Gıdıklama testi evrimi kanıtladı! Darwin’in ‘Evrim
Teorisi’, insanların atalarının maymuna benzer bir hayvan olduğunu ve tüm
canlıların daha ilkel bir canlıdan türediğini öne sürüyor. Amerika’da Emory
Üniversitesi’nden uzmanlar bu teorinin doğruluğuna işaret eden önemli bir buluş
yaptı. Uzmanlar, 22 maymun (şempanze ile bonobo cinsleri) ve 3 insanı
gıdıklayıp çıkardıkları sesleri kaydetti. Bu sesleri analiz eden uzmanlar
“Maymunlar da insanlar gibi gıdıklanınca gülüyor. Deneklerin çıkardığı seslerin
akustiği bazı noktalarda aynı karakteristik özellikleri taşıyor. Bu, ‘Evrim
Teorisi’ni kanıtlayabilir” dedi. [Posta; 06/06/2009]
Ciddiyeti(!)
ve güvenilirliği(!) tartışılmaz bu ‘çok bakılan’ (çok okunanla karıştırmayalım
lütfen) gazetenin verdiği habere göre “bu gıdıklama testi evrim teorisini
kanıtlayabilir”miş. Haydiii, çık işin içinden çıkabilirsen şimdi çık. Yahu bu
ülkede taaa cumhuriyet ilan edildiğinden beri cumhur’a ve özellikle onların
çocuklarına devlet okullarında, atalarının maymundan geldiğini gayet bilimsel
verilerle, bırakın teori olmayı vahiy mesabesinde öğretmedik mi? On yılda onbeş
milyon gence “evrim teorisi in, yaratılış gerçeği out” muamelesi çekmedik mi?
Ne kanıtlan-a-maz teoriymiş bu evrim teorisi yahu.
Sonunda
bu gıdaklama (pardon gıdıklama) testine ihtiyaç duydular herhal. Ne yani bir
başka hayvanı, ne bileyim domuz, çakal, yılan filan gıdıklasalardı, acaba
onların da çıkardıkları sesler bizimle aynı karakteristik özellikleri taşısaydı
ne olacaktı acep? Aha, bu bizim atamız mı diyecektik? Birçok hayvanla benzeşen
yanlarımız da yok değil hani? Maymun iştahlı, yılan gibi sinsi, çakal gibi
güvenilmez, domuz gibi helal-haram demeden tıkınan insan kılığında hayvan
mebzul miktarda var değil mi yaşadığımız çevrede?
Bu
uzmanlar, bilim adamları (bir yerde çağımızın ruhbanları, din adamları) iyi ki
yalnızca maymunlarla test yapıyorlar. İyice maymuna çevirdiler bizi. Bu test,
çift kör mü yoksa randomize kontrollü mü yapıldı acep? Denek sayısı (22 maymun,
3 insan) yeterli mi dersiniz? Ya bu 3 insan, üç maymun’u oynayıp görmedim,
duymadım, bilmiyorum demişse? Boru değil bu, soru. Yönelteceğim elbette böyle
bir “bilimsel çalışma”ya soru üstüne soru (bayağı da kafiyeli oldu hani).
Kanıtladı
mı bilinmez bu test, Darwin’in evrim iddiasını o bir yana, ama bizde hala
İslam’la barışık olmayan hatta savaşım içindeki kesime bir destek daha gelmiş,
yüreklerine su serpilmiş olsa gerektir. Daha dün “Tubitak dergisi Darwin’e
karşı, Darwin’i sansürledi, kovdu” diye yeri göğü inlettiler hatırlarsanız. Ya
maazallah Allah’ın canlı, cansız bütün varlıkların yoktan var edeni olduğu
gerçeği, bunların teorilerini Musa’nın asasının -Allah’ın izni ve yardımı ile-
Firavun’un sihirbazlarının hilelerini yeyip yutması gibi ham ediverirse ne
yapacaklar. O yüzden okullarda olsun, medyada olsun taraftarlarına ve fikren
iğfal ettikleri masum insanlara devamlı bu tür sihirler üflüyorlar, büyünün
etkisinin bilimsellik kisvesiyle devamını sağlamaya çalışıyorlar.
Değil
sadece maymun bütün hayvanlarla insan arasında ve hatta bütün diğer canlı ve
cansız varlıklar arasında benzerlikler, ortak noktalar olduğu gerçeği bir
tarafa, ısrarla “atalarının maymun olduğu, maymuna benzediği” hipotezine
inanmaya, iman etmeye devam etmeleri kendi bilecekleri bir husustur. Fakat bu
iddialarını, inançlarını bilimsel sosa bulayarak herkese dolma gibi yutturmaları
dayanılır gibi değil.
Seslerinin
fazla çıkması, borazanlarının ötmesi ‘gerçekten hiçbir şey ifade etmez’.
Elbette maymundan veya başka bir hayvandan geldiğine inanmak, iman etmek
onların bileceği bir husus. Bu düşünce onlara hoş da gelebilir. Dünyada bütün
yapıp ettiklerinden ölüm sonrası hesap vermeme düşüncesi; dünya hayatında
dileğince, gönlünce yaşama arzusu onları cezbetmiş de olabilir. Fakat artık
maymunun gözü açıldı. Milli midir, zilli midir, filli midir her ne ise bu
eğitim İslami olmadıkça, Kur’ani olmadıkça, vahye dayanmadıkça bu evrim yalanı
sürer gider. Biz de zaman zaman maymun iştahlı insanların yaptığı bu tür
haberlerle gülümser, zaman zaman da ağlarız gülünecek halimize birçok şeyde
olduğu gibi.
Atam,
babam Adem (a.s)’e ve eşi annem Havva’ya selam olsun. Ben onların ve onların
oğulları Habil’in ardı sıra gitmek istiyorum, Kabil’in yolu’ndan değil. Mevlam,
beni bu ikrar ile haşret.
Hava Kuvvetleri
Komutanı Orgeneral Aydoğan Babaoğlu'nun, Aktütün Karakolu'na yapılan saldırıda
17 Mehmetçik şehit düşerken Antalya'da golf oynaması tepkilere neden oldu.
Karakola saldırının başladığı 3 Ekim Cuma günü Antalya'nın Serik ilçesine bağlı
Belek beldesinde düzenlenen Ramazan Bayramı Golf Turnuvası'na katılan Babaoğlu,
Cumartesi günü de sahaya çıktı. Babaoğlu, Genelkurmay Başkanlığı'nın Cumartesi
günü yaptığı açıklamayla saldırıdan haberi oldu. Babaoğlu, dün “Mehmetçik şehit
düşerken golf oynamasını' eleştiren medyaya verdiği cevap da tartışmalara neden
oldu. Babaoğlu bir gazeteye verdiği demeçte “Eleştiride bulunanları mutlu etmek
için o gün Aktütün'e mi gitseydim?” dedi. Babaoğlu'nun 'Aktütün'e mi gitseydim'
sözleri tepkilere neden oldu. [Yeni Şafak; 09/10/2008]
“Kuzey Irak, artık bizim için BBG-Biri
Bizi Gözetliyor- evi gibidir. Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt” (www.radikal.com; 17.12.2007). İşte Paşanın tabiriyle BBG evinden Aktütün Karakolu
civarına ellerini kollarını sallaya sallaya gelen (Taraf Gazetesi’nin
14.10.2008 günkü haberine göre) bir grup şaki, göstere göstere bilmem kaçıncı
kez aynı karakola saldırıda bulunduktan sonra da çekip gitmişler. Çeyrek asrı
geçen süredir bu ülkenin dört bir tarafından binlerce asker, sivil delik deşik
edilip binlerce ocağa ateş düşerken, son olaydan bihaber Havacı Paşa da, golf
topunu bilmem kaçıncı deliğe sokmakla meşgulmüş. Hoş olsa da ne olurmuş ki,
“eleştiride bulunanları mutlu etmek için o gün Aktütün’e mi gitseymiş?”miş.
İşin garibi -küçük bir ayrıntı ama-
değinmeden geçemeyeceğim. Aynı Paşanın da katıldığı “Eskişehir'de şehit cenaze namazı sırasında
Cumhurbaşkanı Gül, protesto edildi” (www.patronlardunyasi.com; 05.10.2008). Şaşkınlığın bu kadarına da pes
doğrusu. Sanki daha yeni ayağının tozuyla golf sahasından gelen Paşa değil de
Gül. Gel de gülme bu işe. Daha kısa bir süre önce “Kara
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’dan görevi devralan Orgeneral Işık
Koşaner, devir-teslim töreninde yaptığı konuşmada, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
ulusunun dışında ayrı bir denetime ihtiyacı da bulunmamaktadır” demişti. (www.superonline.com; 28.08.2008) Bu ulus mu, bu cumhur mu denetleyecek
TSK’yı? Hadi canım sen de. Nerde ne yapacağını, kime ne söyleyeceğini şaşırmış,
darbe yiye yiye serseme dönmüş, silahı (darbeyi) görünce sinen, doğru düzgün en
küçük bir tavrı bile koyamayan bu ulus mu denetleyecek? Bu ulus bırakın denetim
yapmayı, darbe düdüğü çalınca esas duruşa geçip selama durur.
Bu
kafayla da –düşük yoğunlukla da olsa- bu savaş, bir çeyrek asır daha devam
eder. Bu savaşın olmasından, sürmesinden medet uman, nemalanan, güç devşiren ne
kadar iç ve dış odak varsa ihya olur, evlatlarını kaybeden nice ana, baba da
bağrına taş basıp, acısını yüreğine gömer. Bir ben miyim bu gerçeği gören
sanıyorsunuz? Sağır sultan, kör padişah bile biliyor bu çıplak gerçeği. “Ama bu ülkede Kürt sorununun çözümü istenmiyor. Çünkü bu
işten herkesin çıkarı var. Sadece askerin değil, güvenlik birimlerinin,
siyasetin, işadamlarının kısacası toplumun büyük bir kesiminin çıkarı var
bunda. Kürt sorunu her türlü istismarı ve illegal parayı besliyor.” (Kürt
sorunu ve Ergenekon, Mehmet Altan, Sabah, 21.10.2008)
İlelebed (kıyamete kadar) hiçbir devletin payidar olmadığı şu
dünyada Osmanlı İmparatorluğu da payidar (kalıcı) olamadı, göçüp gitti. Fakat
reflekslerini, geleneklerini, ruhunu Türkiye Cumhuriyeti adını alarak devam
ettirdi. Osmanlı’da “din ve devlet’in al-i menfaati, bekası” düşüncesi yerini
-din, out olduğu için- yerini yalnızca devlete, vatana, ülkeye bıraktı. “Devletin bekası için gerekirse bütün halkı feda
ederim” diyen “4. Murat
zihniyeti” ve sık sık ayaklanarak istemedikleri padişahları ve devlet adamlarını
azleden, hatta öldüren “yeniçeri ruhu” dipdiri olarak bu ülkede ortalıkta
dolaşıyor. Yazılı ve görsel medyada bu zihniyeti ve ruhu yansıtan, hatırlatan
beyanatları, açıklamaları sık sık okuyoruz, duyuyoruz. Son “irtica ile mücadele
eylem planı” etrafında konuşulanlar bu zihniyetin ve ruhun öyle bu ülkeden
kolay kolay çekip gitmeyeceğini, kaybolmayacağını ayan beyan göstermekte değil
midir?
“Sarıkız ve Ayışığı darbelerini yapmak isteyenler, ABD izin
vermediği için başarılı olamadı. Biz ABD izin vermediği için darbe
yapamayanları yargılıyoruz. Ama bir de ABD'nin izin verdiği darbeler var.
Komuta kademesinin bizatihi izin verdiği darbeler var. Bunları niye
yargılamıyoruz?” (1 numara Fenerbahçe Orduevi’nde, 78’liler Vakfı Başkanı
Celalettin Can ile söyleşi, Aksiyon, www.haber7.com, 21.10.2008) diyen kişi haksız mı?
Bir ülke düşünün ki çeşitli askeri binaların duvarlarının
üzerine şu söz yazılmış olsun. “Orduya sadakat milletin şerefidir”. Devletin
ordusundan ziyade ordunun devletinden bahsedebileceğimiz bu ülkede, elbette
millet orduya sadakat göstermeyip onun için belirlenen çizginin dışına çıkarsa,
haddini aşarsa birileri de ‘kurucu ve kurtarıcı, koruyucu ve kollayıcı’ olarak
seyredip durmaz ve sahnedeki yerini alarak, içeride ve dışarıdaki
destekçilerini de yedeğine katarak milletin yaramaz, sadakatsiz kısmına haddini
bildirir, ocağına incir ağacını diker. 150-200 yıldır bu böyle. Yakın tarihte
de değişeceğe benzemiyor. Belki çocuklarımızda, torunlarımızda, belki de onların
torunlarında.
Düşün-dürttüm düşündürttürmesine ama bırakın güldürmeyi,
gülümsetemediğimin bile farkındayım. Bazı konular, durumlar vardır ki ne
gülebilir, ne de güldürebilirsiniz. Yine de son bir kez gülümsetmeyi tecrübe
edeyim. “Emekli Korgeneral ve İP Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Müjdeci, kendisine
'darbe yapın' şeklinde gelen taleplerin Ergenekon operasyonundan sonra
kesildiğini söyledi. Atatürkçü Düşünce Kulübü tarafından Marmara
Üniversitesi'nde düzenlenen panelde “Eskiden günde 100'den fazla 'Bu memleketin
hali ne olacak, daha ne duruyorsunuz darbe yapsanıza!' diye mailler aldığını
anlatan Müjdeci şimdi dertli: "Bir tane kalmadı arkadaşlar. Herkes sustu,
herkes yola geldi. AK Parti hükümeti ve Amerika, bu korkuyu salmak suretiyle,
herkesi dinleme paranoyasına sokmak suretiyle bu hale getirdi" (www.iyibilgi.com; 12.10.2008).
Ne
dersiniz bu yazı da, ‘bir kağıt parçası’ olarak ‘irtica ile mücadele eylem
planı’ konusunda arkasına 32 paşayı da alarak –gözdağı verircesine, meydan
okurcasına- basın toplantısı yapan ve sert açıklamalarda bulunan İlker Başbuğ
Paşa tarafından “TSK’yı yıpratma ve karalama amacıyla hazırlanmış, TSK üzerinde
eli olmak, TSK
üzerinden kendini siyasi tanımlama düşüncesi ve gayretleri, TSK’ya karşı medya üzerinden, asimetrik bir
psikolojik harekat yürütmek” (Başbuğ: TSK bir kağıt parçası ile yıpratılıyor, www.haberler.com, 26.06.2009) olarak değerlendirilir
mi acep? Gitti mi şimdi bizim –zaten hiç olmayan- akredite ilelebed?
NOT: Bu haberlerin yayınlandığı ve
yorumun yazıldığı tarihlere dikkat edilsin lütfen. Aradan geçen 5-6 yıl içinde
neler oldu neler, hem de akla hayale gelmez şeyler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder