...İnsanlardan öyleleri var ki; ”Rabbimiz! Bize dünyada
ver” derler. Böyle isteyenlerin ahiretten hiç nasibi yoktur. (Kur’an; Bakara /
200)
Kardeşim; gel seninle bu mektupta da
dünya dediğimiz, çoğumuzun ‘dilimizle yalan olduğunu söyleyip halimizle
gerçekmişçesine dört elle sarıldığımız’, doğum ve ölüm olmak üzere iki kapısı
olan handa gece-gündüz süregiden hayat hakkında söyleşelim. Ömür takviminden
her gün bir yaprak düşerken; kimimize göre yıllar rüzgȃr
gibi geçer, kimimize göre de günler geçmek nedir bilmezken fakat yine de zaman
geçip bize verilen mühletin sonuna yaklaşırken; üzerine bastığımız toprağın
altına girmeden yani henüz vakit varken dünyadaki hayatımız üzerine kȃh
veciz, kȃh Kur’an’dan
alıntılanmış ifadelerin yardımıyla bir şeyler söyleyelim.
Kardeşim; kainatı yoktan var eden
Rabbimiz, insanı da görücü-işitici-akledici ve de irade sahibi olarak yaratmış
ve onu asıl yurdu olan Cennet’te bir süre ikamet ettirmiştir. İtaat noktasında
imtihana tutulan insan, şeytanın ayartması-aldatması sonucu ‘emr-i ilahi’nin
hilafına hareket etmiş, fakat yine de sonrasında tevbesi kabul edilmiş ve
üzerinde bir süre yerleşip kalacağı yeryüzündeki yaşamı başlamıştır. Artık
orada doğacak, orda ekip biçecek, neslini devam ettirip Rabbinin ona takdir
ettiği süreyi tamamlayıp yeniden O’na dönecektir. İşte bir müddet konakladığı
dünya denilen hanede, ya Yaradan’ına iman ve itaat edip O’ndan rabıtasını
kesmeden, O’nu razı edici bir hayat sürüp asıl yurdu olan Cennet’e tekrar ama
bu sefer ebedi olmak üzere girecek ya da dünya hayatının cazibesine kapılıp
Yaradan’ını unutacak, sanki kendisini ve kendi dışındaki dünyayı O yaratmamış,
yaratmışsa bile ‘başıboş’ bırakmış gibi, dünya hayatına razı olup kendi istek
ve arzuları istikametinde yaşayıp O’nun gazabını kazanarak ebedi kalmak üzere
cehenneme girecek.
Kendisini meşgul eden şeylerden
uzaklaşarak kendisiyle başbaşa kalabilmiş temiz akıl sahibi her insanın
rahatlıkla fark edebileceği gibi, insan da diğer yaratılmışlar gibi fanidir ve
vakti saati geldiğinde her nefs gibi ölümü tadacaktır. Vȃ’de
dolduğunda, yeniden diriltilip hesaba çekileceği güne kadar, düne kadar
üzerinde gezindiği, çiğneyip geçtiği, ekip dikerek ondan bitenlerle beslendiği
toprağın bağrına girmekte ve bedeni çürüyüp ona karışmaktadır. Dede Korkut’un
dediği gibi “Gelimli gidimli dünya, sonucu ölümlü dünya’’ değil mi?
Dünya hayatına niçin geldiğine, neden
yaratıldığına bakmayan biri için “hayat ancak bu dünyadaki hayattır. Ölürüz ve
yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder’’ anlayışı hakimdir. Bu ve benzeri
zihniyetteki insanlar ‘meçhulden gelip meçhule gittiklerini’ zannederler ve
kendilerine bu dünya hayatında oynayacakları, oyalanacakları nice şeyler
bulurlar. Ve güle oynaya da çarçabuk geçen dünya hayatını tamamlarlar.
Kendisinin ve kendi dışındaki dünyanın,
oyun ve eğlence olsun diye yaratılmadığını ve kendisinin de başıboş
bırakılmadığına inanan insan için ise dünya hayatı bir imtihandır, bir
süreliğine konaklamadır. Konup göçülen bu mekanda “Allah’tan geldik ve O’na döneceğiz’’
anlayışıyla yaşar ve ayrılır. Dünya hayatını ahirete tercih etmez, ahireti
bırakıp dünya hayatına razı olmaz. Çünkü bilir ki, ahiret hayatı daha hayırlı
ve daha devamlıdır muttakiler için.
Allah’a gereği gibi teslim olmuş bir
insan için dünya hayatının süsü, ziyneti Allah’ı anmaya, hatırlamaya engel
olmaz. O kimsenin ne ticareti, ne siyaseti Allah’ı unutmasına, dışlamasına yol
açmaz. Dünya nimetleri arasında Allah’ın rızasını, ahiret yurdunu arar. “Dünya
ahiretin tarlasıdır’’ ve de “Ne ekersen onu biçersin’’. Öyle değil mi?
Ahireti verip dünya hayatını satın
alanlar ise, dünya hayatının sadece dış yüzünü bilirler. “Dünya hayatının bir
oyun, eğlence, bir süs, insanlar arasında bir övünme ve daha çok mal ve evlat
sahibi olma isteğinden ibaret’’ olduğunu sanırlar. Dünya malına aldanırlar,
dünya hayatı böylelerini aldatır. Dünya hayatının aldatıcı bir geçinme olduğunu
farketmezler ya da farketmek istemezler.
Anadan üryan, kan revan içinde
yapayalnız geldiğimiz, gözümüzü açtığımız bu dünyadan, Yaradan’ın takdir ettiği
süre dolduktan sonra yine iki-üç metrelik kefen bezi hariç yine çırılçıplak ve
yapayalnız toprağın üstünden altına girdiğimiz gerçeği her gün, her an
tekrarlanmakta değil midir? Uzun yaşamak, iyi yaşamak, rahat yaşamak ölüm
gerçeğini yanılıp unutmamıza neden olsa dahi, ölümün bizi unutmasına, gelip
kapımızı çalmasına engel olmuyor. Dünya hayatı çekici kılınıp süslü gösterilse
de, “dünya malı dünyada kalır’’ ve de “kefenin cebi yok’’. Öyle değil mi?
Peygamber eşleri dahil kadın olsun,
erkek olsun mü’minlerin dünya dirliği ve süsünden ziyade ahiret yurdunu
gözetmeleri, dünyadan da nasiplerini unutmamalarını öğütlüyor herşeyimizi
borçlu olduğumuz mevlamız Allah. Helal, temiz rızıklardan yararlanmamız ve
ihtiyaç sahiplerini de yararlandırmamızdır bize yakışan hal. Yunus Emre’nin
dediği gibi “Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi / Mal da yalan
mülk de yalan / Var biraz da sen oyalan”. Öyle değil mi?
Kendisini anmaktan yüz çeviren ve dünya
hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevirmemizi, onların yarın
hesap günü dünyaya geri dönmeyi ve “yalnız Allah’a tapıp O’ndan başkasına
kulluk etmemeyi’’ isteyeceklerini haber veriyor dostumuz Allah. “Dost istersen
Allah yeter’’ değil mi?
Dünya hayatının güzelliklerine göz dikip
mü’minlerden yüz çevirmek, sonu hüsranla bitecek olan bir hȃl
değil midir? Dünyanın neresinde ve hangi şartlar altında olursak olalım,
Allah’ı razı eder bir halde olmak değil midir aslolan? Ölüp tekrar
diriltildiğimizde “dünyada ne kadar kaldınız’’ diye sorulduğunda “bir gün ya da
daha az kaldık’’ diyeceksek, üç günlük dünya hayatında(dün-bugün-yarın) üç
kuruşluk dünya malına haddinden fazla değer vermenin gereği nedir? Ömer İbn’ül
Hattab misali “Allah’ım, dünya malını elimde bulundur, kalbimde değil’’ diye
dua etmeli değil mi?
Dünya hayatı gökten indirilen suya
benzer ki, bu yağmur sayesinde insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan
yeryüzü bitkileri yeşerir, gürleşir, birbirine karışır; daha sonra da kurur,
sapsarı olur, rüzgȃrın savurduğu
çerçöp haline geliverir. Akleden topluluklar için bu ayet, Allah’ın her şeye
gücü yeten olduğuna ve dünya hayatının geçiciliğine güzel bir örnek değil mi?
Akletmeyenler, heva ve heveslerine tabi
olanlar ve Allahı-ahireti inkar edenler için dünya hayatı baştan çıkarıcı ve
aklı baştan alıcıdır. Yahudiler(ve onların izinden gidenler için) şu değersiz
dünya malını alıp, Allah’ın ayetlerini az bir paha karşılığında satmak, “nasıl
olsa bağışlanacağız, biz Allah’ın sevgili kullarıyız’’deyip Allah’ı anmaktan
yüz çevirenleri bin yıl yaşatılmak dahi azaptan alıkoymayacaktır. ‘”Ka’run
kadar malın olsa, sonun bir ayrılık(ölüm)’’ değil mi?
Dünya hayatına gereğinden fazla değer
verme(dünyevileşme-sekülarizm) ile hiç değer vermeme(ruhbanlık-mistisizm) yani
ifrat ve tefrit değil orta yolu tutmak; dünya ile ahiret hayatını bir ve bütün
olarak değerlendirmek; her hususta olduğu gibi bu hususta da ölçülü, dengeli ve
ahenkli olmaktır mü’mine yakışan hal. Rabbimiz Allah da böyle buyurmuyor mu?
Onlardan
bir kısmı da ‘’Ey Rabbimiz! Bize hem bu dünyada hem de ahirette iyilik-güzellik
ver. Bizi ateş azabından koru’’ derler.
İşte onlar
için, kazandıklarından ahirette büyük bir nasip vardır. Şüphesiz Allah’ın
hesaba çekmesi süratlidir. (Kur’an; Bakara / 201, 202)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder