12 Mart 2014 Çarşamba

KARDEŞİME MEKTUPLAR-5

...İnsanlardan öyleleri var ki; ”Rabbimiz! Bize dünyada ver” derler. Böyle isteyenlerin ahiretten hiç nasibi yoktur. (Kur’an; Bakara / 200)

        Kardeşim; gel seninle bu mektupta da dünya dediğimiz, çoğumuzun ‘dilimizle yalan olduğunu söyleyip halimizle gerçekmişçesine dört elle sarıldığımız’, doğum ve ölüm olmak üzere iki kapısı olan handa gece-gündüz süregiden hayat hakkında söyleşelim. Ömür takviminden her gün bir yaprak düşerken; kimimize göre yıllar rüzgȃr gibi geçer, kimimize göre de günler geçmek nedir bilmezken fakat yine de zaman geçip bize verilen mühletin sonuna yaklaşırken; üzerine bastığımız toprağın altına girmeden yani henüz vakit varken dünyadaki hayatımız üzerine kȃh veciz, kȃh Kur’an’dan alıntılanmış ifadelerin yardımıyla bir şeyler söyleyelim.

        Kardeşim; kainatı yoktan var eden Rabbimiz, insanı da görücü-işitici-akledici ve de irade sahibi olarak yaratmış ve onu asıl yurdu olan Cennet’te bir süre ikamet ettirmiştir. İtaat noktasında imtihana tutulan insan, şeytanın ayartması-aldatması sonucu ‘emr-i ilahi’nin hilafına hareket etmiş, fakat yine de sonrasında tevbesi kabul edilmiş ve üzerinde bir süre yerleşip kalacağı yeryüzündeki yaşamı başlamıştır. Artık orada doğacak, orda ekip biçecek, neslini devam ettirip Rabbinin ona takdir ettiği süreyi tamamlayıp yeniden O’na dönecektir. İşte bir müddet konakladığı dünya denilen hanede, ya Yaradan’ına iman ve itaat edip O’ndan rabıtasını kesmeden, O’nu razı edici bir hayat sürüp asıl yurdu olan Cennet’e tekrar ama bu sefer ebedi olmak üzere girecek ya da dünya hayatının cazibesine kapılıp Yaradan’ını unutacak, sanki kendisini ve kendi dışındaki dünyayı O yaratmamış, yaratmışsa bile ‘başıboş’ bırakmış gibi, dünya hayatına razı olup kendi istek ve arzuları istikametinde yaşayıp O’nun gazabını kazanarak ebedi kalmak üzere cehenneme girecek.

        Kendisini meşgul eden şeylerden uzaklaşarak kendisiyle başbaşa kalabilmiş temiz akıl sahibi her insanın rahatlıkla fark edebileceği gibi, insan da diğer yaratılmışlar gibi fanidir ve vakti saati geldiğinde her nefs gibi ölümü tadacaktır. Vȃ’de dolduğunda, yeniden diriltilip hesaba çekileceği güne kadar, düne kadar üzerinde gezindiği, çiğneyip geçtiği, ekip dikerek ondan bitenlerle beslendiği toprağın bağrına girmekte ve bedeni çürüyüp ona karışmaktadır. Dede Korkut’un dediği gibi “Gelimli gidimli dünya, sonucu ölümlü dünya’’ değil mi?

        Dünya hayatına niçin geldiğine, neden yaratıldığına bakmayan biri için “hayat ancak bu dünyadaki hayattır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder’’ anlayışı hakimdir. Bu ve benzeri zihniyetteki insanlar ‘meçhulden gelip meçhule gittiklerini’ zannederler ve kendilerine bu dünya hayatında oynayacakları, oyalanacakları nice şeyler bulurlar. Ve güle oynaya da çarçabuk geçen dünya hayatını tamamlarlar.

        Kendisinin ve kendi dışındaki dünyanın, oyun ve eğlence olsun diye yaratılmadığını ve kendisinin de başıboş bırakılmadığına inanan insan için ise dünya hayatı bir imtihandır, bir süreliğine konaklamadır. Konup göçülen bu mekanda “Allah’tan geldik ve O’na döneceğiz’’ anlayışıyla yaşar ve ayrılır. Dünya hayatını ahirete tercih etmez, ahireti bırakıp dünya hayatına razı olmaz. Çünkü bilir ki, ahiret hayatı daha hayırlı ve daha devamlıdır muttakiler için.

        Allah’a gereği gibi teslim olmuş bir insan için dünya hayatının süsü, ziyneti Allah’ı anmaya, hatırlamaya engel olmaz. O kimsenin ne ticareti, ne siyaseti Allah’ı unutmasına, dışlamasına yol açmaz. Dünya nimetleri arasında Allah’ın rızasını, ahiret yurdunu arar. “Dünya ahiretin tarlasıdır’’ ve de “Ne ekersen onu biçersin’’. Öyle değil mi?

        Ahireti verip dünya hayatını satın alanlar ise, dünya hayatının sadece dış yüzünü bilirler. “Dünya hayatının bir oyun, eğlence, bir süs, insanlar arasında bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibaret’’ olduğunu sanırlar. Dünya malına aldanırlar, dünya hayatı böylelerini aldatır. Dünya hayatının aldatıcı bir geçinme olduğunu farketmezler ya da farketmek istemezler.

        Anadan üryan, kan revan içinde yapayalnız geldiğimiz, gözümüzü açtığımız bu dünyadan, Yaradan’ın takdir ettiği süre dolduktan sonra yine iki-üç metrelik kefen bezi hariç yine çırılçıplak ve yapayalnız toprağın üstünden altına girdiğimiz gerçeği her gün, her an tekrarlanmakta değil midir? Uzun yaşamak, iyi yaşamak, rahat yaşamak ölüm gerçeğini yanılıp unutmamıza neden olsa dahi, ölümün bizi unutmasına, gelip kapımızı çalmasına engel olmuyor. Dünya hayatı çekici kılınıp süslü gösterilse de, “dünya malı dünyada kalır’’ ve de “kefenin cebi yok’’. Öyle değil mi?

        Peygamber eşleri dahil kadın olsun, erkek olsun mü’minlerin dünya dirliği ve süsünden ziyade ahiret yurdunu gözetmeleri, dünyadan da nasiplerini unutmamalarını öğütlüyor herşeyimizi borçlu olduğumuz mevlamız Allah. Helal, temiz rızıklardan yararlanmamız ve ihtiyaç sahiplerini de yararlandırmamızdır bize yakışan hal. Yunus Emre’nin dediği gibi “Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi / Mal da yalan mülk de yalan / Var biraz da sen oyalan”. Öyle değil mi?

        Kendisini anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevirmemizi, onların yarın hesap günü dünyaya geri dönmeyi ve “yalnız Allah’a tapıp O’ndan başkasına kulluk etmemeyi’’ isteyeceklerini haber veriyor dostumuz Allah. “Dost istersen Allah yeter’’ değil mi?

        Dünya hayatının güzelliklerine göz dikip mü’minlerden yüz çevirmek, sonu hüsranla bitecek olan bir hȃl değil midir? Dünyanın neresinde ve hangi şartlar altında olursak olalım, Allah’ı razı eder bir halde olmak değil midir aslolan? Ölüp tekrar diriltildiğimizde “dünyada ne kadar kaldınız’’ diye sorulduğunda “bir gün ya da daha az kaldık’’ diyeceksek, üç günlük dünya hayatında(dün-bugün-yarın) üç kuruşluk dünya malına haddinden fazla değer vermenin gereği nedir? Ömer İbn’ül Hattab misali “Allah’ım, dünya malını elimde bulundur, kalbimde değil’’ diye dua etmeli değil mi?

        Dünya hayatı gökten indirilen suya benzer ki, bu yağmur sayesinde insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri yeşerir, gürleşir, birbirine karışır; daha sonra da kurur, sapsarı olur, rüzgȃrın savurduğu çerçöp haline geliverir. Akleden topluluklar için bu ayet, Allah’ın her şeye gücü yeten olduğuna ve dünya hayatının geçiciliğine güzel bir örnek değil mi?

        Akletmeyenler, heva ve heveslerine tabi olanlar ve Allahı-ahireti inkar edenler için dünya hayatı baştan çıkarıcı ve aklı baştan alıcıdır. Yahudiler(ve onların izinden gidenler için) şu değersiz dünya malını alıp, Allah’ın ayetlerini az bir paha karşılığında satmak, “nasıl olsa bağışlanacağız, biz Allah’ın sevgili kullarıyız’’deyip Allah’ı anmaktan yüz çevirenleri bin yıl yaşatılmak dahi azaptan alıkoymayacaktır. ‘”Ka’run kadar malın olsa, sonun bir ayrılık(ölüm)’’ değil mi?

        Dünya hayatına gereğinden fazla değer verme(dünyevileşme-sekülarizm) ile hiç değer vermeme(ruhbanlık-mistisizm) yani ifrat ve tefrit değil orta yolu tutmak; dünya ile ahiret hayatını bir ve bütün olarak değerlendirmek; her hususta olduğu gibi bu hususta da ölçülü, dengeli ve ahenkli olmaktır mü’mine yakışan hal. Rabbimiz Allah da böyle buyurmuyor mu?

        Onlardan bir kısmı da ‘’Ey Rabbimiz! Bize hem bu dünyada hem de ahirette iyilik-güzellik ver. Bizi ateş azabından koru’’ derler.

        İşte onlar için, kazandıklarından ahirette büyük bir nasip vardır. Şüphesiz Allah’ın hesaba çekmesi süratlidir. (Kur’an; Bakara / 201, 202)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder