24 Nisan 2014 Perşembe

BEYİN FIRTINASI - 6 - Rejim ve Teminat

Rejim ve Teminat

Önce size birkaç haber.

[ “Emekli Orgeneral Necati Özgen, canlı yayında ‘Ülkenin tapusu TSK'nındır. TSK elbette siyasilerin emrindedir. Ancak ülkenin geleceği tehlikedeyse ben o lideri dinler miyim?’ dedi. (Sabah, 01.11.2005)”

“…Türkiye giderek muhafazakȃrlaşıyor. Bütün anketler bunu gösteriyor. Demek ki, siyasi partiler de bundan böyle dindarlaşacaklar ve milyonların beklentilerini karşılamaya çalışacaklar. İlerde, bu partilerden biri çıkıp, bir adım daha atıp din unsurunu ülke yönetimine tam anlamıyla sokmak istediğinde ne olacak? Bu gidişe laik medya mı karşı çıkacak? Silahlı Kuvvetler mi dur diyecek? Darbe yapıp, milyonları tanklarla mı korkutacağız? Böyle bir olasılığa sadece AB direnebilir. Bunun koşulu da tam üyeliktir. AB ancak tam üye durumuna girmiş bir Türkiye'ye güvence sağlayabilir. Türkiye'nin laik sisteminin güvencesi, Avrupa Birliğidir. (M. Ali Birand, Laik ulusalcılar AB’yi mumla arayacaklar, Hürriyet, 21.12.2007)”

        “Bursa’da bir hafta önce göreve başlayan Vali Şehabettin Harput, 15 Kasım 2007 tarihinde İznik Gölü’ne balık tutmak için giren ve bir daha kendilerinden haber alınamayan Nevzat Can ve Aydın Çil’in ailelerini ziyaret etti. Arama çalışmalarının, çocuklarının kaybolmasından 4 gün sonra başladığını söyleyen aileler de, “Aramaya geç başladılar, erken bıraktılar” diye yakındı. Bu siteme sinirlenen Vali Şehabettin Harput, “Siz devlete hesap mı soruyorsunuz? Kimsenin devletten hesap sorma hakkı yoktur” diyerek tepki gösterdi. (İHA, 04.01.2008)” ]

Tarihin her döneminde, her zaman yürürlükteki rejimin temel kabullerine (amentüsüne) aykırı fikirler riskli, tehlikeli addedilegelmiştir. Farklı fikirlere tahammülsüzlüğün, “vurun konuşturmayın” türü linç mantığının, resmi ve gayr-i resmi nice yaptırımın bolca bulunduğu yerlerde bir takım konularda söz söylemek, yazıp çizmek yürek isteyen netameli bir iştir. Yanlış anlaşılmak, sözün eğilip bükülmesi, farklı mecralara çekilmesi, zülfü yȃre dokunması her zaman mümkündür. Gürültü patırtı arasında ne söylenilmek istendiği unutulur, söyleyen söylediğine bin pişman edilir. Eğer yanlış bir kanaate sahipse (ki elbette yanlış ve doğru da referans aldığınız şeye göre değişir) fitil fitil burnundan getirilir, özür diletilip karşı çıktığı şeye iman tazelemeye davet edilir. Doğru söylemişse bile dokuz köyden kovulur, onuncu köyde (sosyal tecrit ya da fiziksel tecrit-mahpushane vb.) yeri ayırtılır. Bu onuncu köy, maalesef bazen tahtalı köy de olabilir, hatta uzak köyler (yurt dışı) de olabilir.

Gözümüzü açıp şu yaşa ulaştığımız bu ülkede, yarım asrı devirdik devirmesine de hȃlȃ korkularla yatıp kalkıyoruz. İçte ve dıştaki birtakım olaylar, gelişmeler karşısında da ‘rejimin falan ya da filan şeyin teminatı altında’ olduğu ifade edilir durur. Bu kimi zaman toplumun belirli bir etnik veya mezhebi kesimi, kimi zaman anayasa (mahkemesi), kimi zaman silahlı kuvvetler ve kimi zaman da -özellikle de son zamanlarda- AB olur. Ülkenin bölünmesi korkusu, İslamlaşma (onların deyimiyle irtica) korkusu, Sevr (işgal, parçalanma) korkusu ve benzeri korkular mütemadiyen çeşitli vesilelerle gündeme pompalanır durur. Allah’tan komünizm (sosyalizm) korkusundan Sovyetler Birliği dağıldı da kurtulduk. Elbette bu korkular, korkuların canlı ve gündemde tutulmasının getiri sağladığı kesimler için bulunmaz birer nimettir. Korkular olmasa nasıl ve ne ile yaptıklarını mazur gösterecekler, beceriksizliklerini ve menfaatlerini gizleyecekler, ülke insanın başında boza pişirip sultalarını sürdüreceklerdi, doğrusu bilemiyorum. Dünyanın başına musallat olmuş ABD, dün komünizm, bugün terör bahanesi ile insanları, ülkeleri korkutup egemenliğini sürdürüyor, çıkarlarını idame ettiriyorsa, ülke içinde de bu korkulardan nemalanan kişi ve kesimler var. Öyle görünüyor ki olmaya da devam edecekler eski güçlerinden çok şey kaybetseler de.

Fakat özellikle ülkenin yönetiminde söz sahibi olan ve olmaya çalışan insanlar şunu unutuyorlar, bilmek de istemiyorlar bir türlü. Ülkenin insanları ne zamana kadar bu korkularla korkutulmaya, çekip çevrilmeye devam edilecek? İnsanların tümü değilse de ezici çoğunluğu mutlu ve huzurlu değilse; can, mal, ırz, nesil ve inanç güvenliği tehdit altında ise;  itilip kakılıyor horlanıyorsa; en temel insani ihtiyaçlardan bile mahrumsa; geleceğe güvenle bakamıyorsa bu korkularla sürgit yönetilip yönlendirilebilir mi? Gün gelir bu oyunlar bozulmaz mı? Oynanan oyunu fark edenler çoğalmaz mı? Teminat, güvence diye bel bağladıklarınız rejimi ayakta tutmaya yeter mi? Devlet denen aygıt, ülke içinde yaşayan bütün insanların refah, huzur ve de mutluluğunu temin için var değil midir? Bunları temin edemeyince teminat diye sarıldıklarınız sizi nereye kadar götürür sanıyorsunuz? Unutulmamalı ki bir rejim için en sağlam teminat, o ülke içinde yaşayan insanların güveni, inancı, desteğidir. Aile için de öyle değil mi? Eğer bir evlilikte sevgi, saygı ve güven bitmişse; huzur ve mutluluk kalmamışsa bu evliliği neyle, ne zamana kadar sürdüreceksiniz? Eşinizi, evliliğin kazanımlarından dem vurup sokağa düşebileceği, bugünü arayabileceği korkularıyla mı ikna edeceksiniz? Baba evine göndermekle veya dayakla mı tehdit edeceksiniz?

Bir ülkede insanlarla sistem arasında bir uyum, güven, mutabakat varsa o ülkede darbe, muhtıra benzeri anormal şeyler olur mu? Hadi diyelim ki yıllarca provakasyon, suikast, komplo, fail-i meçhullerle insanları dehşete düşürüp korkuttunuz; halk üzerinde psikolojik harbi, özel harp yöntemlerini en acımasız biçimde uyguladınız; halkın çeşitli kesimleri arasında husumet yaratıp birbirine düşürdünüz; devleti ve devletlileri kanunlarla koruma altına alıp bunu da hukuki zemine oturttunuz; dokunulmaz, kutsal bir devlet yapısı oluşturdunuz. Bütün bunlar sizi nereye ve ne zamana kadar taşır? Varlık sebebinizin bir şekilde her türlü işlerini üzerine aldığınız insanlar olduğunu unutmamanız gerekmez mi? Sizin maaşınız, makamınız, her türlü imkȃnlarınız o tepeden bakmaktan kaçınmanız gereken insanların mutluluğu, huzuru için size sağlanmış değil midir? Öncelikle devleti üzerine oturttuğunuz ilkelerin, prensiplerin haklı, meşru, eşyanın ve insanın tabiatına uygun olduğunu ortaya koymak zorundasınız. Devletin (sistemin, rejimin, düzenin) yalnız ve yalnız içinde yaşayan insanların huzuru, mutluluğu için var olduğunu kabul edeceksiniz. Mesainizi ve elinizdeki tüm imkanları ülkede yaşayan tüm insanların huzuru, mutluluğu, hayrı için sunduğunuz gibi sizi kontrol eden, hayırlı işlerinizde destekleyen, yanlış işlerde ikaz eden (hesap soran) bir halka sahip iseniz, sevinip bütün insanları (halk), halk eden(Yaradan’a) şükretmeniz gerekmez mi?  

İşte o zaman bu korkulardan kurtulursunuz, anayasada “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” maddeleriniz de olmaz, halkın sevgisi, inancı, güveni dışında başka bir teminat aramak ihtiyacı da duymazsınız. O zaman, o insanlar rejimi dar gününde de, var gününde de yalnız bırakmazlar. O zaman ele güne karşı rezil olunmaz, onurlu bir duruş sergilenir. Sizin şu meşhur “dış mihraklar”ınız da ülke üzerinde kötü emeller besleyemez, türlü oyunlar sergileyemez, kardeşi kardeşe kırdıramazlar. O zaman yalnız bu dünyada değil, ahirette de aziz olunur; hem kulları hem de Allah bizden razı olur. Ülke içinde sorunları asgariye indirdiğimiz gibi giderek başka ülkelerdeki Allah’ın kullarına da yardımımız dokunur. Neden olmasın?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder