İRFAN’IN PENCERESİ’NDEN
İki Dost - “(Yusuf) dedi ki; Rabbim,
zindan, bunların beni davet ettiği şeyden (zinadan) daha sevimlidir (iyidir,
hayırlıdır). Eğer sen onların fendini benden
uzaklaştırmazsan, onlara meyledip cahilce davrananlardan olabilirim”* (Cinsellik-3)
İnsana tarihte
yolculuğa çıkmışçasına bir ortam sunan ve huzuru, sükûneti, dinginliği
hissetmeye imkân veren boğaz kıyısındaki camide namazımızı eda ettikten sonra
bir köşeye çekilip oturduk.
Selçuk Bey, dedim. Hemen her sayılarında cinselliği bir bahane ile ve daha çok da tahrik edici, saptırıcı yönüyle işleyen, cinsel konularla yatıp kalkan, kafayı cinsellikle bozan piyasadaki malûm dergilerin birinde, bir zamanlar tesadüfen okuduğum şu satırlar İslam dışı zihin yapısını, konuya bakışını net olarak ifade ediyordu. [Cinsel eğilimler kişiden kişiye o kadar çok farklılık gösteriyor ki… Dört yıldır lezbiyen ilişki yaşayan Tülay, bunları anlatırken oldukça rahat ve sakin. Çünkü, cinsel tercihinin toplumun belirlediği sınırlara uymaması onun için önem taşımıyor. Zaten günümüzde cinsellikte bir takım sınırlar çizmek oldukça güç. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna kim karar verebilir ya da normallikle anormalliğin sınırlarını kim belirleyebilir ki?] (1)
Arif Bey, insanın hayvandan farkı bulunduğuna,
kendisine temyiz kâbiliyeti sağlayan aklı olduğuna göre, ihtiyaç ve güdülerini
doyurmada da ondan farkı bulunması elbette gerekecektir. Hayvanda bulunmayıp
kendinde bulunan aklın gerektirdiği de budur. İnsan düşünecek, düşününce de
doğruyu bulması kolaylaşacak ve bir kompleksi yoksa doğruya erişecektir. İnsanı,
bu düzenlemede uzvi ihtiyaç ve içgüdülerin iyi anlaşılmış tabiatı yönlendirecek
ve bunları Yaratan’ın, yarattığı bu hususiyetlere verdiği özellikler ister
istemez göz önünde bulundurulacaktır. Bu takdirde düzenlemeyi kendisi değil,
kendisini Yaratan’ın yapmasının en uygunu olacağı noktasına varacaktır. Ölçüyü
edinmek de böyle mümkündür.
Lütfen dikkat Arif Bey, bayanın söylediği son cümle meselenin püf ve de can alıcı noktası. Tam da mesele burada düğümleniyor. Evet, cinsellik ve hayata ilişkin tüm alanlarda “neyin doğru neyin yanlış olduğuna kim karar verebilir ya da normallikle anormalliğin sınırlarını kim belirleyebilir?” İşte “neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar veren ya da normallikle anormalliğin sınırlarını belirleyen” İlah’tır, Rabb’tır, Melik’tir. Yani hüküm sahibi, terbiye edici (ahlâk vaaz eden) ve sulta (otorite) sahibi’dir. Bu ya insanı ve tüm kainâtı yaratan Allah’tır ya da başka bir varlıktır, şeydir. Allah’tan gayrisi olduktan sonra da ister kişinin kendisi (nefsi-istek ve arzuları), ister başka bir kişi, grup ya da kişiler (demos, cumhur, halk) olmuş, diri veya ölü, canlı ya da cansız bir varlık olmuş ne fark eder ki? Kim sorusuna ilk insandan bu yana iki türlü cevap verilmiştir. Allah (Allah’ın başka devir, zaman ve mekânlarda farklı isim ve sıfatlarla anılması ayrı bir konu) ya da gayrısı. Kim sorusuna Allah diye cevap vermedikten sonra varsın şu veya bu diye cevap verilsin, artık bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Artık Tevhid değil Küfür ya da Şirk söz konusudur. Artık orada “neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar veren ya da normallikle anormalliğin sınırlarını belirleyen” Allah değildir. O olmadıktan sonra da elbette kişi ya da kişiler (laik ya da ruhban olmuş, farketmez) istedikleri gibi hareket etmekte özgürdürler, hürdürler, serbesttirler. Artık yeryüzünde o an ne kadar insan varsa o kadar ilah, rabb, melik var demektir. Öyle ya herkes yürüyen, yaşayan birer küçük tanrıya (!) dönüştükten sonra doğru ve yanlış, normal ya da anormal tanımı tamamen keyfi ve göreceli hale gelmiş demektir. Furkan, yani doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, temizi pisten, normali anormalden ayıran artık vahiy (Allah’ın sözü, tavsiyesi, buyruğu) değil insan ya da insanların keyifleridir, akıllarıdır, paşa gönülleridir. Yaratan, yaratmışsa yaratmış, bedeni onundur, istediği kadar ‘cinsel partner-ortak’la yatar kalkar, tek gecelik ya da bir süreliğine ilişki yaşayabilir, bedeninde istediği gibi tasarrufta bulunabilir, hatta canı isterse yaşamına kendi eliyle son bile verebilir. Vahiy; ölçü, hadd, sınır olmaktan çıktıktan sonra da cinsellik konusunda hangi hakla zinadan, zinanın değişik bir şekli olan homoseksüellikten veya türlü türlü cinsel sapkınlıkların (LGBTİ+ gibi) yanlışlığından dem vurulabilir ki? Erotizm iyi de (!) pornografi kötü be arkadaş ya da pornografi hadi neyse de (!) çocuk pornografisi kötü be birader gibi abuk sabuk, saç baş yoldurtan söylemlere dalar durur beşer ve şaşar.
Haklısınız, dedim. Ölçü, kriter, referans İslam olmadıktan sonra da bırakın kadın ve erkek arasında evlilik dışı cinsel ilişki demek olan zinayı, eşcinsellik ve tüm diğer sapkınlıklar laiklik-demokrasi-liberalizm adına savunulmak durumunda kalınır. Cinsel tercihlerine devlet dahil hiç kimsenin karışmaması gerektiğine inanan günümüzdeki çokluk, çoğunluk konumundaki insanlar gibi, tarihte de birtakım insanlar Kur’an’ın şehadetiyle Allah’ın elçisi Lût’a (a.s) şöyle demediler mi? “Biz seni, başkalarına (karışmaktan) men etmedik mi?" (Kur’an; Hicr/70). Yani bugünün diliyle tercüme edersek “Lût, sen bizim cinsel tercihimize karışma. Zaten günümüzde cinsellikte bir takım sınırlar çizmek oldukça güç. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna kim karar verebilir ya da normallikle anormalliğin sınırlarını kim belirleyebilir ki? Allah’ın elçisini olduğunu söylemen bizi ırgalamıyor. O Allah dediğin varlık bizi yarattıysa yarattı, o kadar. Bizim hayatımıza müdahale etme hakkı yoktur. Cinsellik tercihinde kadınla ya da erkekle ilgilenmişiz, ona ne. Din (inanç) dediğin vicdan işidir, kişi ile tanrı arasındadır. Bize fikirlerini dayatma, rahatsız etme ve de karışma.” Hatta giderayak Lût’u ve diğer müslümanları kastederek “Lût Kavmi'nin cevabı: "Bunları, yurdunuzdan sürüp çıkarın, muhakkak bunlar, çokça temizlenen, namuslu insanlarmış." (Kur’an; Araf/82) diye istihza edip ti’ye bile aldılar. Öyle ya, onlara göre temizi, pisi kim belirleyecekti; vahiy de onlara göre zaten Lût’un “bunları bana Allah bildirdi” diye iddia ettiği onun kendi sözleri değil mi idi? Tarihe dönüp baktığınızda Lût’un toplumundaki o çirkin fiili işleyenlerle bugünkülerin tutum ve söylemlerinde temelde hiç fark var mı?
Arif Bey, zinadan ve diğer sapkınlıklardan daha vahimi nedir biliyor musunuz? Bu hâl’in günah, haram, pis ve çirkin olarak görülmeyip normal ve doğal olarak görülmesidir. Yazılı ve görsel medyada zaman zaman falan ülkede eşcinsel evliliğe ve onların evlat edinebilmelerine hukuken izin verildiğine dair haberler çıkar durur. Hatta müslüman eşcinseller(!)den bahsedilip bunların camide ibadet hakları falan gündeme getirilir. Nasılsa iş bir defa raydan çıktı ya, Kur’an’daki kelimeler yerlerinden kopartıldı, kavramların içi boşaltıldı ya, artık ne söylesen, ne yazsan kim dinler ki. Yıllar önce bir arkadaşın e-posta yoluyla gönderdiği bir haberi aktarmak isterim size. [Endonezya'nın başkenti Cakarta'da 27 Mart'ta düzenlenen Endonezya Dinler ve Barış Konferansı'ndan "Eşcinsellik İslam'da caizdir" fetvası çıktı. Endonezya içinden ve dışından pek çok İslam uzmanının katıldığı toplantıda konuşan ilahiyat akademisyeni Dr. Siti Musdah Mulia, Kuran'daki Hucurat Suresi'ni esas aldığını ve eşcinselliğin yalnızca şehvetten kaynaklanmadığını vurgulayarak, "Eşcinselliğin Allah'tan geldiğinin, doğal olduğunun göz önüne alınması gerekir. Allah'ın gözünde insanlar dindarlıklarına göre değerlendirilirler" dedi. Pek çok katılımcı da bu görüşe destek verdi.] (2) Malûmaliniz bu tür haberleri fırsatı ganimet bilip allayarak pullayarak, etekleri zil çalarak yayınlar medyanın bir kesimi. Onların istek ve arzularına uygun fetva verin de varsın bu dini hüküm demek olan “fetva” olsun, varsın bu sözü söyleyen ilahiyat akademisyeni veya molla olsun, farketmez. Yeter ki onların gönlü hoş olsun. Aslında çok da umurlarında değil eşcinselliğin veya zinanın, Yaradan tarafından kötü, çirkin ve hayasızlık olarak nitelenmesi. Zira Yaratıcı ile köprüleri atmışlar, rabıtayı (bağlantıyı) kesmişler, onu -eğer inanıyorlarsa- vicdanlarının en derin köşesine hapsetmişler, yeryüzünde ilahlaşmışlar ya da başka ilahlara tabi olmuşlar. Ne hoş olurdu onlar için Yaradanın, yalnızca yaratıcı olarak kalması ve de onların paşa gönüllerine tabi olması, öldükten sonra da kaybolup gitmeleri ya da hesaptan beri olmaları ve hatta affedilip mükâfata nail olmaları. Bunlar Allah’tan korkmadan, kulları’ndan da utanmadan şu ülkede uzun yıllar türban (başörtüsü) taktığı için, tesettürlü olduğu için binbir zulme uğratılmış bayanları bilmelerine rağmen, bırakın vakti zamanında onların uğradığı haksızlığa karşı çıkıp savunmalarını, onların ırzları, namusları ile bile dalga geçtiler, çamur attılar. [Türbanlı porno. İnternette teşhircilik yapıp, fantezilerini paylaşan tesettürlüler var] (3) gibi haberlerle ancak inançla ilişkilendirilebilecek bir kelimeyi (türban, tesettür) rezilliğin, iğrençliğin dibi demek olan bir kelimeyle birlikte anmaktan haya etmediler. Aslında bunların, Hz. Peygamberin hanımına zina iftirasında bulunan Mekkeli müşrik Araplardan; Müslüman Boşnak bayanların onbinlercesine sistematik şekilde tecavüz eden sırp çetniklerden; eşcinsellik ayyuka çıktığı için toplumunu uyaran Allah’ın elçisi Lût(a.s)’a “Lût ve beraberindekiler de amma temiz insanlarmış” diye alay edenlerden zihniyet olarak fazla bir farkları olmasa gerektir. Şeytani bir düşünce ile isterler ki temiz kimse kalmasın, herkes bir ucundan pisliğe bulaşsın, kimsenin kimseye diyeceği kalmasın, rahatça yollarına devam edebilsinler.
Hadi bunlar böyle, kötü ve ard niyetli diyelim. Ahlaken bozulmaya, kokuşmaya, yozlaşmaya kapı aralayacak her tür habere çanak tutarlar tutmasına da bu İslam uzmanı(!) ve ilahiyat akademisyenlerine(!) ne oluyor Allah aşkına? Nasıl olup da böyle fahiş (aşırı, İslam’a aykırı) bir fetva(!)ya imza atabiliyorlar? O zaman günışığı gibi apaçık konular bile yamuk yumuk, eğri büğrü bir şekilde ele alınmaz mı? Ya bunlar yanılıyor ya da Allah (hâşa) ve O’nun peygamberi Lût ve mü’minler. Doğal (fıtri, yaratılışa, insan haysiyetine uygun), normal ve meşru olan evlilik iktidarına sahip bir kadın ve bir erkeğin şahitler huzurunda evlilik bağı ile birlikteliği mi yoksa cinsel sapkınlık, anormallik, hastalık olarak nitelenmesi gereken eşcinsellik mi? Yok şehvetten kaynaklanmıyormuş, Allah’tan geliyormuş, doğuştan (genetik) geliyormuş gibi birçok yalan yanlış, aslı astarı olmayan bilgi ve çarpıtma. Eşcinsellik de caizse, İslam’da ne haram? Dindar insan kim? Laik-demokratik dünya görüşünün hukukuna (şeriâtine) göre zina ve de eşcinsellik caiz olabilir. İslam demokrasi midir ki helal ve haramı, doğru ve yanlışı, normal ve anormali “katılımcıların pek çoğu” belirlesin? İslam laiklik midir ki, Allah ve Rasulünün (Elçilerinin) hüküm ve görüş belirttiği bir konuda başka birine, başka bir hukuka (şeriâte) kulak vermek, itaat etmek, teslim olmak söz konusu olsun?
Arif Bey, gene yıllar önce internette bir haber ilişmişti gözüme. Biliyorsunuz evlenilmesi şer’an (İslam şeriâtince-hukukunca) caiz olmayan aile fertleri ve akrabalar tek tek sayılır Kur’an’da (Nisa/23). Bunu hatırlattıktan sonra, haberi nakledeyim isterseniz. [Kardeşler ama dört çocukları var. Evlenerek dört çocuk yapan kardeşler yeni bir tartışmanın kapısını araladı. Almanya’nın Saksonya eyaletinde yaşayan Patrick S. ve Susan K., kardeş olmalarına rağmen evlenerek ortak dört çocuk sahibi oldu. Ülkede şimdi yakın akrabalar arasındaki evliliğin suç olup olmadığı tartışması yapılıyor. Almanya’da ensest ilişki, yasalara göre suç sayılmasına rağmen ikili bu ilişkiden vazgeçmedi. Patrick S. ensest ilişki nedeniyle iki yıl hapis yattı. Çift ilişkilerinde bir yanlışlık olmadığını savunuyor. Ancak şu anda Almanya’da değişik bir tartışma yaşanıyor. Ensest ilişki gerçekten suç mu? Dava şimdi anayasa mahkemesinde görülecek. Anayasa mahkemesinin vereceği karar merakla bekleniyor. Eğer mahkeme ensest ilişkinin suç olmadığı yönünde bir karar verirse, Alman yasalarına göre akrabaların birbirleriyle ilişkiye girmeleri de suç olmaktan çıkmış olacak.] (4) Ve geçen zaman içinde bütün bu tartışmalar bitti ve LGBTİ+ denilen sapkınlıklar yasalaştı, suç olmaktan çıkarıldı Almanya ve diğer Avrupa Birliği ülkelerinde. İşte böyle, insan vahyi (nakli) terk edip de yalnız ve yalnız “aklı ve bilimi”, “hayatta en hakiki mürşit-doğru yolu gösteren” olarak kabul ederse, neden böyle bir sonuca varmasın ki?. Sahi yine aynı soru geldi dikildi karşımıza. “Neyin doğru neyin yanlış olduğuna kim karar verebilir ya da normallikle anormalliğin sınırlarını kim belirleyebilir ki?”.
Dünya kurulalı, insan yeryüzünde var olalı beri, insanlar arasındaki tüm beşeri münasebetler ve aile-akraba ilişkileri cinsellik üzerinden kuruldu ve kurulmaya da devam ediyor. Anne, baba, kardeş, büyükbaba, nine, amca, dayı, hala, teyze, dünür, bacanak, kayınbaba, baldız vs bütün bu tanımlamaların tamamı evlilik ve cinsellikle alakalıdır. Evliliği bitirip klasik ana baba kavramını ortadan kaldırdığınızda ve aile üyeleri arasında cinselliği normal ve yasal hale getirdiğinizde insanı, insanlığı, toplumu ifsada, helâka, yok oluşa doğru sürüklemiş olmaz mıyız? Sırf üç günlük dünyada daha fazla ve daha farklı haz, zevk almak uğruna; sırf istek ve arzularımızı tatmin etmek için, bizi biz yapan, insan yapan, diğer canlılardan ayıran yanımızı yok etmek ve geleceğimizi, gelecek nesilleri yok etmeye, ateşe atmaya değer mi, yakışır mı?
Her şeyi yerli yerine, ait olduğu yere koymalı, Arif Bey. Aksi halde hem kendimize, hem de başkalarına zulmetmiş oluruz. Başka dünya görüşlerine (ideolojilere, dinlere) ait kavramlara istediğimiz şekilde anlam yükleyemeyiz, içini boşaltıp dilediğimiz şekilde dolduramayız. Sapla saman, şapla şeker birbirine karışır o zaman. Ben şimdi “Marksizm, Allah’tan başka ilah olmadığına; Muhammed’in de O’nun kulu ve elçisi olduğuna inanmaktır” diye tanımlasam olur mu? Herhalde “uysa da, uymasa da” olur dersem olur belki ama buna da kargalar bile güler.
Yeri gelmişken Kur’an’da cinsellik konusuyla irtibatlandırılabilecek ayetlerdeki “dil”e de değinmek istiyorum Selçuk abi. Yaratan, karı-koca arasındaki cinselliği (cimayı, halveti) ele alırken bile sevgiyi, muhabbeti, yakınlaşmayı ifade eden kelimeler kullanıyor. Mü’min erkek ve kadının birbirlerinin örtüsü, libası olduğundan bahisle huzuru, sükûneti birbirlerinde bulabileceklerini belirtiyor. Gerçekten hak, doğru bile olsa, uygun olmayan anlatım, batılı tasvir gibi saf, masum zihinleri ifsad edebilir, bozabilir. Bu hususa hassaten dikkat çekmek isterim.
Allah,
evlilik çağına gelmiş olanların evliliğe teşvik edilmesini ve onlara bu konuda
yardım edilmesini öğütlüyor. Çok eşliliğin dahi bazı durumlarda caiz görüldüğü
İslam’da zina, fuhuş (açık ve gizli, her türlü çeşidiyle) kesinlikle men
edildiğine göre, elbette zinaya götüren her yol ve vasıta da bu cümleden olarak
önlenmeye çalışılır. Bu anlamda erkeğin ve özellikle kadının kendiliğinden
görünen zinetleri (vücut kısımları yani el, yüz, ayak) hariç örtünmesi;
duyuların ve özellikle gözlerin harama bakmaktan alıkonulmasının öğütlenmesi
çok önemlidir. Mesele yalnızca örtünmenin bir parçası olan başörtüsünün
farziyeti meselesi olmaktan öte, başörtüsü bile başka şekillere büründürülüp
sulandırılırsa ruhunu, esprisini kaybeder. Tesettürün (İslami ölçülere uygun
örtünmenin) erkek ve özellikle daha cazibeli ve albenili yaratılmış olan
kadının “dişiliğini değil, özellikle kişiliğini öne çıkarıp toplumda yer alması”
demek olduğunun bir kere daha altını çizmek isterim. Bu konuda iki hususa daha
dikkat çekmek istiyorum. İlki, hadi diyelim başörtüsünü bir kenara bıraktık
(gelenek, nafile veya teferruat dedik), peki konu yalnız başörtüsüzlükle
sınırlı kalır mı; diğer husus da başörtüsü olsa bile gerek giyinmede birtakım
ölçülere riayet edilmediği için örtünmenin hikmetini, özünü yitirecek hale
gelmesi ve örtünmeyle uyumlu olmayan tarzda davranışlar sergilenmesidir. Ki
zaman zaman çevremizde –ki geçenlerde Gülhane Parkı’nda gezinirken rastladım
yine- özellikle İslami örtünmeye riayet eden bazı kızların erkek arkadaşlarıyla
sarmaş dolaş olmaları (velev ki nikâhlı bile olsalar) ve bazı bayanların bütün
vücut hatlarını ortaya koyacak şekilde daracık (hatta tayt) elbiseler
giymeleri, aşırı makyajlı olmaları bu söylediğimi teyit eder niteliktedir. Lise
ve fakülte yıllarımda (seksenler) okula belediye otobüsleriyle gider gelirdim.
Otobüsler sayıca az olduğu ve alternatif başka bir ulaşım aracına da binemediğimden
bazen hıncahınç dolu olsa da mecburen otobüsle yolculuk yapardım. Bir gün
otobüste bir genç oğlanla kız samimiyeti o kadar ileri götürdüler ki,
yolculardan yaşlı bir amcanın sabrı taştı. Dedi ki; “Delikanlı ayıp oluyor ama
kalanı da yatak odasına bıraksan”. Tabii o zamanlar büyüklere şekilsel de olsa
bir saygı ve yarım yamalak da olsa bir mahcubiyet vardı. Gençler karşılık
vermedikleri gibi hemen toparlanıp kendilerine çeki düzen verdiler. Şimdilerde ise
ne bu uyarıyı yapabilecek yaşlı amca/teyze var; ne de bu uyarıyı dikkate alıp
sessizce uyacak bir gençlik var, hatta uyaran kişinin hakarete, şiddete
uğraması ya da adli mercilere şikayet edilmesi işten bile değildir. Kamusal alanda, medyada, okulda, sokakta
kısacası her yerde şehveti tahrik eden görüntülerin bulunmaması çok önemlidir.
İnternet, sosyal ve yazılı-görsel medya aracılığı ile zinaya yaklaştırıcı,
cinsel sapkınlıklara davetiye çıkarıcı materyalden uzak durulup, her cins ve
yaşta insan, bu konularda bilinçlendirilmelidir. Her yaşta sağlıklı bir
cinsellik konusunda her türlü bilgilendirme, bilinçlendirmeye evet ama
istismara, yozlaşmaya hayır. Okullarda, medyada veya değişik platformlarda bu
konular işlenebilir, fakat harama, sapkınlığa, çirkinliğe davetiye çıkarılamaz.
Selçuk Bey, dedim.
Hatırıma yıllar önce Cuma namazına gittiğim yıllarda çalıştığım yerdeki hocanın
namaz öncesi yaptığı vaaz geldi. Camide cemaat sayısı oldukça azdı. Hoca,
oturduğu mahalledeki kadınların zikre gitmek için birbirlerine “Huuu … Hanım,
hadi hazırlan da zikre gidelim” diye seslendiklerini aktarıp ardından sinirli
bir şekilde ilave etti. “Yahu kadının zikre gitmesi de ne demek, kadının zikri
erkeğinin yatağıdır”. Ben şaştım kaldım, ne demek şimdi bu diye. Cevap vermek
istedim, fakat hocayı oradaki insanların içinde zor duruma düşürmemek için
vazgeçtim. Zaten dinleyicilerden de herhangi bir tepki gelmedi alışılageldiği
üzere. Çok geçmedi, hocaya bir yerde rastladım. Sözünü hatırlattım, ne manaya
geldiğini sordum. “Sahiden böyle mi düşünüyorsunuz, cemaatte bir kadın olsaydı
sinirlenip kızmaz mıydı, İslam’dan soğutmaz mı bu bakış açısı kadınları” diye
sorularımı yönelttim. Kem küm, hık mık deyip öyle söylemek istemediğini
belirtip konuyu kapatmaya çalıştı.
Arif bey, size
şaşırtıcı gelebilir ama maalesef hoca bir yerde mazur da görülebilir. Neden mi?
Bakın, daha önce konuşmamızda bahsi geçen, baskı üstüne baskı yapan ve son
baskısını yapan yayınevinin tanıtım yazısında, [insan hayatının en
önemli yönlerinden biri olan cinselliğin İslam açısından incelendiği bir kaynak
eserdir. Bu eser, günümüzün en problemli alanlarından birisi olan cinsel
hayattaki iyi ve doğruların neler olduğu, zarar ve yanlışların nasıl
önlenebileceğine dair temel esasların belirlendiği en önemli eserlerin başında
gelmektedir. Kuran ve hadisler ışığında cinsel hayata ilişkin tüm yönler bu
çalışmayla gözler önüne serilmektedir] diye takdim ettiği, Ali Rıza Demircan
adlı ilahiyatçı yazara ait “İslam´a Göre Cinsel Hayat” adlı kitabın 14.
sahifesinde “… dinimizin cinsel hayatla ilgili yasaklarının (haramlarının) bir
kısmına bakalım” deniliyor ve bu babda şöyle bir madde de gözümüze çarpıyor. “…
dini ve sıhhi bir mazeret olmaksızın kocanın cinsel arzularına karşı çıkmak”.
