27 Mart 2014 Perşembe

BEYİN FIRTINASI - 4 - Doğru İ’tikad

Doğru İ’tikad

        Yıllar önce, bir takvim yaprağı geçmişti elime. 31.10.1996 tarihli “Türkiye gazetesi takvimi”ne ait bir yapraktı bu. Arka sahifesinde sohbet adı altında “doğru i’tikad” maddeler halinde sıralanıyordu. Toplam 20 maddeden oluşan bu listeye bir göz atalım dilerseniz.

·         Kur’an-ı kerim’in Kelam-ı ilahi olup mahluk (yaratık) olmadığına inanmak.
·          Kendi imanından şüphe etmemek.
·          Eshab-ı kiramın tamamını sevmek, hiçbirini kötülememek.
·          Cennette Allahü tealanın görüleceğine inanmak.
·          Fıskı bilinmeyen her imamın arkasında namaz kılmak.
·  Ehl-i kıbleyi tekfir etmemek, yani namaz kılan müslümana işlediği günahlardan dolayı kafir dememek. (Ehl-i kıble denilen kimsenin bir inanışı, manası açık olan kat’i bir delile zıt ise, küfür olur. Böyle bir kimse, namaz kılsa da, her ibadeti yapsa da kafir olur.)
·          İbadeti imandan parça bilmemek.
·          Mest üzerine meshin dinden olduğunu kabul etmek.
·      İyilik ve kötülüğün, hayrın ve şerrin Allahü tealanın takdiri ile olduğuna inanmak.
·          Mi’racın ruh ve beden ile birlikte olduğuna inanmak.
·          Tasavvufu inkar etmemek.
·          Enbiyanın mu’cizesine, evliyanın kerametine inanmak.
·          Sırat köprüsüne inanmak.
·          Kıyamet günü yapılacak şefa’ate inanmak.
·          Kabir sualine inanmak.
·          Kabir azabının ruh ve bedene olacağına inanmak.
·          Bugün için dört hak mezhebden birine uymak, mezhepsiz olmamak.
·   Hazret-i Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in halife olduğuna ve üstünlüklerinin halifelik sırasına göre olduğuna inanmak.
·  Kabir ziyaretinin, peygamberden ve evliyadan yardım istemenin caiz olduğuna inanmak.
· Okunan Kur’an-ı kerimin ve verilen sadakanın sevabını ölülere göndermenin caiz olduğuna, bu sevabların ve duaların ölülere vasıl olarak, azablarının azalmasına sebep olacağına inanmak.

Şimdi diyeceksiniz ki, “doğru i’tikad” buysa “yanlış i’tikad” nasıl bir şey ve bu “doğru i’tikad” hangi din’in (dünya görüşü’nün) “doğru i’tikad”ı.  Zira Kur’an’ın ifadesiyle ‘i’tikadda zanna, şüpheye yer yoktur’. Ve de i’tikadın (akidenin, inancın, imanın, emin olunacak hususların) çerçevesini son elçi Muhammed(a.s)’e bildirilen vahiylerin hepsini içinde barındıran, hiçbirini dışarıda bırakmayan, vahiy olmayan hiçbir sözün de yer almadığı Kur’an çizmiştir. Kur’an’da i’tikada esas olan hususlar dışında hiçbir şey i’tikadın, inancın konusu olamaz. İ’tikad edilen hususlar “manası açık ve kat’i” olmalıdır ki, iman eden veya inkar eden kimse açık seçik bir şekilde, ne yaptığının bilincinde, farkında olarak, tercihini belirlesin, kararını versin.

Öyleyse, sakın bu 20 maddelik liste, Allah’ın son elçisi’nin vefatından sonraki asırlarda yaşanılan olaylar, siyasi çekişmeler, tartışılan konularla ilgili olarak oluşturulmuş şu meşhur “ehl-i sünnet ve’l cemaat i’tikadı” diye bilinen şey olmasın. Evet doğru bildiniz, tam üstüne bastınız. Böylece hakim ve ekseriyeti oluşturan zihniyet tarafından kurnaz ve planlı bir şekilde farklı düşünenler, sünnet dışına daha doğrusu İslam dairesi dışına itilivermiş oluverdiler. Bilmezler ki “doğru i’tikad” diye inandıkları, inanılmasını istedikleri şeylerin bir kısmının i’tikadla uzaktan yakından hiç ilgisi yokken, diğer kısmı da zaten yanlış ya da ba’tıl i’tikad kapsamı içindedir. İ’tikada hem de doğru i’tikada aitmiş gibi takdim edilen bu listeden 18. madde bile “Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene inandı (i’tikad etti, iman etti, emin oldu), mü’minler de (Bakara/285)” diye bahsedilen i’tikad esaslarından olmadığını göstermeye, kanıtlamaya yeter de artar bile. Zira o gün ne Allah’ın elçisi ne de mü’minler (Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in kendisi dahil), Ebu Bekir ve Ömer’in halife olup olmayacağını, sırasını ve de üstünlüklerinin halifelik sırasına göre olduğunu ne biliyorlar, ne de böyle bir şeye i’tikad ediyorlardı. Onlar gaybı bilmedikleri gibi (Allah’ın son elçisine bildirdiği Kur’an hariç), üstünlüğün takvaya yani Allah’tan gereği gibi korkup sakınmayla mümkün olabileceğine i’tikad ediyorlardı. İlerde “doğru i’tikad”lı(!) birilerinin böyle bir konuyu i’tikad konusuna dahil edeceklerini ise nerden bilirlerdi. Bunu bile düşünmekten aciz ve akıl izandan yoksun kişilerin ortalıkta doğru i’tikad diye arz-ı endam etmeleri esef verici değil de nedir? Sanırsınız ki Allah(c.c) ve O’nun Kur’an’da bildirdikleri inkar ediliyor.

O gün Allah rasulü ve müminlerin, yalnız 18. madde değil, kalan 19 maddede değinilen hususlar da gündemlerinde yoktu. Olmaması “doğru i’tikad” açısından gerekli idi de. Bırakın tasavvufu inkar etmeyi, böyle bir şeyin kabulü bile mü’minim diyen kimseyi i’tikad açısından sıkıntılı, şaibeli bir hale sokup şirke doğru alıp götürmez mi? Sevilmeli, kötülenmemeli dedikleri eshab-ı kiram, Allah ve rasulünü sevip sayar, kendilerinin de “yeryüzünde yürüyen melekler” olmadıklarını bilir ve “hatadan, günahdan beri” olmadıklarının da farkında iken, onlardan nice zaman sonra gelen birilerinin i’tikada, hem de sahih i’tikada, kendilerinin eğrisi doğrusuyla, günahı sevabıyla sevilmeleri, eleştirilmemeleri diye bir madde eklediklerini duysalar şaşar kalırlardı eminim.

Bırakın “miracı, evliyanın kerametini, sırat köprüsünü, şefaati, kabir suali ve azabını, evliyadan (ölüden) yardım istemenin caiz olduğunu, okunan Kur’an-ı kerim’in ve verilen sadakanın sevabını ölülere göndermenin caiz olduğunu” kabul edip i’tikad etmeyi, tam tersine böyle bir i’tikad, sahibini i’tikad (iman, inanç) yönünden altından kalkılmaz, Huzurullah’da hesabı verilemez durumlara düşürür.

Yıllar önce Hacc sırasında Mekke’de birtakım kişilerle bu konuları konuşurken, bilinen ve yaygın olanın aksine demin tırnak içinde belirtilen hususlara inanmadığımı, kabul etmediğimi, farklı düşündüğümü söylediğimde içlerinden biri kızgınlıkla ayağa kalkarak “yahu sen de hiçbir şeye inanmıyorsun, elde inanılacak hiçbir şey bırakmadın” diyerek çekip gitmişti. Geleneksel öğretiye göre şekillenen bir kafa yapısına sahip olan, İslam’ı tertemiz, arı-duru kaynağından öğrenmeyenler şunu asla akletmezler ki, ilk insan Adem(a.s)’in i’tikadıyla, Musa(a.s)’nın i’tikadı; İsa(a.s)’nın i’tikadıyla günümüzdeki bir mü’minin i’tikadı, Muhammed(a.s)’in i’tikadıyla kıyamet kopmazdan evvelki bir mü’minin i’tikadı farklı olamaz.

İnsan yaratıldığından beri esas olarak yeryüzünde İslam ve küfür (Tevhid ve şirk) olmak üzere iki farklı din (dünya görüşü, inanç, hayat tarzı) varlığını sürdürüyor. İki farklı İslam mı var ki, iki farklı i’tikad olsun. Bundan hareketle i’tikadda mezheb olamayacağını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Farklı uygulama, pratik, muamelat, şeriat ve amelde (davranışlarda) mezheb olabilir ama i’tikad esaslarında, inanılacak şeylerin neler olduğu konusunda ihtilaf olamaz, böyle bir ihtilaf rahmet de olmaz.

Müslümanım diyenlerin i’tikadını yalnız ve yalnız Kur’an belirlemedikçe, i’tikadla ilgisiz konuları itikad bağlamında ele almaktan kaçınmadıkça, mü’minim diyenler dinini (dünya görüşünü) ciddiye alıp Kur’an’dan öğrenmedikçe, bu yaygın bilgisizlik sürdükçe takvim yapraklarında, basılı ve görsel-işitsel yayınlarda, işporta tezgahlarında bu cinsten “doğru(!) i’tikad”lar pazarlanmaya devam edilecek, belki –laikliği, demokrasiyi inkar etmemek; insan hak ve hürriyetlerine inanmak gibi- yeni maddeler eklenerek ziyadeleştirilip güncelleştirilecektir.

Konu ile ilgili bir videoklip tavsiyesi: İ’tikadda Usul - Ercümend Özkan; http://www.youtube.com/watch?v=jboYaslRtNQ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder