24 Ekim 2013 Perşembe

NAMAZ

“Kütahya Tavşanlı’daki Arifağa Camisi’nde ibadet sırasında çalan cep telefonlarından cemaatin rahatsız olduğunu gören müezzin, farklı bir yöntemi denedi. Caminin kapısına “Yaratan ile irtibata geçmek için yaratılanla irtibatı kesiniz” yazısını astı. (Star, 11.04.2010)”

      Yukarıdaki haberi okuyunca aklıma namaz ile ilgili nice zamandır tefekkür ettiklerim geldi. Namazla ilgili onca fıkhi malumat bir yana, namaz müslümanın hayatında ne anlam ifade ediyor ya da etmeli sualleri, bence üzerinde durulmaya değer bir konu. Yüksek öğrenim başlarında İslam’la ciddi olarak karşılaştığım yıllarda ilk merak ettiğim hususlardan biri de daha önce geleneksel bir şekilde, cuma ve diğer sair günlerde zaman zaman kıldığım namaz esnasında okuduğum ayetlerin, duaların ve ifadelerin ne anlama geldiğini merak edip öğrenmek olmuştu. Geçen zaman içinde namazlarım düzenli hale geldi ve hayatımın bir parçası oldu. Namaz için “huşû ve hudû”ya uygun olmalı derler ya, namazın şekli tamam da fakat hayatımızın diğer bütün işlerinde olduğu gibi her zaman aynı heyecan ve duyarlılıkla namaz kılmadığımız, kılamadığımız, daha doğrusu kılınamayacağı da bir vakıa. Fakat öyle olsa bile namazın bize kattığı o kadar çok şey var ki. En başta, namaz olmasa ‘bizi yoktan var eden ve sahip olduğumuz her ne var ise bize lütfeden Rabbimiz’i gün içinde belli vakitlerde ve bir ömür boyu aksatmadan, ihmal etmeden, düzenli, disiplinize bir şekilde hatırlayıp şükretmezdik, şükredemezdik. Namaz fıkhi açıdan bir yükümlülük, vecibe, farz olması olması bir yana belirli vakitlerle kayıtlı da olsa, Allah’ı unutmamıza mani olup, onunla olan bağlantı(rabıta)mızı canlı ve diri tutuyor. O’nun her an huzurunda ve gözetiminde olsak da, namaz bunun için bir farkındalık yaratıyor ve biz kalkıp abdest alıp maddi kirden, pastan arınarak namazla “Allah’ı ve ahiret gününü hatırlayarak”; af, mağfiret dileyerek; nedamet, pişmanlık ikrarında bulunarak manevi kirliliklerden de arınıyoruz. “Yüceler yücesi Allah’ın huzurunda ayağa kalkıp kıyama durarak, yüzümüzü ilk Beyt(Ev)’e çeviriyoruz. Teslimiyet ifadesini başlama tekbiriyle yeniden ifade edip O’nun sözleriyle O’na sığınıyor, yardım diliyor, aczimizi dile getiriyoruz. O olmasa idi biz olmazdık, O dilemese biz dileyemezdik. O’nun verdiği akıl nimeti olmasa hiçbir şeyin farkına varmaz, kıymetini bilmezdik. Boyun büküp alnımızı yere koyarken “arşı a’la”daki mevlamıza “şahdamarımızdan daha yakın”  olduğumuz duygusunu yaşamak, kelimelerle ifade edilebilir mi? Bu anı, bu duyguyu yaşamayan ne bilir, yaşayan anlar ancak. Namaz, güne yeniden, yepyeni bir şekilde güzel, umut dolu, diri başlama yanında günü karlı, kazançlı bitiren birinin mutluluğunu da yaşatır kula. Yastığa başını yatsı namazından sonra koyan bir kul huzuru iliklerine kadar yaşar. Namazla Rabbine verdiği sözü yerine getirmenin mutluluğu, olabildiğince herkesten ve her şeyden sıyrılarak, uzaklaşarak “gerçek dost”la baş başa kalmanın lezzeti başka hangi halde yaşanabilir ki? Onun içindir ki “Allah’a ve ahiret gününe gerçekten ama gerçekten” iman etmiş biri için namaz bir sıkıntı, angarya değil bir nimettir, lütufdur, hediyedir. O bize bildirmese, kulu ve elçileri vasıtasıyla öğretmese biz nerden bilirdik “namaz-salat”ın nimetlerini ve O’na karşı teşekkür edememenin mahcubiyetini, ezikliğini yaşar dururduk. O’na bağlılığımızı, sadakatimizi, sevgimizi, muhabbetimizi, şükrümüzü arzetmenin en güzel şekli, yolu ve dileklerimizi, isteklerimizi ifade etmenin en güzel aracı, vesilesi değil midir namaz? Aklımızın başımızda olduğu her halde, en sıkıntılı, tehlikeli ve zorlu zamanda (savaşta) bile terk edemeyeceğimiz, terk etmememiz gereken ibadet değil midir namaz? O kadar önemlidir ki bazı yerlerde bulunan ve kapısında ‘prayer room-dua odası’ına sığmaz, bütün yeryüzü mescid oluverir bize.

Hülasa tek cümleyle namaz, dirilişe, mücahedeye, tevhide, hayata çağrının ta kendisi değil midir?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder