Siz ey imana ermiş olanlar! Siz
[yalnız] kendinizden sorumlusunuz. Sapkınlığa düşenler, eğer doğru yolda
iseniz, size hiçbir zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah’a olacaktır. Ve o
zaman Allah, size [hayatta] yapmış olduğunuz her şeyi bildirecektir. (Kur’an;
Maide/105)
Kardeşim; bilmiyorum bu mektuplarda,
yüreğimden kopup gelen sesi duyabiliyor musun? Gök kubbe altında yeni bir şey
söylemenin zorluğu ortadayken, elbette senin ilk defa duyduğun, orijinal,
dopdolu şeyler söyleyemiyor olabilirim. Belki de sözlerimin tek hüneri şairin
deyimiyle samimiyetidir. Bu mektuplardan muradım, Kitab-ı Kerim’i okumalarım
sırasında aldığım notları, vardığım sonuçları seninle paylaşmak. Yani Kur’an
etrafında hasbihal edip ilk ve son sözümü yine Kur’an’la bağlamak. Hiçbir zaman
‘’Kur’an’a göre, Kur’an’da, İslam’a göre, İslam’da’’ gibi iddialı, riskli
ifadeler kullanmadım. Yalnızca Kur’an’dan anladıklarımı, Kur’an’dan hareketle
ulaşabildiğim sonuçları dile getirmek, aktarmak, paylaşmaktı amacım.
Nihayetinde kul olduğumu ve ’’her şeyin en doğrusunu Allah bilir’’ düsturunu
unutmadan.
Kardeşim; sana bu mektubumda ‘’biz’’den
bahsetmek istiyorum. Evet evet yanlış okumadın, bizden. Sen buna ister
özeleştiri, ister nefs muhasebesi de, farketmez. İğneyi bırak, çuvaldızı dahi
başkalarına değil kendimize batırmamız gerektiğini söylemek istiyorum.
Allah’tan ve O’nun bildirdiklerinden
emin olan bizler, öncelikle ve özellikle birbirimize ‘’iyiliği tavsiye edip
kötülükten sakındırma’’mız gerekirken, birimiz diğerimizin İslam’a aykırı
düşünce ve davranışına şahit olduğumuzda, farkına varıp düzeltmesine yardımcı
olmamız gerekirken ya ihmal ya da kınanma, dışlanma korkusuyla gerekli
hassasiyeti göstermiyoruz. Ayrılık, gayrılık çıkmasın, tatsızlık olmasın derken
kardeşimize kötülük yaptığımızı, ondan kendisini düzeltme fırsatını
esirgediğimizi, cehennem ateşine yaklaştırdığımızı farketmiyoruz. Gerekiyorsa
kötü adam olalım onun nazarında ama yeter ki kötü kul olmayalım O’nun nezdinde.
Yine eğer bir ortamda hakk’ı, gerçeği,
doğruyu söylemekten çekinip korkuyorsak, hiç olmazsa susalım. Ama
inanmadığımız, karşı olduğumuz şeyleri seslendirmeyelim, inanıyormuş gibi
görünmeyelim. Bȃtıl’a, yanlışa
meşruiyet ve prim kazandırmayalım. Savunmacı, özür dileyici, korkak, mütereddit
ve çekingen tavırların bize dün ve bugün neler kaybettirdiğini bir
hatırlayalım.
Özü tevhid olan İslamı ‘’Demokratik
İslam, İslam Demokrasisi, Liberal İslam, Ilımlı İslam, İslam’da Laiklik, İslam
Sosyalizmi, vb.’’ diyerek diğer dünya görüşleriyle telif etme veya tevhidi
özden uzaklaşmış Hırıstiyanlık, Yahudilik gibi muharref dinlerle ‘’İbrahimi
Dinler, Dinlerarası Diyalog, vb.’’ çeşitli arayışların anlamsızlığını anlayalım
artık.
‘’Güçlük çekilsin diye değil,
üzerimizdeki yükü hafifletmek’’için insanoğluna teklif edilen İslam’ın
düşünce-hareket alanını, helal-haram çerçevesini daraltmak; dar, sığ, bağnaz,
fikre tahammülsüz bir yapı sergilemek, mezhebi taassub içinde farklı
düşünenleri hafife alıp ‘’mezhebi geniş’’ diye karalamak terkedilmeli, tarihe
karışmalı artık. Sorulara, sorunlara İslam’dan hareketle, İslam’ın esprisiyle
yaklaşmayınca ortalığı İslam’a aykırı cevaplar kaplar. Piyasaya kurnazca
‘’demokraside çareler tükenmez’’ teranesi tedavüle sokulur. Mahalle imamından
ilahiyattaki akademisyenine, molla ve geleneksel dindarından müslümanlar
üzerinden siyaset yapan politikacısına kadar etrafınızdaki nice insanın
ağzından bu sözü duyar ve donakalırsınız. Sanırsınız ki İslam’da çareler
tükenmiştir de demokrasi devreye girmiştir. Bırakalım akıllar, zihinler
Kur’an’la(İslam’la) haşır neşir olsun. Gündemimizi hep İslam meşgul etsin.
İslam’ın bu toplumda ve dünya ölçeğinde hala geniş kitlelerce gereğince ve
yeterince sahih bir biçimde bilinmediğini, anlaşılmadığını aklımızdan
çıkarmayalım.
Evvelemirde kendimizi fikir ve davranış
planında tüm yaşantımızı kapsayacak şekilde İslamlaştıralım. Devamlı elden
gözden geçirip yenileyelim, bakımımızı yapalım. Gündelik hayatta bizi bekleyen
nice zorluklar var. İnsanların birbirlerine ‘’hakkı ve sabrı tavsiye etme’’de
ihmalkar davrandığı veya yanlış yönlendirdiği günümüzde, Kur’an’la irtibatı
kesmeyelim bir gün bile olsa. Başkalarından ziyade kendimizden sorumlu
olduğumuzu, kendimizi İslamlaştırmadan, hasta olmaktan kurtarmadan başkalarının
tedavisine yardımcı olamayacağımızı bilelim artık. Bilelim ki biz değişmezsek
hiçbir şey değişmeyecek ve hiç kimse olmasa da biz olmalıyız. Evlerimiz birer
Kur’an kursu(okulu), birer mescid, birer kütüphane, birer dost meclisi, birer
Dar’ül Erkam(Dar’ül İslam) olmalı. Eşimize, çocuklarımıza yani hane halkına
dağarcığımızda ne varsa aktaralım, öğretelim. Başkalarına el uzatmaya
çalışırken hemen yanıbaşımızdaki sevdiklerimizi ihmal ettiğimizin farkına
varalım artık. Onları tahkik edilmemiş, yalan yanlış bilgilerle tıka basa
dolmuş, ezberci ve durgun kafa yapısına sahip, öğretici nosyondan yoksun
mahalle imamının, medrese hocasının, din bilgisi öğretmeninin, tasavvuf
şeyhinin, dersane ağabeyinin insafına terketmeyelim. Bilgi ve tecrübelerimizi
ev halkıyla paylaşırken daha ileri gidip üzerlerine gölge etmeyelim, düşünmeyi
öğretip bizi aşmalarına, geçmelerine engel olmayalım.
Müslümanlar olarak kafa konforumuzun
bozulmasına izin vermiyoruz. Sanki unumuzu elemiş, eleğimizi duvara asmışız.
Kendimizi değil, başkalarını eleştirmeyi, sorgulamayı yoğun bir şekilde
yapıyoruz. Hala tepkisel, duygusal ve savunmacı bir halet-i ruhiye içindeyiz.
Başkalarının başarısızlıkları, yanlışları, eksiklikleri bizim için bir mazeret
teşkil ediyor. Bize yapılan zulümlerden, haksızlıklardan dem vururken
tembelliğimize, yapmamız gerekirken yapmadıklarımıza kılıf arıyoruz sanki.
İslami kaygı, dikkat, hassasiyet, arayış isteğimizi yitirmişiz sanki. Her
alanda daha iyiyi, daha doğruyu, daha güzeli bulmak için arayış içinde olmamız
gerekirken üstelik. Aradığımızı her daim bulamasak da, bulanların arayanlar
olduğunu unutmayalım. Bilgi dağarcığımızı zenginleştirmenin, eksikleri giderip
yanlışları gidermenin en sağlıklı yolunun başta Kur’an olmak üzere kesintisiz
okumaktan geçtiğini unutmayalım. Yine unutmayalım ki ‘’okumadan düşünmek
yanıltır, düşünmeden okumak köreltir.’’
Başarımızı, karşımızdakilerin
başarısızlığı üzerine oturtmamalı, bu şekilde bir yerlere varabileceğimiz
zehabına kapılmamalıyız. Almak istediğimiz sonucu gücümüzün yettiği(illa
vüs’aha), herşeyi yaptıktan sonra Allah’a güvenip dayanarak(tevekkül), elde
etmeye çalışmak(illa mes’a) değil midir aslolan. Düşünce ve davranışlarımızı,
hareket tarzımızı başkalarının düşünceleri, yapıp ettikleri değil, yalnız ve
yalnız Kur’an belirlemeli. Hangi konu olursa olsun Allah ve Rasülü’nün emir ve
nehiyleridir bizim için bağlayıcı olan.
Yaşadığımız ülke ve dünyada, sahih İslam
anlayışına sahip olduğumuzda ve bunda direndiğimizde suyun akışının tersine
yüzdüğümüzü unutmayalım. Yorulup suyun akışına kapılmak, etrafımızın boşalıp yalnızlaşmak ihtimali her
zaman mümkün. Bu dünyada yaşarken öyle veya böyle, ne pahasına olursa olsun
mutlaka bir sonuca ulaşmak diye bir kaygımız olmamalı. Zaferle değil seferle
yükümlü olduğumuzu unutuyoruz çoğu zaman. Hacc için yola çıkmış karınca örneğinde
olduğu gibi ‘’-bu hızla, bu yürüyüşle varamazsın’’ diyenlere ‘’-varamazsam da,
yolunda ölürüm ya!’’ diyebilmeliyiz. Mücadelemizi verirken haklılık ve
meşruiyet prensiplerine dikkat edip mesajı bulandıracak, özünden saptıracak,
mahkum edecek hal ve tavırlardan uzak kalmaya özen göstermeliyiz. Müslümanca
yaşamanın tatili olmadığı gibi, bu cehdin, bu yürüyüşün üç-beş kilometrelik
değil uzun bir yürüyüş olduğunu, fani vücudumuz kara toprağa girinceye kadar
sürecek bir maraton olduğunu hatırdan çıkarmayalım. Bu yol çetin ve zorluklarla
dolu olduğundan, zaman zaman yorulup ağırlaşsak da durmadan, geriye dönmeyi,
yan yollara sapmayı akıldan bile geçirmeden ağır ve emin adımlarla yola devam
edip ‘’sahih bir iman ve sahih amel sahibi’’ bir mü’min olarak O’na dönebilmeliyiz.
‘’Akıbet muttakilerindir’’ emr-i ilahisini hatırdan uzak tutmadan.
Hayatımızın gençlik dönemlerinde
koşarken, esip gürlerken, yıllar geçip de evlenip çoluk çocuğa karıştığımız ve
iş güç, makam mevki, mal mülk sahibi olduğumuzda, içinde yaşadığımız sistemin
dün karşı çıktığımız şeylerini sahiplenmeyelim. İslam’ın o sakin, o huzurlu
sularından kalkıp da demokrasi veya diğer dünya görüşlerinin limanına
demirlemeyelim. Kendimize yazık etmeyelim ve bize bel bağlayıp ümitlenen
dostlarımızı üzüp düşmanlarımızı sevindirmeyelim. Her devir ve toplumda
haklının değil güçlünün, azlığın değil çoğunluğun yanında yer alma tavrı ırak
olmalı bize. Çoğunluğun yanında yer alma hakk üzerinde olursa bir anlam, bir
değer taşır Hakk Teala katında. Dünya nimetlerinden, ikbal ve istikbal
imkanlarından mahrum kalmamak için gücü elinde tutan odaklarla birlikte olmak,
gözlerine girmeye çalışmak, onlara şirin gözükmek ırak olmalı bize.
Ve yakın olmalı bize Allah,
Rasülü(Rasülleri) ve namaz kılıp zekat veren, Allah’tan gereği gibi korkup
sakınan mü’minlerin dostluğu, öğütleri. Allah’ın rahmetinden, yardımından ümit
kesmediğimiz gibi, Allah’ın affına, inayetine aşırı güvenerek yoldan
çıkmayalım. Korku ve ümit arasında olmak değil midir takvaya yakışan hal.
Kardeşim duyuyor musun sesimi?
Sen duymaz, el oğlu duyarsa.
Toprağın altı üstünden yeğdir bize.
7.4 şiddetinde bir uyarı yetişir gayrı
hepimize.
Biz
[başkaldıran] topluluklardan nicesini, gece vakti ya da güpegündüz dinlenirken
ansızın gelip çatan cezamızla yok etmişizdir. (Kur’an; A’raf 7/4)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder