9 Nisan 2015 Perşembe

UZUN LAFA NE HȂCET, HER ŞEY AÇIK VE NET-10

Uzaktan kumanda kimin elinde ya da kim kimi uzaktan kumanda ediyor?
Çünkü %3'ten daha azınız kitap okuyor. Çünkü %15'ten daha azınız gazete okuyor. Çünkü sizin tek gerçeğiniz bu televizyon ekranında gördükleriniz. Şu an dışarıda, bu ekranda gördükleri haricinde hiç bir şey bilmeyen koskoca bir nesil yaşıyor. Bu ekran, ilahi bir vahiy gibi. Bu ekran başkanlar, papalar, başbakanlar yaratıyor ya da yok ediyor. Televizyon gerçek değildir. Televizyon lanet olası bir lunaparktır. Televizyon bir sirktir, bir karnavaldır, gezici akrobatlar takımıdır, masalcılardır, dansçılardır, şarkıcılardır, hokkabazlardır, aslan terbiyecileridir ve futbolculardır. Biz eğlence dünyasındayız. Ama sizler, sabahtan akşama kadar, her yaştan, her renkten, her dinden insan bu lanet televizyonun başına oturuyorsunuz. Bildiğiniz tek şey biziz. Burada döndürdüğümüz illüzyonlara inanmaya başladınız ve televizyondakilerin gerçek, kendi hayatlarınızın ise hayali olduğunu düşünmeye başladınız. Televizyon ne derse onu yapıyorsunuz. Onun gösterdiği gibi giyiniyorsunuz, onun gösterdiklerini yiyorsunuz. Çocuklarınızı onun dediği gibi yetiştiriyorsunuz, hatta onun istediği gibi düşünüyorsunuz... Bu tamamen saçmalık! Tanrı aşkına, sizler gerçeksiniz, hayali olan biziz! (ABD'li medya ünlüsü Richard Albert'in sözlerinden)
Halil İbrahim bereketi
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış. Büyüğü Halil. Küçüğü ise İbrahim... Halil, evli ve çocuklu. İbrahim ise bekârmış... Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin... Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş. Bununla geçinip giderlermiş... Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar. İş kalmış taşımaya. Halil, bir teklif yapmış: İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle. Peki, abi demiş İbrahim... Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... . O gidince, düşünmüş İbrahim: Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine. Böyle düşünmüş ve kendi payından bir miktar atmış onunkine... Az sonra Halil çıkagelmiş. Haydi İbrahim demiş, önce sen doldur da taşı ambara. Peki abi, demiş İbrahim. Kendi yığınından bir çuval doldurup düşmüş yola. O gidince, Halil düşünmüş bu defa: Demiş ki: Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek. Böyle düşünerek, kendi payından atmış onunkine birkaç kürek. Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine. Bu, böylece sürüp gider. Ama birbirlerinden habersizdirler. Nihayet akşam olur. Karanlık basar. Görürler ki, bitmiyor buğdaylar. Hatta azalmıyor bile. Hak teala bu hali çok beğenir. Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki... Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler. Şaşarlar bu işe... Aksine çoğalır buğdayları. Dolar taşar ambarları.
Hüzünlü bir hikaye…

…Sami bir ara başını masadan kaldırıp daireye göz gezdiriyor. Sanki burada kimse yaşamamış, umutlar uyanmamış, kızgınlıkla söylenen sözler ağızdan çıkmamış, küsülmemiş, barışılmamış, hayattan şikayet edilmemiş, hiç hayal kurulmamış, hiç gözyaşı dökülmemiş, yenmemiş, içilmemiş, nefes alınmamış. Bomboş masaların üzeri kağıt kalem, evrak, simit kırıntısı görmemiş, sandalyeler üzerinde oturanın sıcaklığı kalmamış, takvimdeki yapraklar eksilmemiş. Hayat bu daireye uğramamış…” (Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı, Mustafa Kutlu, Dergah Yayınları, İstanbul, 2009, sh. 152)

ıÜüÜç çeşit insan

1- Ekmek gibidir, hergün aranır.

2- İlaç gibidir, l
ȃzım olunca aranır.

3- Mikrop gibidir, siz aramayın o sizi bulur.

Bir özlü söz

Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır ama görüş alanınız genişler.

Bir kamyon arkası yazısı


Gönlünde yer yoksa ayakta da giderim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder