Dumanların yükseldiği kentte annelerin çocuklarını bulmak için gösterdiği çabalar yürek burkutucuydu. Üstelik İsrailli yetkililer Gazze saldırısının henüz "başlangıç" olduğunu açıkladılar… Bu nasıl bir ruh halidir? Fakat bu saldırıdan tarihin not defterinin satır aralarına, Hamas polis güçlerine katılacak yeni polisler için düzenlenen mezuniyet tören alanına yağdırılan bombaların ardından objektiflere yansıyan görüntüler geçti. Böyle bir günde bombardıman emri vermek nasıl bir ruh halinin ürünüdür, takdiri dünya kamuoyuna bırakıyorum. Yaralı Filistinli polisin son nefesini verirken yukarı kaldırdığı elinin işaret parmağıyla “Allah birdir” işareti yaparken son nefesinde zikrettiği kelime-i şahadet görüntüsü tüm İslam dünyasının vicdanlarına kazındı…” (Ölümü tam da o güne denk geldi, Prof. Osman Özsoy, www.haber7.com, 29.12.2008)

Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin: “İsrail’in bu tahrikleri sürdükçe terörle mücadelede başarılı olmak mümkün değildir”. (www.radikal.com.tr, 04.01.2009)

Al benden de o kadar…

…15 ay aradan sonra Filistinlilerle İsrâilliler arasında ABD vâsıtasıyla “dolaylı” barış görüşmelerinin yeniden başlayacak olması da bir başka soytarılık! Amerikan “Fevkalâde Sefîr-i Kebîri” George Mitchell iki taraf arasında “mekik” dokuyarak birinin lafını ötekine yetiştirecek, bu dostlar alışverişde görsün diplomasisi bir 15 ay daha sürecek, İsrâil o arada Batı Şeria’ya 150.000 Yahudi daha yerleştirecek, Başkan Obama ve Bayan Clinton bu işe “Tüh, tüh, keşke yapmasalardı!” şeklinde sert tepki gösterecek, sonra İsrâil bilmem kaç düzine uçakla gidip bilmem kaç yüz Filistinliyi daha temize havâle edecek ve müzâkereler 15 aylığına inkıtâa uğrayacak. Ben böyle barışın... (Yağmur Atsız, Star, 09.03.2010)
Ve sonra…

[İsrail 8 Temmuz 2014’te Gazze’ye askeri müdahalede bulundu, 50 günde 2 bin 100’den fazla Filistinli hayatını kaybetti. Ölenlerin en az yüzde 70’i sivil, 500’ü çocuktu. 11 binden fazla kişi yaralandı, 100 binden fazla kişi evsiz kaldı. (www.bianet.org, 21.01.2015)

İsrail'in, işgal altında tuttuğu Doğu Kudüs'te 77 yeni yerleşim birimi inşa etme kararı aldığı bildirildi. (www.gazeteuzay.com, 27.04.2015)]

Barış Türküsü

Barış türküsü söylüyor dünya bebeğim  / Yüreğine namlular ateş kusarken  / Yarınlar seninmiş güya bebeğim / Darağacı boynuna kement atarken.
Çarklar böyle dönüyor inan bebeğim / Bu lafların ardında yalan bebeğim / Ne sınırsız bir dünya, ne insanlık sevgisi / Barış çığlıklarında savaş bebeğim.
Sana dostuz diyenlere kanma bebeğim / Sırtındaki hançerin sahibi onlar / Yıllar yılı vurulan sensin bebeğim / Katleden her silahın mermisi onlar.

Söz-Müzik: Gündoğar, Seslendiren: Hasan Sağındık

21 Nisan 2015 Salı

UZUN LAFA NE HȂCET, HER ŞEY AÇIK VE NET-12

İster inanın, ister inanmayın.
Baykal ve Öztürk gerçeğin peşinde!..

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Can Dündar'ın Cumhuriyet'in 85. yıldönümünde vizyona giren 'Mustafa' filmini beğenmedi. Önceki gece galasına katıldığı filmle ilgili görüşlerini yakın çevresiyle paylaşan Baykal, şu yorumu yaptı: “…Atatürk'ün sofrası, içki içilen, coşku bulunmayan, sanki başarısız olmuş, bıkmış, umutsuz, yalnız ve yaşlı bir adamın sofrası olarak lanse ediliyor. Atatürk günde bir büyük rakı içen, kadınlara zaafı olan birisi olarak gösterilmiş. Zaafları olabilir… Atatürk kendi döneminin tüm liderleri diktatör olduğu halde bu yönde hiçbir eğilimi olmayan bir liderdi… Filmde, cumhuriyeti kurmak için birlikte hareket ettiği arkadaşlarını sonradan yemiş, onlara ihanet etmiş gibi gösteriliyor. Bunlar gerçek değil…” (Sabah, 30.10.2008)

Hulki Cevizoğlu’nun Ceviz Kabuğu programına katılan Yaşar Nuri Öztürk, “Mustafa’yı, Atatürk’ü önce sıradanlaştırmak, sonra da dışlamak için yapılmış bir film” olarak değerlendirdi. Öztürk, “Bana göre bu film Atatürk’ü aleladeleştirmek için yapılmış. Aleladeleşirse etkisizleşir. Bu, Atatürk’e pusu kuranların oyunudur. Mustafa Kemal, Süleymaniye camisine haç takmalarına engel oldu. Hȃlȃ Mustafa Kemal’in rakısı ile uğraşmaları ayıptır. Fatih Sultan Mehmet çok şarap içerdi. Şimdi onu kaç fıçı ile çağ açtı diye mi değerlendirmeli?” dedi. (Vatan, 04.11.2008)

Şaka değil, kelimesi kelimesine aynı.
Laiklik / rakı ilişkisi!..

“Kim dinler: Laikler
Bir de cam bardağında rakı.
Safiye Ayla’nın kendi sesinden bir giriş ile başlıyor Ata’nın sevdiği şarkılar. Naim Dilmener’in de katkılarıyla hazırlanan albümde, favorim ‘Cana rakip’. Bir çay bardağı rakı eşliğinde güzel gider her daim. Albümü bütün laiklere şiddetle tavsiye ederim.” (Berrin Karakaş, Rafta kalmasın, Tempo, Sayı: 1085, 11.09.2008) 

Kampana

“Bir ara kadehinde rakısı kalmayan Atatürk her zaman, sofra üzerinde bulunan kampanayı alarak çan çan diye çalardı. Ben dahil sofraya hizmet eden tüm arkadaşlarım kadehinin boşaldığını fark edememişiz. Çanı çaldıktan sonra hepimize, herkese hitaben ‘Yahu demokrasi ilan ettik ise de bana bir tek rakı da mı vermeyeceksiniz’ diye espri de patlatmıştı. (Atatürk’ün kütüphanecisi Nuri Ulusu, Sabah Kitap, 19.11.2008)

Cumhuriyet ve rakı…

“Ey yükselen yeni nesil, cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek sizlersiniz.” K. Atatürk
(Haber Türk, 29.10.2009, Ön sayfa)
Beyefendiler, “kulüp rakı” sizlere emanet. Mey İçki
(Haber Türk, 29.10.2009, Arka tam sayfa)

Teşbihte hata olmaz mı demeli yoksa dervişin fikri neyse zikri o mudur?

Antalya'nın Kemer ilçesinde Atatürkçü Düşünce Derneği Kemer Şubesi tarafından ''Dinin ve Kadının Türban ile İstismarı'' konulu konferans düzenlendi. Kemer Belediyesi Kültür Salonu'nda yapılan konferansa katılan Doç. Dr. Şahin Filiz, ''Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, İslam dinini en iyi anlayan insanlardan biri'' dedi. Kur'an-ı Kerim'de ''türban'' gibi bir ifade olmadığını belirten Şahin, ''kadınlarımız, kendilerini erkeklerden bir adım geride görmeye itilmektedir'' diye konuştu.
Doç. Dr. Filiz, konuşmasının ardından izleyicilerin sorularını yanıtladı. Bu sırada bir katılımcının, ''Dinimizi öğrenmek için sadece Kur'an-ı Kerim'i kaynak alabilir miyiz'' sorusu üzerine Filiz, ''Kur'an-ı Kerim sek içilmez, yanında başka kaynakları da incelemek gerekir'' dedi… (www.haber7.com, 31.03.2008)

Tabu ve dogma

Can Dündar, 'Mustafa' filmi için ifade verdi. "Mustafa" filmi nedeniyle hakkında soruşturma başlatılan Can Dündar, Ankara Basın Savcısı Nadi Türkaslan'a ifade verdi. Dündar "Atatürk'ün sigaralı görüntülerini rötuşlayacak mıyız? İçki ile ilgili anılarını silecek miyiz? Hoşumuza gitmeyen görüşlerini de çıkaracak mıyız kitaplardan?" diye sordu. (Sabah, 20.12.2008)


16 Nisan 2015 Perşembe

UZUN LAFA NE HȂCET, HER ŞEY AÇIK VE NET-11

Fas’da doğmak=Müslüman olmak?!

“Fransa’nın Fas asıllı Adalet Bakanı Rachida Dati, hamile olduğunu açıkladı. 43 yaşındaki Müslüman bakanın ocak ayında doğum yapması bekleniyor. Merak edilen ise babanın kim olduğu. Dati bu konuda açıklama yapmayınca, söylentiler aldı başını gitti. Baba adayları arasında Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin bile adı geçiyor.” (Tempo, Sayı: 1084, 11.09.2008, sh.16)

Haber’e Yorum’um: Haberde, bakanın ‘müslüman’ olduğu ibaresi geçmese şaşırtıcı bir yönü yok, hatta bana kalırsa haber değeri bile yok. Zira “Fransa ve İngiltere’de her üç çocuktan biri gayri meşru. Bu ülkelerde ailenin yapılanması değişmiş gibi. Çocuğuyla yaşayan anne veya baba, özellikle de babasız çocuklar artmış. Sadece anne ve çocuktan oluşan ikili, bu yüzden aile kabul edilmeye başlandı.” (www.keskinbicak.net/cocuk-egitimi/babasiz-cocuklar.html) Kadın, adalet bakanı olmasa “muasır medeniyet(!)” liginde olan bu ülkede bebeğin babasını inanın kimse merak etmez bile. Benim acizane, ucu Sarkozy’ye kadar uzanan bu babanın kim olabileceği meselesine bir çözüm önerim var. Fakat “aziz ve pak” İslam’ı bu konu dışında tuttuğumdan -niye derseniz ortada bir zina durumu ve de Allah’ın “zina’ya yaklaşmayın” emrine teslim olmamış kişiler var-, tabiatıyla çözüm önerim de “cahiliye devri”nden olacak. Kaynaklarda yazar ki, “Cahiliye devrindeki nikah şekillerinden biri şu idi. Sayısı ondan az olmayan bir grup erkek bir araya gelerek bir kadının yanına giderler ve hepsi onunla ilişki kurardı. Kadın hamile kalıp çocuğunu doğurunca, birkaç gün sonra onların hepsine haber yollardı. Erkeklerin hiç biri gelmemezlik edemezdi. Hepsi yanına gelince kadın onlara: “Yaptığımız işin sonucunu görüyorsunuz. İşte şimdi doğum yaptım. Ey falan bu çocuk senindir” diyerek sevdiği erkeğin adını söyler ve çocuğu o adama verirdi. Adam da çocuğu almamazlık edemezdi. (Yoldaki İşaretler, Seyyid Kutub, Dünya yayıncılık, 3. baskı, 1997, sh.35) Yani “cahiliye” bile olsa mafya gibi bir raconu, yani kuralları vardı. Var mı öyle bir halt edip sonra sırra kadem basmak. Fakat yine de bu ‘cahiliye’ açmazın, çıkmazın ta kendisi değil mi? Söyleyin a dostlar.

Gerçek Müslüman(lar)a bak, hizaya gel!...

Son dönemde dinlerarası diyalog çalışmalarıyla öne çıkan Suudi Kralı Abdullah, ülkesinin önde gelen isimlerine verdiği bayram resepsiyonunda "Dinde aşırılığa kaçarak teröre karışanların gerçek Müslüman olmadığını söyledi. Suudi Kral "Fanatiklik gerçek Müslümanları tehdit ediyor. Aşırılığa kaçarak teröre karışanlar hem Müslümanların adını lekeliyor hem de dünyaya zarar veriyor. Onlar Müslüman değil, yalnızca kendilerini temsil ediyorlar" diye konuştu. Resepsiyona Çeçen lider Ramazan Kadirov ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas da katıldı. (Sabah, 11.12.2008)


9 Nisan 2015 Perşembe

UZUN LAFA NE HȂCET, HER ŞEY AÇIK VE NET-10

Uzaktan kumanda kimin elinde ya da kim kimi uzaktan kumanda ediyor?
Çünkü %3'ten daha azınız kitap okuyor. Çünkü %15'ten daha azınız gazete okuyor. Çünkü sizin tek gerçeğiniz bu televizyon ekranında gördükleriniz. Şu an dışarıda, bu ekranda gördükleri haricinde hiç bir şey bilmeyen koskoca bir nesil yaşıyor. Bu ekran, ilahi bir vahiy gibi. Bu ekran başkanlar, papalar, başbakanlar yaratıyor ya da yok ediyor. Televizyon gerçek değildir. Televizyon lanet olası bir lunaparktır. Televizyon bir sirktir, bir karnavaldır, gezici akrobatlar takımıdır, masalcılardır, dansçılardır, şarkıcılardır, hokkabazlardır, aslan terbiyecileridir ve futbolculardır. Biz eğlence dünyasındayız. Ama sizler, sabahtan akşama kadar, her yaştan, her renkten, her dinden insan bu lanet televizyonun başına oturuyorsunuz. Bildiğiniz tek şey biziz. Burada döndürdüğümüz illüzyonlara inanmaya başladınız ve televizyondakilerin gerçek, kendi hayatlarınızın ise hayali olduğunu düşünmeye başladınız. Televizyon ne derse onu yapıyorsunuz. Onun gösterdiği gibi giyiniyorsunuz, onun gösterdiklerini yiyorsunuz. Çocuklarınızı onun dediği gibi yetiştiriyorsunuz, hatta onun istediği gibi düşünüyorsunuz... Bu tamamen saçmalık! Tanrı aşkına, sizler gerçeksiniz, hayali olan biziz! (ABD'li medya ünlüsü Richard Albert'in sözlerinden)
Halil İbrahim bereketi
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış. Büyüğü Halil. Küçüğü ise İbrahim... Halil, evli ve çocuklu. İbrahim ise bekârmış... Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin... Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş. Bununla geçinip giderlermiş... Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar. İş kalmış taşımaya. Halil, bir teklif yapmış: İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle. Peki, abi demiş İbrahim... Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... . O gidince, düşünmüş İbrahim: Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine. Böyle düşünmüş ve kendi payından bir miktar atmış onunkine... Az sonra Halil çıkagelmiş. Haydi İbrahim demiş, önce sen doldur da taşı ambara. Peki abi, demiş İbrahim. Kendi yığınından bir çuval doldurup düşmüş yola. O gidince, Halil düşünmüş bu defa: Demiş ki: Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek. Böyle düşünerek, kendi payından atmış onunkine birkaç kürek. Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine. Bu, böylece sürüp gider. Ama birbirlerinden habersizdirler. Nihayet akşam olur. Karanlık basar. Görürler ki, bitmiyor buğdaylar. Hatta azalmıyor bile. Hak teala bu hali çok beğenir. Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki... Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler. Şaşarlar bu işe... Aksine çoğalır buğdayları. Dolar taşar ambarları.
Hüzünlü bir hikaye…

…Sami bir ara başını masadan kaldırıp daireye göz gezdiriyor. Sanki burada kimse yaşamamış, umutlar uyanmamış, kızgınlıkla söylenen sözler ağızdan çıkmamış, küsülmemiş, barışılmamış, hayattan şikayet edilmemiş, hiç hayal kurulmamış, hiç gözyaşı dökülmemiş, yenmemiş, içilmemiş, nefes alınmamış. Bomboş masaların üzeri kağıt kalem, evrak, simit kırıntısı görmemiş, sandalyeler üzerinde oturanın sıcaklığı kalmamış, takvimdeki yapraklar eksilmemiş. Hayat bu daireye uğramamış…” (Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı, Mustafa Kutlu, Dergah Yayınları, İstanbul, 2009, sh. 152)

ıÜüÜç çeşit insan

1- Ekmek gibidir, hergün aranır.

2- İlaç gibidir, l
ȃzım olunca aranır.

3- Mikrop gibidir, siz aramayın o sizi bulur.

Bir özlü söz

Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır ama görüş alanınız genişler.

Bir kamyon arkası yazısı


Gönlünde yer yoksa ayakta da giderim.


2 Nisan 2015 Perşembe

UZUN LAFA NE HȂCET, HER ŞEY AÇIK VE NET-9

Zerȃfet, letȃfet, hikmet ve hȃl diliyle konuşanlar…

Bir zamanlar İran’da bilginler ve şairler, “suskunlar meclisi” adıyla bir topluluk oluşturmuşlardı. Üye sayısı otuz kişiydi ve bunu arttırmıyorlardı. Üyeliğin ilk şartı çok düşünmek, az yazmak ve çok az konuşmaktı. O zamanlar meşhur şair ve bilgin Molla Camî, bu meclisin aşkındaydı. Günün birinde suskunlar meclisinin bir üyesinin öldüğünü duyunca, onun yerine aday olmak için bilginlerin bulunduğu köşke geldi. Kendisini karşılayan kapıcıya bir şey söylemeden, ismini bir kağıda yazarak o sırada toplantı halinde bulunan suskunlar meclisine gönderdi. Meclis üyeleri bu teklifi görünce biraz üzüldüler. Molla Camî oraya layık bir bilgindi ama ölen üyenin yerine başka birini almışlardı. Yeni bir üye için yer yoktu. Meclisin başkanı, bir bardağı tamamen suyla doldurduktan sonra Molla Camî’ye gönderdi. Zeki bilgin durumu kavramıştı. Bir damla daha olsa bardak taşacaktı. Bunun üzerine o da hemen oracıktaki bir gül dalından küçük bir yaprak koparıp, nazikçe suyun üstüne koyuverdi. Bardak taşmamıştı. Bunu içeri gönderdi. Meclistekiler bu kibar cevabın manasını anlamışlardı. Zarif insanların yeri başkaydı. Üyeler, bu değerli bilgini de aralarına almaya karar verdiler. Başkan listeye Molla Camî’nin adını ekledi. Otuz sayısının sağına bir sıfır koyarak, 300 yazdı. Bununla Molla Camî sayesinde, meclisin değerinin on misli arttığını belirtiyordu. Listenin son şekli Molla Camî’ye gelince, meseleyi anladı. Ancak sayının büyük gösterilmesinden hoşlanmadı. Sağdaki bir sıfırı silerek, otuz sayısının soluna koydu. Yani 030 yazdı. Alçak gönüllü Molla Camî, böylece kendisini solda sıfır sayıyor, bardağı taşırmadığı gibi, o meclisin yapısını da etkilemeyeceğini söylemek istiyordu. Diğer üyeler bunu görünce, saygı ve hayranlıkları bir kat daha artmış olarak suskunlar meclisinin yeni üyesini selamladılar. (Rıza Akdemir: Bir Demet Çiçek, Sh. 76-78’den özetle)
“Kıssadan hisse”ler
Avrupa'nın ünlü sanat merkezlerinden birinde, çocuğun biri, vitrinde çok hoş bir tablo görür. Tablonun bedeli oldukça yüksektir. Çocuk bu tabloyu bir sonraki sene abisinin doğum gününe almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği tüm para ile mağazaya gider. Şanslıdır, tablo hala satılmamıştır. İçeri girer, tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve; "Abimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum, tüm param da kadar" der. Ressam bir süre düşündükten sonra resmi paketler ve çocuğa satar. Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar. Mağazada sanatçının arkadaşları da vardır ve şaşkın şaşkın sorarlar: "Sen ne yaptın, o resmin değeri milyonlar ederdi. Neden bu kadar düşük bir rakama sattın?" Ressam cevap verir: "Evet, ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim, ancak tüm servetini bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim?...
Yaşamın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gitmişti. Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gördü. Fakat evi dikkatle gözden geçirdikten sonra, yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını gördü ve merakla sordu: "Neden hiç eşyanız yok?" dedi. "Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz… Onlar nerede? "Bilge, bu soruya karşılık olarak kendi bir soru sordu gezgin gence; "Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var, yavrum" dedi. "Peki, senin eşyaların nerede?" Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtladı bu soruyu: "Ama görüyorsunuz. Ben bir yolcuyum. "Ünlü bilge, hak verircesine güldü: "Ben de öyle, yavrum" dedi. "Ben de öyle…"
Hikmetli sözler


Eflatun'a iki soru sormuşlar.
Birincisi;
"İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?"
Eflatun tek tek sıralamış:
- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler...
- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler...
- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...
- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...
Sıra gelmiş ikinci soruya; "Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış:
- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır...
- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil, "en az şeye ihtiyaç duymaktır".