Hâl böyle olunca da eğer adam azgın ise karısının payına bol bol zikir etmek
(!) düşer elbette, değil mi? Öyle ya, bu zihniyete göre evli kadının “dini ve
sıhhi mazereti” dışında başka nasıl bir mazereti olabilir ki? Hele bir de
kocasının isteğine hayır deme durumunda haram işleme?! durumunda kalıyorsa, sen
gel de kocaya hanımının isteğinin olmamasından ya da ruhsal durumunun müsait
olmamasından dem vur. Bu bakış açısına göre evli müslüman kadın, kocasının
diğer istekleri yanında cinsel isteğini de karşılayabilmek için her an hâzır ve
nâzır olmalıdır. İnsanın bu noktada “yahu, Allah’a mı yoksa kocaya mı
teslimiyetin adıydı İslam” diyesi geliyor. Hz.
Peygambere isnat edilen, söylediği söylenen "Kulun kula secde etmesi caiz
olsaydı, kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim", "Bir
koca karısını yatağına çağırır da -karısı gelmezse- sabaha kadar ona melekler
lanet eder" sözleri uydurma (mevzu) değil miydi yoksa?
Hazır yeri gelmişken bu
konu ile ilgili bir hatıramı daha nakledeyim müsaade ederseniz, dedim. Yıllar
önce eşimin babasıgilin köyündeki camiden namaz çıkışında köylülerden biri ile
sohbet ediyorduk. Konuşma sırasında utana sıkıla bana bir soru yöneltti. “Ben,
dedi. Sık sık hanımımla birlikte olmak istiyorum. O ise yorgun olduğunu
söyleyip arkasını dönüp yatıyor. Bu durumda ne yapabilirim, ne gibi bir sorun
olabilir acaba?”. Dedim ki, “köylük yerde –hoş, şehirde de durum farklı değil
ya- iş güç oldukça fazla. Yalnız erkekler değil kadınlar da tarlada, bağda
bahçede çalışıyor. Akşam eve kocası gibi yorgun argın geldikten sonra bir de –varsa-
hayvanların yemlenmesi, sağımı, yemek, bulaşık, çamaşır gibi ev işleri,
çocukların bakımı gibi ek başka işler devreye giriyor. Tabii günün sonunda
bilhassa kadınlarda hal mecal kalmıyor. Buna bir de erkeğin saç sakalının
bakımsızlığı, ağız ve –varsa- sigara, alkol kokusu, üstüne başına özen
göstermeme, tatlı sözlerden ve zarif davranışlardan mahrumiyeti de eklenince
zaten yorgun olan kadının kocasıyla ilgilenecek, dönüp bakacak hali, isteği,
arzusu kal-a-mıyor. Sen bunları bilip ona göre davran ve kendi üzerine düşeni
yap, hallolur inşaallah” dedim. Konuya bu açıdan yaklaşımım ilgisini çekti, onayladı.
Tabii bu kişiyi çok iyi tanımadığımdan karı-kocanın birbirine karşı olan sevgi
ve saygısının olup olmamasının da payı olabileceğini söyleyemedim. Yıllar önce seyrettiğim
Spielberg’in “Mor Yıllar” adlı bir filminde, tanımadığı, sevmediği bir adamla zorla
evlendirilen bir zenci kadının bir arkadaşıyla konuşurken, kocasıyla olan
ilişkisini tarif ederken kullandığı şu cümle oldukça manidar gelmişti bana.
“Bazı geceler üzerime çıkıp tepiniyor, gözümü kapatıp sabrederek bu işkencenin
bitmesini bekliyorum.”
Arif bey, geçmişte ve günümüzde bile erkeğe nazaran kadının cinsiyet anlamında daha mağdur olduğu aşikâr ve inkâr edilemez bir gerçektir. [Prof. Dr. Cindoğlu "Bu topraklarda kadın cinselliği korkular üzerine kuruludur. Kadın da bu korkuları içselleştirmiş durumda, ilk korku, bekaretini kaybetme korkusudur. Bunu bekaretinin belli olmaması, ilk ilişki, evlendiğinde yeterince arzulanmama, hamile kalıp kalmama, hamilelikten sonra beğenilmeme, yaşlanma, menopoz ve menopoz sonrası terk edilme korkusu izler. Korku da kadının cinsellikten keyif almasına engel olur" şeklinde konuştu. Özellikle bekaretin, kadının koca ile babanın namusu olarak algılandığını belirten Cindoğlu, "20 ilde 1537 kişiyle yapılan araştırmaya göre, toplumun yüzde 70'i, kadının namusunun bekaretle doğrudan ilişkili olduğunu düşünüyor" dedi]. (5) Bu toplumda ve birçok toplumda erkek, cinsellikle ilgili konularda daha ayrıcalıklı ve daha geniş bir hareket alanına sahiptir. İşin garibi erkeğin bu avantajlı konumuna büyük ölçüde kadınların da katkı sağlamasıdır. Erkeğin yaptığı birçok yanlışı hoş gören zihniyet, aynı yanlışı bir kadın yaptığında onun hayat hakkını bile rahatlıkla elinden alabiliyor. Zina ettiği için ya da ırzına tecavüz edilen bir kadın “namus temizleme” uğruna aile meclisinin aldığı kararla en yakını tarafından katledilebiliyor. Nedense bugüne kadar zina yaptığı, tecavüz ettiği ya da tecavüze uğradığı için aile meclisinin aldığı kararla katledilen bir erkek hemen hiç görülmedi, duyulmadı. Kendi yakınları veya yabancılar tarafından tecavüze uğrayan kızlar/kadınlar, bu uğradıkları zulüm yetmezmiş gibi şahitlik ederler korkusuyla canlarına kıyılıyor veya öldürülmeyip yaşarlarsa çileli bir hayat onları bekliyor. Bir öldürme ya da ırza tecavüz sonucu olayla hiç ilgisi olmayan bir kız ya da kadın, bedel olarak karşı tarafça talep edilebiliyor. Bir erkekle evlenen bir bayan, eşi ölse bile o evin gelini olarak kabul edilip çoğunlukla da mal mülk ele güne gitmesin kaygısıyla ailenin bir başka erkeğiyle evlendirilebiliyor ya da yeni bir evlilik yapmasına engel olunuyor. Bir kız “berdel” ya da “beşik kertmesi” gibi gelenekler yüzünden hiç tanımadığı, sevmediği biriyle evlendirilebiliyor. Düşmüş, düşürülmüş, ailelerinin, akrabalarının, hatta devletin bile elini uzat-a-madığı kadınlar, bu ülkede ve dünyanın değişik yerlerinde -maalesef tarih boyunca- hayat kadını, fahişe, telekız, eskort adıyla sokaklarda, randevuevlerinde ya da devletin gözetimi ve kontrolünde genelev, kerhane adı verilen yerlerde namuslarını sevmediği, tanımadığı erkeklere para karşılığı sunmak zorunda bırakılıyor. Dünyanın birçok ülkesinde yüzbinlerce kadın, erkek, çocuk fuhuş ve porno sektörünün dişlileri arasında öğütülüp duruyor. Savaşlarda “tecavüz” bir savaş silahı olarak kullanılıyor. Her şeyden önce kadını bir cinsel obje, nesne, eşya gibi algılamaktan, sadece cinsel organdan ibaret bir canlı olarak görmekten vazgeçip bir insan, bir kişi, erkek bir elmanın yarısı ise onu da diğer yarısı olarak görmek, Allah’ın bir kulu olarak kabul etmek gerekmez mi? Bu sorunu çözmede ilk adım olmaz mı? Ne dersiniz?
Yerden göğe kadar
haklısınız Selçuk Hocam; dedim. Camiden çıkıp Üsküdar meydanına yakın bir yerde
öğle yemeği için meşhur bir lokantaya girdik. Ben pilav ve karnıyarık
ısmarladım. Selçuk Bey de çorba ve güveç istedi. Yemeklerimizi yerken
sohbetimize kaldığımız yerden devam ettik.
*Kur’an; Yusuf 33
Kaynaklar:
1. Cosmopolitan
Türkiye, Sayı: 34, sh.19, 01.1995
2. Hürriyet; 02.04.2008
3. Tempo;
27/09/2005
4. Hürriyet; 13.03.2008
5. aktuelpsikoloji.com/turk-kadininin-cinsellige-bakisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder