6 Mart 2014 Perşembe

KARDEŞİME MEKTUPLAR-4

Siz ey imana ermiş olanlar! Siz [yalnız] kendinizden sorumlusunuz. Sapkınlığa düşenler, eğer doğru yolda iseniz, size hiçbir zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah’a olacaktır. Ve o zaman Allah, size [hayatta] yapmış olduğunuz her şeyi bildirecektir. (Kur’an; Maide/105)

        Kardeşim; bilmiyorum bu mektuplarda, yüreğimden kopup gelen sesi duyabiliyor musun? Gök kubbe altında yeni bir şey söylemenin zorluğu ortadayken, elbette senin ilk defa duyduğun, orijinal, dopdolu şeyler söyleyemiyor olabilirim. Belki de sözlerimin tek hüneri şairin deyimiyle samimiyetidir. Bu mektuplardan muradım, Kitab-ı Kerim’i okumalarım sırasında aldığım notları, vardığım sonuçları seninle paylaşmak. Yani Kur’an etrafında hasbihal edip ilk ve son sözümü yine Kur’an’la bağlamak. Hiçbir zaman ‘’Kur’an’a göre, Kur’an’da, İslam’a göre, İslam’da’’ gibi iddialı, riskli ifadeler kullanmadım. Yalnızca Kur’an’dan anladıklarımı, Kur’an’dan hareketle ulaşabildiğim sonuçları dile getirmek, aktarmak, paylaşmaktı amacım. Nihayetinde kul olduğumu ve ’’her şeyin en doğrusunu Allah bilir’’ düsturunu unutmadan.

        Kardeşim; sana bu mektubumda ‘’biz’’den bahsetmek istiyorum. Evet evet yanlış okumadın, bizden. Sen buna ister özeleştiri, ister nefs muhasebesi de, farketmez. İğneyi bırak, çuvaldızı dahi başkalarına değil kendimize batırmamız gerektiğini söylemek istiyorum.

        Allah’tan ve O’nun bildirdiklerinden emin olan bizler, öncelikle ve özellikle birbirimize ‘’iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma’’mız gerekirken, birimiz diğerimizin İslam’a aykırı düşünce ve davranışına şahit olduğumuzda, farkına varıp düzeltmesine yardımcı olmamız gerekirken ya ihmal ya da kınanma, dışlanma korkusuyla gerekli hassasiyeti göstermiyoruz. Ayrılık, gayrılık çıkmasın, tatsızlık olmasın derken kardeşimize kötülük yaptığımızı, ondan kendisini düzeltme fırsatını esirgediğimizi, cehennem ateşine yaklaştırdığımızı farketmiyoruz. Gerekiyorsa kötü adam olalım onun nazarında ama yeter ki kötü kul olmayalım O’nun nezdinde.

        Yine eğer bir ortamda hakk’ı, gerçeği, doğruyu söylemekten çekinip korkuyorsak, hiç olmazsa susalım. Ama inanmadığımız, karşı olduğumuz şeyleri seslendirmeyelim, inanıyormuş gibi görünmeyelim. Bȃtıl’a, yanlışa meşruiyet ve prim kazandırmayalım. Savunmacı, özür dileyici, korkak, mütereddit ve çekingen tavırların bize dün ve bugün neler kaybettirdiğini bir hatırlayalım.

        Özü tevhid olan İslamı ‘’Demokratik İslam, İslam Demokrasisi, Liberal İslam, Ilımlı İslam, İslam’da Laiklik, İslam Sosyalizmi, vb.’’ diyerek diğer dünya görüşleriyle telif etme veya tevhidi özden uzaklaşmış Hırıstiyanlık, Yahudilik gibi muharref dinlerle ‘’İbrahimi Dinler, Dinlerarası Diyalog, vb.’’ çeşitli arayışların anlamsızlığını anlayalım artık.

        ‘’Güçlük çekilsin diye değil, üzerimizdeki yükü hafifletmek’’için insanoğluna teklif edilen İslam’ın düşünce-hareket alanını, helal-haram çerçevesini daraltmak; dar, sığ, bağnaz, fikre tahammülsüz bir yapı sergilemek, mezhebi taassub içinde farklı düşünenleri hafife alıp ‘’mezhebi geniş’’ diye karalamak terkedilmeli, tarihe karışmalı artık. Sorulara, sorunlara İslam’dan hareketle, İslam’ın esprisiyle yaklaşmayınca ortalığı İslam’a aykırı cevaplar kaplar. Piyasaya kurnazca ‘’demokraside çareler tükenmez’’ teranesi tedavüle sokulur. Mahalle imamından ilahiyattaki akademisyenine, molla ve geleneksel dindarından müslümanlar üzerinden siyaset yapan politikacısına kadar etrafınızdaki nice insanın ağzından bu sözü duyar ve donakalırsınız. Sanırsınız ki İslam’da çareler tükenmiştir de demokrasi devreye girmiştir. Bırakalım akıllar, zihinler Kur’an’la(İslam’la) haşır neşir olsun. Gündemimizi hep İslam meşgul etsin. İslam’ın bu toplumda ve dünya ölçeğinde hala geniş kitlelerce gereğince ve yeterince sahih bir biçimde bilinmediğini, anlaşılmadığını aklımızdan çıkarmayalım.

        Evvelemirde kendimizi fikir ve davranış planında tüm yaşantımızı kapsayacak şekilde İslamlaştıralım. Devamlı elden gözden geçirip yenileyelim, bakımımızı yapalım. Gündelik hayatta bizi bekleyen nice zorluklar var. İnsanların birbirlerine ‘’hakkı ve sabrı tavsiye etme’’de ihmalkar davrandığı veya yanlış yönlendirdiği günümüzde, Kur’an’la irtibatı kesmeyelim bir gün bile olsa. Başkalarından ziyade kendimizden sorumlu olduğumuzu, kendimizi İslamlaştırmadan, hasta olmaktan kurtarmadan başkalarının tedavisine yardımcı olamayacağımızı bilelim artık. Bilelim ki biz değişmezsek hiçbir şey değişmeyecek ve hiç kimse olmasa da biz olmalıyız. Evlerimiz birer Kur’an kursu(okulu), birer mescid, birer kütüphane, birer dost meclisi, birer Dar’ül Erkam(Dar’ül İslam) olmalı. Eşimize, çocuklarımıza yani hane halkına dağarcığımızda ne varsa aktaralım, öğretelim. Başkalarına el uzatmaya çalışırken hemen yanıbaşımızdaki sevdiklerimizi ihmal ettiğimizin farkına varalım artık. Onları tahkik edilmemiş, yalan yanlış bilgilerle tıka basa dolmuş, ezberci ve durgun kafa yapısına sahip, öğretici nosyondan yoksun mahalle imamının, medrese hocasının, din bilgisi öğretmeninin, tasavvuf şeyhinin, dersane ağabeyinin insafına terketmeyelim. Bilgi ve tecrübelerimizi ev halkıyla paylaşırken daha ileri gidip üzerlerine gölge etmeyelim, düşünmeyi öğretip bizi aşmalarına, geçmelerine engel olmayalım.

        Müslümanlar olarak kafa konforumuzun bozulmasına izin vermiyoruz. Sanki unumuzu elemiş, eleğimizi duvara asmışız. Kendimizi değil, başkalarını eleştirmeyi, sorgulamayı yoğun bir şekilde yapıyoruz. Hala tepkisel, duygusal ve savunmacı bir halet-i ruhiye içindeyiz. Başkalarının başarısızlıkları, yanlışları, eksiklikleri bizim için bir mazeret teşkil ediyor. Bize yapılan zulümlerden, haksızlıklardan dem vururken tembelliğimize, yapmamız gerekirken yapmadıklarımıza kılıf arıyoruz sanki. İslami kaygı, dikkat, hassasiyet, arayış isteğimizi yitirmişiz sanki. Her alanda daha iyiyi, daha doğruyu, daha güzeli bulmak için arayış içinde olmamız gerekirken üstelik. Aradığımızı her daim bulamasak da, bulanların arayanlar olduğunu unutmayalım. Bilgi dağarcığımızı zenginleştirmenin, eksikleri giderip yanlışları gidermenin en sağlıklı yolunun başta Kur’an olmak üzere kesintisiz okumaktan geçtiğini unutmayalım. Yine unutmayalım ki ‘’okumadan düşünmek yanıltır, düşünmeden okumak köreltir.’’

        Başarımızı, karşımızdakilerin başarısızlığı üzerine oturtmamalı, bu şekilde bir yerlere varabileceğimiz zehabına kapılmamalıyız. Almak istediğimiz sonucu gücümüzün yettiği(illa vüs’aha), herşeyi yaptıktan sonra Allah’a güvenip dayanarak(tevekkül), elde etmeye çalışmak(illa mes’a) değil midir aslolan. Düşünce ve davranışlarımızı, hareket tarzımızı başkalarının düşünceleri, yapıp ettikleri değil, yalnız ve yalnız Kur’an belirlemeli. Hangi konu olursa olsun Allah ve Rasülü’nün emir ve nehiyleridir bizim için bağlayıcı olan.

        Yaşadığımız ülke ve dünyada, sahih İslam anlayışına sahip olduğumuzda ve bunda direndiğimizde suyun akışının tersine yüzdüğümüzü unutmayalım. Yorulup suyun akışına kapılmak,  etrafımızın boşalıp yalnızlaşmak ihtimali her zaman mümkün. Bu dünyada yaşarken öyle veya böyle, ne pahasına olursa olsun mutlaka bir sonuca ulaşmak diye bir kaygımız olmamalı. Zaferle değil seferle yükümlü olduğumuzu unutuyoruz çoğu zaman. Hacc için yola çıkmış karınca örneğinde olduğu gibi ‘’-bu hızla, bu yürüyüşle varamazsın’’ diyenlere ‘’-varamazsam da, yolunda ölürüm ya!’’ diyebilmeliyiz. Mücadelemizi verirken haklılık ve meşruiyet prensiplerine dikkat edip mesajı bulandıracak, özünden saptıracak, mahkum edecek hal ve tavırlardan uzak kalmaya özen göstermeliyiz. Müslümanca yaşamanın tatili olmadığı gibi, bu cehdin, bu yürüyüşün üç-beş kilometrelik değil uzun bir yürüyüş olduğunu, fani vücudumuz kara toprağa girinceye kadar sürecek bir maraton olduğunu hatırdan çıkarmayalım. Bu yol çetin ve zorluklarla dolu olduğundan, zaman zaman yorulup ağırlaşsak da durmadan, geriye dönmeyi, yan yollara sapmayı akıldan bile geçirmeden ağır ve emin adımlarla yola devam edip ‘’sahih bir iman ve sahih amel sahibi’’ bir mü’min olarak O’na dönebilmeliyiz. ‘’Akıbet muttakilerindir’’ emr-i ilahisini hatırdan uzak tutmadan.

        Hayatımızın gençlik dönemlerinde koşarken, esip gürlerken, yıllar geçip de evlenip çoluk çocuğa karıştığımız ve iş güç, makam mevki, mal mülk sahibi olduğumuzda, içinde yaşadığımız sistemin dün karşı çıktığımız şeylerini sahiplenmeyelim. İslam’ın o sakin, o huzurlu sularından kalkıp da demokrasi veya diğer dünya görüşlerinin limanına demirlemeyelim. Kendimize yazık etmeyelim ve bize bel bağlayıp ümitlenen dostlarımızı üzüp düşmanlarımızı sevindirmeyelim. Her devir ve toplumda haklının değil güçlünün, azlığın değil çoğunluğun yanında yer alma tavrı ırak olmalı bize. Çoğunluğun yanında yer alma hakk üzerinde olursa bir anlam, bir değer taşır Hakk Teala katında. Dünya nimetlerinden, ikbal ve istikbal imkanlarından mahrum kalmamak için gücü elinde tutan odaklarla birlikte olmak, gözlerine girmeye çalışmak, onlara şirin gözükmek ırak olmalı bize.

        Ve yakın olmalı bize Allah, Rasülü(Rasülleri) ve namaz kılıp zekat veren, Allah’tan gereği gibi korkup sakınan mü’minlerin dostluğu, öğütleri. Allah’ın rahmetinden, yardımından ümit kesmediğimiz gibi, Allah’ın affına, inayetine aşırı güvenerek yoldan çıkmayalım. Korku ve ümit arasında olmak değil midir takvaya yakışan hal.

        Kardeşim duyuyor musun sesimi?
        Sen duymaz, el oğlu duyarsa.
        Toprağın altı üstünden yeğdir bize.
        7.4 şiddetinde bir uyarı yetişir gayrı hepimize.

        Biz [başkaldıran] topluluklardan nicesini, gece vakti ya da güpegündüz dinlenirken ansızın gelip çatan cezamızla yok etmişizdir. (Kur’an; A’raf 7/4)

                                  
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder