10 Nisan 2014 Perşembe

GÜLÜMSETİRKEN DÜŞÜN-DÜRTEN HABER-YORUMLAR-3

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, yarın piyasaya çıkacak Amerikan Time dergisine verdiği demeçte, 'Lütfen bu mesajı götürün: Saddam Hüseyin değilim. İşbirliği istiyorum' diye konuştu. [www.stargazete.com, 06/03/2005]

İnsanoğlu adı beşşar olsun olmasın ne diye beşer olduğunu unutur, bir türlü anlamış değilim. Yine anlayamadığım bir husus da, taa Şam valisi Muaviye bin ebu Süfyan’dan beri arapların yaşadığı bu coğrafyada baba-oğul, aile ya da sülale saltanatı hȃlȃ ve hȃlȃ sürer, gider. Biz daha önce de bu zevatın babasının sultasını uzun yıllar gördük, bizzat yaşamadıksa da. Hama’da ve diğer şehirlerde onbinlerce müslümanı çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı katledip müslümanlara karşı aslan kesilirken (sözlükte esed aslan, esad ise çok mutlu anlamına geliyormuş), ABD’nin baskı ve tehditleri sonucu pılıyı pırtıyı toplayıp alelacele Lübnan’dan ayrılarak kağıttan kaplan oldukları görüldü.
Suriye’nin tek adamı olan babası zamanında Nusayrilerden oluşan bir küçük güruhun elinde, Baas partisi ve CIA benzeri istihbarat ve cinayet örgütü olan el-Muhaberat’ın demir pençesinde yıllarca inim inim inletilen ve dünyaya geldiklerine pişman edilen bir halka, yeni acılar tattırmaya babasının kaldığı yerden devam ediyor oğul. Oğul olarak siz de kendinize (İslam’a göre) çeki düzen vermezseniz elin oğlu (junior buş) gelir size BOP veya GOP adı altında çeki düzen (nizam-ı alem) vermeye kalkar tabii. Hakk’a ve halkınıza (tümüne) dayanmaz; izzeti, şerefi, gücü başka yerlerde ararsanız, nȃçar-çaresiz kalıp zalimden eman dilemeye kalkışırsınız. İsminiz Saddam Hüseyin olmasa bile –ki olmadığını ifade ediyor, hoş ne farkeder ki- onun gibi kullanıldıktan sonra bir köşeye fırlatılan kukla durumuna düşmekten kurtulamazsınız.
İşin daha da vahim ve acıklı tarafı bu dünyadaki rezil rüsvaylıktan öte, yarın tüm insanların tekrar Baas edilecekleri (diriltilecekleri) gün, Allah’ı Kahhar (kahredici) ve Muntakim (intikam alıcı) olarak karşınızda buluverirsiniz. Yuh olsun, yazıklar olsun kendilerini bu coğrafyada kafirlerin, zalimlerin çiftlik kahyaları durumuna düşürenlere.


Libya lideri Muammer Kaddafi, İtalya ziyareti sırasında bir toplantı için gittiği La Sapienza Üniversitesi'nde demokrasi kelimesinin Arapça kökenli olduğunu iddia etti. Kaddafi konuşmasında "Demokrasi Arapçadan gelir. Demok 'halk', 'rasi' ise sandalye demektir. Yani halkın sandalyeye oturması anlamına gelir bu" dedi. [Sabah; 14/06/2009]

İslami, insani erdemlerden biri de, kişinin ağzından çıkan sözü kulağının da duymasıdır, dönüp bir de kendisine bakmasıdır. Tutarlılık, özü sözü bir olmak bunu gerektirir. 1969’da Kral 1. İdris’e karşı askeri darbe yapıp ülkenin yönetimine el koyan albayımız, aradan geçen 40 yıldır ülkesini demokratik demokratik yönetmektedir muhterem okuyucularım. Yahu merak ediyorum bu adam kral, padişah, sultan filan olsa kaç yıl ülkenin başında olurdu acep? Demek ki önemli olan kullandığı unvan değil, süresiz olarak, yani ölüm alıp götürünceye kadar tüm yetkileri elinde toplamış olması yani sultaya (güce, iktidara) sahip olmasıdır. Lider, cumhurbaşkanı, devlet başkanı filan deyince iş daha bir sevimli oluyor herhalde.
Netekim Mısır’da da cumhurbaşkanı (aslında firavun demek daha bir yakışırdı) Sedat’ın öldürülmesinden sonra “Ekim. 1981’de Mısır Devlet Başkanlığına ve Ulusal Demokratik Parti'nin liderliğine seçilen Hüsnü Mübarek, 1987, 1993, 1999 ve 2005 yıllarında yapılan muhalefetin katılımının kısıtlandığı seçimlerde arka arkaya dört kez bu göreve seçildi” (tr.wikipedia.org). Ha seçimle, ha darbeyle, ha babadan oğula. Ne fark eder ki? Olsa olsa Kaddafi amcamızın “İslam ilkelerine dayanan yeşil sosyalizm”i savunduğu yeşil kitap’taki yeşil’den, yeşillikten öteye bir mana ifade etmez. O yıllarda moda sosyalizm idi, şimdi demokrasi. Anlaşılan Kaddafi amucamız ortama kolayca uyum sağlamış.
Bir zamanlar faşizmin gözde ülkelerinden olan İtalya’da, ikinci dünya emperyalistlerarası paylaşım kavgası sonrası galip gelen ve İtalya’yı işgal eden ABD’nin isteği ve zoru ile demokrasiye geçen İtalyanlara ders vermiş. Fakat bir üniversitede bu kadar cahil ve gülünç olunur mu? Aklım almıyor doğrusu. Biraz olsun konuyla ilgisi olan herkesin bileceği “Demokrasi; Yunanca dimokratia (dimos, halk zümresi, ahali + krati, iktidar) sözcüğünden türemiştir. Türkçeye, Fransızca démocratie sözcüğünden geçmiştir. (tr.wikipedia.org/ wiki/ Demokrasi)” bilgisinden bile bihaber, yakasına resmini iliştirdiği Ömer Muhtar’dan ziyade faşizm İtalya’sının Duçe’si Mussolini’ye daha bir benzeyen Kaddafi emicemiz.
Adama sormazlar mı madem demokrasi arapça’dan geliyor, niye bu kadar arap ülkesi arasında bir tane bile demokratik yönetime sahip ülke yok. Sakın halk yanlışlıkla sandalye yerine şapa oturtulduğu için olmasın? Hani cumhuriyet dese, onu bir yere kadar anlayacağım, fakat demokrasi ile Arapçanın ne alakası var çıkaramadım. Zira “Cumhuriyet kelimesi Arapça kökten 18. yüzyılda Osmanlı Türkçesinde türetilmiş bir isimdir. Arapça CMHR kökü "bir araya toplanma, topluluk oluşturma", bu kökten türeyen cumhur ise "cemiyet, toplum, kamu" anlamına gelir. (tr.wikipedia.org/wiki/Cumhuriyet)”.
Yine ne ilginçtir ki Arab’a, Arapça’ya ve dolayısı ile İslam’a ait ne varsa ‘irtica, gericilik, yobazlık’ yakıştırmasıyla muhalefet eden, Atatürkçü veya şimdilerde en geniş anlamıyla ulusalcı olan kesim tarafından Cumhuriyet kelimesi çok sevildi, çok sahiplenildi. Cumhuriyetle yatılıp cumhuriyetle kalkıldı. Cumhuriyet denilerek toplumun kendileri gibi düşünmeyen, hissetmeyen kesimlerine gözdağı verildi, hadleri bildirildi. Daha dün denilecek yakın zamanda Cumhuriyet mitingleri yapıldı ve hatta ‘cumhuriyet için güç birliği’ diyerek de devam ettirilmeye çalışıldı. Fakat yine ne ilginçtir ki bu kesim, 1950 sonrası tekrar iç ve dış şartların zorlamasıyla yalan yanlış demokrasiye geçildiği dönemi bile bir türlü –darbe sonrası kısa dönemler hariç- beğenmediler, hoşlanmadılar. Hep 1923-1950 arası dönemin hayalini kurdular. Demokrasiyi o yüzden hiç sevmediler, ağızlarına dahi almadılar. Varsa yoksa cumhuriyet. Demokrasi onlar için mecburen, kerhen ağızlarına almak zorunda kaldıkları bir kelime oldu.
Belki Kaddafi amcaları, bu kelimenin de Arapçadan geldiğini keşfedince, demokrasi kelimesine de bir paradoks olarak ısınırlar, severler sistemin sağ kanadında olanlar gibi. Baksanıza onlar demokrasiyi yalamış, yutmuşlar. Öyle bir özümsemişler ki demokrasinin yayılıp yaygınlaşması için çabalayan asıl sahiplerini bile şaşırtıyorlar. Neredeyse artık İslam kelimesinin yerine demokrasiyi ikame etmişler. Hep birlikte Abant’larda, Erbil’de, Paris’te, Washington’da demokrasiyi İslam’la telif etmeye var güçleriyle cehd sarfediyorlar (cihad ediyorlar). Özü tevhid olan İslam’ın içini, altını oyup insan hakları, özgürlük, laiklik gibi demokratik kavramlarla dolduruyorlar. Belki uzun olacak ama şu haber çok çok önemli. “Müslüman bilim adamları, İslam ile demokrasinin çelişmediği konusunda görüş birliğine vardı. İstanbul Conrad Otel’de düzenlenen İslam Ülkeleri Demokrasi Kongresi’nde konuşan İslam ülkelerinden entelektüeller, demokratik değerlerin İslam coğrafyasında nasıl hayata geçirilebileceği üzerinde durdu. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Amerikan Ulusal Demokrasi Enstitüsü ve Türk Demokrasi Vakfı tarafından düzenlenen toplantının açılış konuşmasını Adalet Bakanı Cemil Çiçek yaptı. Çiçek, demokrasinin İslam ülkeleri ve Müslüman toplumlar açısından oksijen kadar gerekli olduğunu söyledi. Çiçek, Müslüman entelektüelleri, dünyadaki antidemokratik uygulamalara karşı ortak cephe oluşturmaya çağırdı. 21. yüzyılın demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve hukuk devleti gibi değerlerin yüzyılı olduğuna işaret eden Çiçek, ‘Artık antidemokratik uygulamalar döneminin bitmesi gerekiyor. Demokrasi, İslam ülkeleri için bir oksijen kadar gereklidir. Onsuz bir yaşam düşünülemez.’ dedi. Artık İslam’la demokrasinin bağdaşıp bağdaşmayacağı tartışmasının bir kenara bırakılması gerektiğini vurgulayan Çiçek, ‘Büyük çoğunluğu Müslüman olan Türkiye toplumu, tercihini demokrasiden yana yaptı. Bizim meselemiz demokratik standartları yükseltmek ve bunu hayatın her alanına yaymaktır.’ diye konuştu. Adalet Bakanı Çiçek, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin Türkiye’nin Cumhuriyet’ten sonraki ikinci büyük medeniyet projesi olduğuna dikkat çekerek, bu projenin Atatürk’ün gösterdiği hedeflerle doğru orantılı olduğunu kaydetti. Bakan Çiçek, İslam ülkelerinde demokrasiyi temenni etmenin yetmeyeceğini, önce ülkelerdeki iç dinamiklerin harekete geçmesi gerektiğini söyledi. Kongrede İslam ve demokrasi ilişkisinin tartışıldığı ilk oturumu yöneten Devlet Bakanı Mehmet Aydın, demokratik değerlerin aslında ahlaki ve etik değerler olduğuna işaret etti. Aydın, ‘Bizim kültürümüzde ve Ortadoğu ülkelerinin kültürel yapısında katılımcılık, hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve hesap verilebilirlik gibi değerler var. Önemli olan bunları hayata geçirebilmektir’ dedi. Toplantıya Endonezya adına katılan Halkın Temsilcileri Konseyi Üyesi Dr. İmam Addaruqutni, konuşmasında, Hz. Muhammed’in ‘Kendinizi sever gibi kardeşinizi de seviniz.’ ifadesini örnek vererek, ‘Bu ifade diğerlerini de kendin gibi değerli görmeye örnektir ve bunlar demokrasinin temel değerleridir’ diye konuştu. Ürdün Beşeri Kalkınma Fonu Başkanı Prenses Basma bin Talal da, İslam dininin hem içten hem de dıştan çarpıtıldığını söyledi. Talal, demokratik değerleri Müslüman toplumların paylaştığına işaret etti. İslam ülkelerinde sorunlar olduğunu; ama çarpıtmaların da yapıldığını kaydeden Talal, ‘Biz hem dinimize hem de ortak demokratik değerlerimize sahip çıkmalıyız’ dedi. Sierra Leone Devlet Başkanı Ahmad Tejan Kabbah, İslamiyet ve demokrasinin birbiri ile örtüştüğüne dikkati çekti. Ülkesinin çok dinli olmasına rağmen güçlü demokratik geleneklere bağlı olduğunu ifade eden Kabbah, 10 yıl süren çatışma döneminin ise dini nedenlerden kaynaklanmadığını özellikle vurguladı. Farklı dinlere mensup kişilerin birbirleriyle evlendiklerini, bir Müslüman olarak kendisinin de Hıristiyan bir eşi olduğunu dile getiren Kabbah, ‘İslamiyet, antidemokratik olamaz. Barış, İslam inancının en önemli nirengi noktalarındandır’ diye konuştu. İslam Ülkeleri Demokrasi Konferansı’na gözlemci olarak katılan ABD eski Dışişleri Bakanı Madeleine Albright da konuşmaların kendisi için demokrasi ve İslam’ın nasıl şekilleneceğini görmek açısından bir fikir oluşturduğunu ifade etti. Kongre, ilginç katılımcıları bir araya getirdi. Afrika, Asya, Avrupa ve Ortadoğu’da bulunan 14 ülkeden 73 delegenin yer aldığı kongre ABD, Belçika, İngiltere, Hollanda ve Kanada gibi ülkelerce desteklendi. Kongrede, Mali Cumhuriyeti eski Cumhurbaşkanı Alpha Oumar Konare, Arnavutluk eski Cumhurbaşkanı Dr. Recep Meydani ve ABD Ankara Büyükelçisi Erich Edelmann da yer alıyor”. (Zaman; 14.04.2004)
Vah zavallı cumhuriyetçiler vah, 20. yüzyılın ilk yarısındaki Türkiye ve Dünyadaki koşullarla örtüşen tek partili, tek adamlı, içe kapanmacı, pozitivist, modernleşmeci felsefeye iman etmiş, günümüzün ulusalcıları vah ki vah. Köprünün altından çok sular akmış, dünya başka bir dünyaya evrilmiş, ülkede bile her şey alt-üst olmuşken eski şarkıları söyleyip zinde güçlerden, yargıdan, şundan bundan, uçan kuştan medet umuyorlar. ABD’nin yeni başkanı Barack Hüseyin Obama bile, “Fransız televizyon kanalı Canal Plus'a verdiği demeçte, ''ABD ve Batı dünyası, İslam'ı daha iyi tanımayı öğrenmelidir. ABD'deki Müslümanlar'ı sayarsak, ABD'nin dünyanın en büyük Müslüman ülkelerinden biri olduğu görülür'' dedi. (Obama'dan 'ABD İslam ülkesi' çıkışı, www.stargazete.com, 03.06.2009) Demek ki neymiş, bir ülkenin Müslüman ülke olması o ülkede kaç müslümanın yaşadığı ile ölçülüyormuş!. Demokrasiyle yatıp kalkanlara, İslam’la demokrasinin kanka olduğuna iman edenlere ve ağzından çıkan iki kelimeden biri demokrasi olan ve bütün bunlardan sonra da kalkıp ben müslümanım diyenlere baktığımızda, Obama hiç de haksız değil. Suudi Arabistan ya da İngiltere, Türkiye ya da ABD, Mısır ya da Fransa, Libya ya da İtalya artık ne fark eder ki. Hepsinde kendini Müslüman diye tanımlayan insanlar olduğuna göre hepsi de müslüman ülkelerden(!) ve hepsi de demokrasi dediğine göre demokratik(!) ülkelerden. İşte bu cumhuri ve demokratik(!) ülkelerden biri olan Mısır’da Kahire Üniversitesinde konuşan –hutbe veren mi demeliydim yoksa- aynı Obama; “selamün aleyküm dedi ve ekledi, “Kuran'ın da dediği gibi, "Rabbini bil ve her zaman doğruyu söyle". (www.haberler.com, 05.06.2009)
Obama emice kalbinden geçenleri değil de duyulmasını, bilinmesini istedikleri şeyleri mi söylüyor Allah bilir fakat anlaşılan Başbakan RTE, bir şeylere fena halde içerlemiş ve bu sefer doğruları söylemiş. Neler mi onlar? Bakıverin lütfen. “AK Parti’nin belde belediye başkanlarıyla bir araya gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisine AKP denilmesine fena halde içerlediğini ortaya koydu. Bunu da çok ağır bir üslup kullanarak sergiledi. “Bu kadar açık ve ağır söylüyorum" deyip şu sözleri ekledi; "Bizim partimizin kısaltılmış adı AK Parti’dir, AKP değil. AKP diyenler, ne yazık ki demokratik noktadaki etik kurallara uymadan, siyasi etiği hiçe sayarak, bunu edep dışı söylemektedirler." (www.internethaber.com, 03.06.2009);Bazı yazarların AK Parti'ye "İslamcı" nitelemesi yaptığına dikkat çeken Erdoğan, "Dinimiz İslam'a ve AK Parti'ye kimse saygısızlık yapmasın. Kimse alavere dalavere yapmasın. Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinin içinde kurulmuş muhafazakȃr bir partiyiz. İslam hiçbir partinin sıfatı olacak kadar aşağılanamaz" dedi.” (Sabah, 06.02.2009)

Kim neyi aşağılıyor, kim edep dışı söyleme sahip, varın kararı siz verin. Bir insan daha ne söylesin, daha ne kadar açık konuşsun? Sözüm odun gibi olsun, ama doğru olsun diyorum ve kaya gibi sert de olsa ‘arif olan anlar’ diyorum. Gerçekten de fazla söze ne hacet, her şey açık ve net.
NOT (Son bilgiler)
Kaddafi, hayatta kalmak için Fransa ve İtalya’ya 300 milyar dolar verdi
2007 yılında 34 yıl aradan sonra, ilk kez resmi bir ziyarette bulunan Libya lideri Muammer Kaddafi,  Paris’e içinde 30 bakire kızdan (Amazing girl) oluşan korumalarının da bulunduğu 5 uçak dolusu kişisel eşya ve 400 kişilik bir ekiple  inmişti. 19’uncu yüzyıla ait Marigny Hoteli’nin bahçesine de büyük bir  çadır kurdurtan Kaddafi, misafirlerini de  bu çadırda ağırlamıştı.
Libya Lideri Muammer Kaddafi, 18 Aralık 2010 tarihinde Tunus’da düğmeye basılacak ARAP BAHARI öncesi kendisini koruması için Fransa ve İtalya’ya 300 milyar dolar para verdi. 17 Şubat 2011’de ülke çapında başlayan protestolar, silahlı çatışmalar, şehirlerin işgali ve liderliğini Fransa’nın yaptığı NATO harekatı sırasında Fransa verdiği sözü unuttu. İtalya ise daha vefalı davranarak Libya saldırılarında çekimser kaldı.
Kaddafi’yi, Beşar Esad ele vermiş
Libyalı eski istihbaratçı Rami el Ubeydi, Muammer Kaddafi’nin uydu telefonu numarasını Fransız ajanlara Esad’ın verdiğini ve devrik liderin bu sayede bulunup 20.10.2011 tarihinde doğum yeri olan NATO saldırısı sonucu Sirte'de bir menfezde (delikte) yaralı halde bulunarak döve döve linç edilerek oğluyla birlikte öldürüldüğünü öne sürdü. Daily Telegraph’ın haberine göre geçen ekimde Arap Baharı sürerken Esad, kendi üstündeki baskıyı hafifletmek umuduyla Paris’e Kaddafi’nin özel telefon numarasını vermeye razı oldu. Ubeydi, “Türk ve İngiliz istihbaratçılar da Kaddafi’ye tuzak planlarından haberdardı, ama onlar saldırıda aktif rol almadı” diye konuştu. 01.10.2012, http://www.hurriyet.com.tr/planet/21601831.asp
Fransa, Libya petrollerinin yüzde 35’ini kaptı
Fransa’da yayın yapan Liberation Gazetesi, Paris’te dün toplanan ‘Libya’nın Dostları Konferansı’ öncesinde, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin başını çektiği, Libya’ya müdahale politikasının perde arkasına ilişkin bir iddia ortaya attı. Gazete, manşetten duyurduğu haberinde Fransa’nın, muhaliflere verdiği destek karşısında Libya brüt petrol üretiminin yüzde 35’ini işletme hakkını kopardığını yazdı. Libya’ya müdahaleyi savunan devletler arasında en hararetli siyasi tonu tutturan Fransa’nın, pastadan da en büyük payı alacağına dikkat çeken Liberation, Fransa ile Ulusal Geçiş Konseyi (UGK) arasında aracı rol oynayan Katar Emiri’ne yazılan 3 Nisan 2011 tarihli bir mektubu gün ışığına çıkardı. Katar Emiri’ne UGK makamlarından gönderilen mektupta, “Ulusal Konsey’in tanınması karşısında Fransa’ya vaat edilen petrol konusuna gelince; Londra’daki zirvede Libya’nın yasal temsilcisi olarak bulunan Mahmud kardeşimize, (Mahmud Şammam, İletişim Bakanı) Fransa’ya, desteği karşısında, brüt petrol üretimimizin yüzde 35’ini işletme hakkını vermeyi içeren anlaşmayı imzalaması konusunda yetki verilmiştir” deniyor. Konuya ilişkin soruları yanıtlayan Dışişleri Bakanı Alain Juppé, böyle bir mektuptan haberi olmadığını açıklarken, “Ama bildiğim kadarıyla muhalifler, Libya’nın yeniden inşasına en çok destek veren ülkelere öncelik tanıyacaklarını açıklamıştı. Bu bana mantıklı ve adil geliyor. Ayrıca yalnız da değiliz; Amerikalılar, İtalyanlar var. Hepsi de ‘Libya’ya müdahale pahalı; ancak bu, geleceğe yatırım’ dediler. Demokratik bir Libya bölgede istikrar, büyüme ve güvenliğin garantisi olacak” dedi. 44 milyar varil ile Afrika’nın en büyük petrol rezervine sahip olan Libya, Arap dünyasında isyanlar başlamadan önce günde 1 milyon 600 bin varil petrol üretimi ile dünyanın en çok petrol üreten 17. ülkesi durumundaydı. Halen İtalyan Eni, Fransız Total, İngiliz BP, Hollandalı Shell ve Amerikan Exxon Mobil firmaları Libya’da petrol çıkarıyor. Fransa, yüzde 35 düzeyinde bir petrol üretimi gerçekleştirebilmek için, ülkenin bir an evvel düze çıkmasını beklemek zorunda kalacak. Zira UGK, bu tür anlaşmaları yürürlüğe koymak için, öncelikle Libya’nın tamamını kontrol edip, tüm kurumlarıyla göreve başlama imkanının doğmasını beklemeyi tercih ediyor. Libyalı muhaliflerin Fransa ile petrol anlaşması yaptığı iddiası muhaliflerce yalanlandı. Paris zirvesi öncesi basına açıklama yapan Ulusal Geçiş Konseyi Temsilcisi Mansur Seyf el-Nasır, böyle bir anlaşmanın söz konusu olmadığını söyledi. Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe de RTL’e yaptığı açıklamada söz konusu mektuptan “haberdar olmadığını” ancak muhalifleri destekleyen ülkelere Libya’nın inşasında öncelik verilmesinin “gayet mantıklı bir durum” olduğunu ileri sürdü. Ulusal Geçiş Konseyi daha önce kendilerini destekleyenlere öncelik verileceğini duyurmuştu. https://t24.com.tr/haber/fransa-libya-petrollerinin-yuzde-35ini-kapti/166013 / 02.09.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder