Uzaktan kumanda kimin elinde ya da kim kimi uzaktan kumanda
ediyor?
Çünkü %3'ten daha azınız kitap okuyor. Çünkü
%15'ten daha azınız gazete okuyor. Çünkü sizin tek gerçeğiniz bu televizyon
ekranında gördükleriniz. Şu an dışarıda, bu ekranda gördükleri haricinde hiç
bir şey bilmeyen koskoca bir nesil yaşıyor. Bu ekran, ilahi bir vahiy gibi. Bu
ekran başkanlar, papalar, başbakanlar yaratıyor ya da yok ediyor. Televizyon
gerçek değildir. Televizyon lanet olası bir lunaparktır. Televizyon bir
sirktir, bir karnavaldır, gezici akrobatlar takımıdır, masalcılardır,
dansçılardır, şarkıcılardır, hokkabazlardır, aslan terbiyecileridir ve
futbolculardır. Biz eğlence dünyasındayız. Ama sizler, sabahtan akşama kadar,
her yaştan, her renkten, her dinden insan bu lanet televizyonun başına
oturuyorsunuz. Bildiğiniz tek şey biziz. Burada döndürdüğümüz illüzyonlara
inanmaya başladınız ve televizyondakilerin gerçek, kendi hayatlarınızın ise
hayali olduğunu düşünmeye başladınız. Televizyon ne derse onu yapıyorsunuz.
Onun gösterdiği gibi giyiniyorsunuz, onun gösterdiklerini yiyorsunuz.
Çocuklarınızı onun dediği gibi yetiştiriyorsunuz, hatta onun istediği gibi
düşünüyorsunuz... Bu tamamen saçmalık! Tanrı aşkına, sizler gerçeksiniz, hayali
olan biziz! (ABD'li medya ünlüsü Richard Albert'in sözlerinden)
Halil İbrahim bereketi
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş
varmış. Büyüğü Halil. Küçüğü ise İbrahim... Halil, evli ve çocuklu. İbrahim ise
bekârmış... Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin... Ne mahsul çıkarsa, iki
pay ederlermiş. Bununla geçinip giderlermiş... Bir yıl, yine harman yapmışlar
buğdayı. İkiye ayırmışlar. İş kalmış taşımaya. Halil, bir teklif yapmış:
İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle. Peki, abi
demiş İbrahim... Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... . O gidince, düşünmüş
İbrahim: Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine. Böyle düşünmüş
ve kendi payından bir miktar atmış onunkine... Az sonra Halil çıkagelmiş. Haydi
İbrahim demiş, önce sen doldur da taşı ambara. Peki abi, demiş İbrahim. Kendi
yığınından bir çuval doldurup düşmüş yola. O gidince, Halil düşünmüş bu defa:
Demiş ki: Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim
bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek. Böyle düşünerek,
kendi payından atmış onunkine birkaç kürek. Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü,
kendi payından atar onunkine. Bu, böylece sürüp gider. Ama birbirlerinden
habersizdirler. Nihayet akşam olur. Karanlık basar. Görürler ki, bitmiyor
buğdaylar. Hatta azalmıyor bile. Hak teala bu hali çok beğenir. Buğdaylarına
bir bereket verir, bir bereket verir ki... Günlerce taşır iki kardeş,
bitiremezler. Şaşarlar bu işe... Aksine çoğalır buğdayları. Dolar taşar
ambarları.
Hüzünlü bir hikaye…
“…Sami bir ara başını masadan kaldırıp
daireye göz gezdiriyor. Sanki burada kimse yaşamamış, umutlar uyanmamış,
kızgınlıkla söylenen sözler ağızdan çıkmamış, küsülmemiş, barışılmamış,
hayattan şikayet edilmemiş, hiç hayal kurulmamış, hiç gözyaşı dökülmemiş,
yenmemiş, içilmemiş, nefes alınmamış. Bomboş masaların üzeri kağıt kalem,
evrak, simit kırıntısı görmemiş, sandalyeler üzerinde oturanın sıcaklığı
kalmamış, takvimdeki yapraklar eksilmemiş. Hayat bu daireye uğramamış…” (Tahir
Sami Bey’in Özel Hayatı, Mustafa Kutlu, Dergah Yayınları, İstanbul, 2009, sh.
152)
Üç çeşit
insan
1- Ekmek gibidir, hergün aranır.
2- İlaç gibidir, lȃzım olunca aranır.
3- Mikrop gibidir, siz aramayın o sizi bulur.
1- Ekmek gibidir, hergün aranır.
2- İlaç gibidir, lȃzım olunca aranır.
3- Mikrop gibidir, siz aramayın o sizi bulur.
Bir özlü söz
Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz
artar, nefesiniz daralır ama görüş alanınız genişler.
Bir
kamyon arkası yazısı
Gönlünde
yer yoksa ayakta da giderim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder