T.C’nde darbe çeşitleri ve birer örnek
Gerçek darbe: 27 mayıs 1960
Dört dörtlük darbe: 12 eylül 1980
Darbemsi darbe: 12 mart 1971 (muhtıra)
Elektronik darbemsi darbe: 27 nisan 2007 (e-muhtıra)
TBMM içi darbe: 1923 (ilk meclisin safdışı edilmesi)
TBMM dışı darbe: 27 mayıs 1960
TBMM’ye karşı darbe: 05 haziran 2008 (anayasa mahkemesinin başörtüsünün
üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin anayasa değişikliğini iptal
etmesi)
Gerçekleşmiş darbe: 27 mayıs 1960 (‘anayasa ve hürriyet bayramı’ idi bir
zamanlar, ta ki 12 eylülcüler ‘yeni darbe yaptığımızdan eskisi hükümsüzdür’
deyip iptal edene kadar))
Gerçekleş-e-memiş darbe: 2002 yılındaki başta ay ışığı olmak üzere
mebzul miktarda darbe planı
Klasik darbe: 12 eylül 1980
Postmodern darbe: 28 şubat 1997
Askeri darbe: 12 eylül 1980
Askeri olmayan darbe: 17 şubat 2010, yargı darbesi (darbecileri ya da
darbe girişimi planlayanları yargılayacakları zannedilen yargıçların yargı darbesi)
Üniformsite ya da ulusalsite, ordu-üniversite elele, kışla ve
kampüs, nizamiye, ikna odaları, rektör paşalar, paşa rektörler, mıntıka
temizliği,…
Üniversitede büyük
fişleme. Ergenekon davası dosyasına giren 47 sayfalık fişleme raporu, İstanbul
Üniversitesi'nin bütün faaliyetlerinin ayrıntılı şekilde takip edildiğini
ortaya koyuyor. Rapor, Ergenekon'un yöneticilerinden olduğu iddiasıyla
yargılanan Kemal Alemdaroğlu'nun İstanbul Üniversitesi rektörlüğü görevinden
alınmasından sonra yerine atanan Mesut Parlak dönemini mercek altına alıyor…
Bilgilerin, askerî istihbarat birimleri, eski Adlî Tıp Kurumu Başkanı
Keramettin Kurt, S.C., S.A., M.K.B., K.A., N.S. ve pek çok öğretim üyesi ile
karşılıklı görüşme sonucu elde edildiği bildiriliyor. İstanbul Üniversitesi
Adlî Tıp Enstitüsü'nün 18 yıl müdürlüğünü yapan Prof. Dr. Sevil Atasoy’un ise
Ergenekon davası müdahillerinden Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı'nın da
aralarında bulunduğu adli tıp uzmanlarına yönelik fişleme raporunu 1. Ordu
Komutanlığı'na gönderdiği ifade ediliyor… Atasoy'un, sadece akademisyenleri
fişlemekle kalmadığı, ayrıca 1. Ordu Komutanlığı'na da rapor sunduğu ortaya
çıktı… Raporda, Parlak'ın türban sebebiyle mezuniyetlerin düğün salonlarında
yapılmasına izin verdiği, ileride türban ve kara çarşafın İÜ'nde serbest
olacağının Parlak tarafından alınan duyum olduğu kaydediliyor. Kampüste
türbanlıların görülmeye başladığı aktarılıyor. (www.zaman.com.tr, 08.10.2009)
Bu ülkede ‘Recep İvedik’ler bitmez,
‘Recep İvedik’ 4 de oynar, 5 de…
“…Bir general: "Git söyle o
kadına, ileri geri konuşmasın. Gelirsek İçişleri Bakanlığı'nın önünde yağlı
kazığa oturturuz..." (İçişleri Bakanı Meral Akşener'e yönelik söylenen
söz)
Çevik Bir'den Milliyet Gazetesi
yönetimine: “Albright'ın açıklamasını neden bu kadar büyüttünüz? Şimdi oraya da
mı iki general göndermem gerekiyor?” (Milliyet, ertesi gün haberleriyle kendini
affettirdi)
Mehmet Altan, askeri sinirlendiren
olayın 28 Şubat sürecinde yüzde 72 oranında zamlanan asker maaşlarıyla ilgili
yazısı olduğunu belirtiyor: "30 yıllık bir öğretmenin maaşının, askeri
kariyere yeni başlayan birisinden daha az olduğunu yazmıştım. Bu yazı üzerine
Erol Özkasnak, o dönem Sabah'ın Genel Yayın Yönetmeni Zafer Mutlu'yu arayıp
'Onun makatına süngü sokup sınır sınır gezdireceğim' demiş, benim
hakkımda."
Erzurum Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman
Özbek: Adam olan adam gidip o krala misafir olmaz. Ben bunu kabul etmiyorum.
Başbakan değil bilmem ne bakanı olursa olsun... Ulan pe... (17 Nisan 97)” (28
Şubat’tan akılda kalan sözler, Zaman, 28.02.2010)
“28 Şubat sürecinde hükümeti eleştiren
açıklamalarıyla tanınan emekli Tümgeneral Osman Özbek, yine ağzını bozdu. Balyoz planını deşifre eden muhabire
küfretti. "Ş... adam elinde Balyoz darbe planı bir valiz ile
birlikte savcılığa gidiyor. Ona bu belgeleri nerden aldın veya bunu neden
yayınlıyorsun diye hesap sorulmuyor. Ben orgeneralimi bu nedenlerle kimseye
vermem. O gazetecinin tutuklanması gerek." (www.zaman.com.tr, 02.03.2010)
(İlgili haber: Balyoz
Planı'nın bütün belgeleri ve analog ses kayıt bantlarını Savcılık, Taraf
Gazetesi yazarı Mehmet Baransu’dan aldı. www.zaman.com.tr, 29.01.2010)
Tam 5 yıl sonra… Kaderin garip bir cilvesi!
“Balyoz'da kumpas -milli
orduya- kurulduğu iddiası üzerine başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına
alınan ve mahkemeye sevk edilen gazeteci Mehmet Baransu tutuklandı. Soruşturma kapsamında
emniyette ifade veren Baransu, sabah saatlerinde İstanbul Adalet Sarayı'na
getirildi. Savcı Gökalp Kökçü, ifadesini almadan Baransu'yu 'örgüt kurmak ve
yönetmek, devletin gizli kalması gereken belgelerini temin etmek, açıklamak ve
yok etmek' suçlarından tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk etti…” (www.zaman.com.tr, 02.03.2015)
“Ne zamandan beri
darbe planları ‘devletin güvenliğine ilişkin belge’ ve ‘devletin gizli kalması
gereken bilgileri’ olarak niteleniyor? Ne zamandan beri olacak, hırsızlarla
darbeciler hukuktan kurtulmak için kol kola girdiğinden beri… Hırsızlık
yaparken yakalanan bir iktidar, paçasını kurtarabilmek için hırsızlıktan da
büyük suçlar işlemeye başlayınca, gidip darbecilere sığınmaya karar verdi.
Ellerinde planlarıyla ortaya çıkan darbeciler de, dizleri korkudan titreye
titreye, hırsız olduklarını açıkça bildikleri adamların arkasına utanmadan
saklandılar… Birlikte onların suçlarını ortaya çıkaranları suçlu ilan etmeye
çalışıyorlar.” (Ahmet Altan, Cumhuriyet, 03.03.2015)
Asker yargıyı ‘brifing’ler, yargı da
kendini askere ‘brifing’letirse; asker kendini ‘hem savcı, hem avukat, hem de
yargıç’ yerine koyar, yargı da hükümete esip gürleyip harekete geçtiği halde
askere, muhalefete karşı dut yemiş bülbüle dönüp kös kös oturursa; o zaman “iyi
çocuklar” ergenekon işlerine devam ederler haliylen!...
28 Şubat post modern darbesinin kilit
isimlerinden emekli general Çevik Bir ile emekli general Erol Özkasnak’ın
medyaya yaptıkları baskılar tek tek gün yüzüne çıkıyor. Çevik Bir’in o dönem
medya patronu olan Erol Aksoy’a “32. günü yayından kaldır, Mehmet Ali Birand’ı
işten at” talimatı verdiği, Aksoy’un da “Paşam mahkeme kararı yok” sözü üzerine
de “30 bin şehit var, sen daha ne mahkeme kararı istiyorsun” cevabı aldığı
ortaya çıktı. (Star, 15.03.2010)
…Fikret Bila, 3. Ordu Komutanı’nı
soruyor (not: meraklıları için hatırlatalım, hani şu altındaki ıslak imza
‘çiçek gibi’ dursun’a ait olan ‘irtica ile mücadele için eylem planı’nı
erzincan’da uygulamaya koyan paşa), o Genelkurmay Karargȃhı’ndan atlayacak bir kurt gibi cevap veriyor: ‘’Ordu Komutanı ile yaptığımız
görüşmelerde de, konuya ilişkin olarak kendisinin de görüşleri sorulmuştur.
Ordu Komutanı çeşitli defalar bizlere iddia edilen olaylarla hiçbir ilgisinin
bulunmadığını ifade etmiştir. Başbuğ, Işık Koşaner’e dönerek soruyor: - Hiçbir
tereddüt var mı? - Hayır yok. İşte bu kadar. Hiçbir tereddüt yok.” Charlie Chaplin filminden bir sahne
gibi. Ordu komutanına sormuşlar, dosyaya bakmışlar, hükmü vermişler. Mahkemeye
falan gerek yok. Hüküm, masum; suçlamalar iftira. Bu özel savcılara, hȃkimlere de ne oluyor böyle. Kendini bilmez hukukçular, yazılı
olmayan dokunulmazlıklardan, Ankara’daki zirvelerden habersizler… (Başbuğ
zekamızla resmen alay ediyor, Ergun Babahan, Star, 16.03.2010)
Tüm yurtta cumhur’un cumhuriyet çoşkusu!..
Cumhuriyet’in 85. yılı kutlamaları çerçevesinde Dolmabahçe Sarayı’nda verilen resepsiyon,
üst düzey yöneticilerle; iş, sanat ve cemiyet (sosyete) hayatının tanınmış
isimlerini buluşturdu… Davetliler gösterinin ardından ellerindeki Türk
bayraklarıyla 10. yıl marşı’nı
söylediler. Daha sonra vali Güler, belediye başkanı Topbaş ve 1. ordu komutanı
Org. Saygun, dev boyutlu Cumhuriyet
pastasını kesti. Pelit pastanesi tarafından tasarlanan pastanın içinden,
Atatürk’ün modern türk kadınıyla
(cumhuriyet kadını) dans eder şekilde
tasavvur eden bir heykel çıktı. Daha
sonra İstanbul Devlet Opera ve Balesi
sanatçıları tarafından Cumhuriyet valsi
yapıldı… İstanbul’daki diğer Cumhuriyet kutlamalarında Kadıköy’de, Emre Altuğ
konser sırasında Nutuk’tan bir bölüm
okudu, Cumhuriyet yürüyüşünden sonra
Mazhar Alanson’un sahneye pantolonun paçalarını içine soktuğu Atatürk çizmeleriyle çıktığı dikkat
çekti. İzmir Ticaret Odası’nın Cumhuriyet Balosuna katılan Şevval Sam,
performansı sırasında önce viski içti, sonra çok Atatürk’ün çok sevdiği bilinen rakıya geçti. (Sabah Günaydın;
31.10.2008)
Balıkesir’de, Cumhuriyet
koşusunda dereceye giren; başörtülü Nuriye Memiş’e Garnizon Komutanı albay
"Bu ne rezalet!" diyerek ödül vermeyi reddetti.
Tunceli ve Diyarbakır’da DTP’li belediye
başkanları, kutlamalarda yoktu; buna mukabil askerler tören sonrası “ne mutlu türküm diyene” temposunu
tutarak Diyarbakır sokaklarında yürüdü. (Cumhuriyet ve inatlaşma, Nazlı Ilıcak,
01.11.2008)
Manisa Belediye Başkanı Bülent Kar'ın eşi, Vali
Parkı Polis Lokali´nde yapılan 29 Ekim kokteyline
türbanı ile katılınca askeri erkan
resepsiyonu terk etti. (www.milliyet.com.tr,
30.10.2008)
Niğde'de dün gerçekleştirilen Cumhuriyet
kutlamaları töreninde, Hükümet Meydanı'nda esnafın il protokolü önünden geçiş
yaptığı sırada bir sürücü kursuna ait 3 araç Zeynep Şahin, Emine Şahin ve
Neslihan Şahin adlı başörtülü hanımlar tarafından kullanılıyor diye ‘Başörtüsü
ile protokolün önünden geçemezsiniz’ denilerek konvoydan çıkarıldı. (www.habervitrini,
01.11.2008)
Cumhuriyet Bayramı’nı devlet erkanı, üç davetle kutladı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,
“türban hassasiyeti” yüzünden öğlen saatlerinde devlet erkanına “eşsiz” bir
resepsiyon verdi. Ardından “sivil” bir resepsiyon düzenledi. Genelkurmay
Başkanlığı ise tarihte ilk kez Merkez Orduevi’nde Cumhuriyet Balosu tertip etti. (Sabah Pazar, 02.11.2008)
Geç gelen itiraf…
Emekli
Koramiral Atilla Kıyat, ‘28
Şubat’ta herkes suçlu, kimsenin yatacak yeri yok’.
Kıyat, "28 Şubat olur iken,
siyasetçi de, Cumhurbaşkanlığı Köşkü de, medya da, üniversite de, yargı da,
Silahlı Kuvvetler'in karşısındaki hiç kimse Silahlı Kuvvetler'e karşı
dikilmedi. 'Bana bak, bu senin görevin değil' demedi. Kimsenin yatacak yeri
yokken; bir tek Silahlı Kuvvetler'in altındaki yatağın çekilmesini de hiç
affedemiyorum." dedi.
32. Gün programına konuk olan emekli
Koramiral Atilla Kıyat, TSK'nın sürece itildiğini ileri sürdü. Refah-Yol
hükümetinden hoşnut olmayan grupların lokomotifi olma görevini Türk Silahlı
Kuvvetleri'nin üstlendiğini vurguladı.
Kıyat, şöyle devam etti:
"Herhangi bir şekilde siyaset tıkandığı zaman, Türkiye bir sorunla
karşılaştığı zaman siyasi çözümü, siyasetçiler de dahil, medya da dahil,
üniversiteler de dahil, işadamları da dahil, bürokratlar da dahil çözümü Türk
Silahlı Kuvvetleri'nde aramışlardır.
Çuvallarca mektup gelir
Genelkurmay'a 'ne duruyorsunuz' diye. İşadamının kafasında, iyileri tenzih
ederim, sendikasız grevsiz bir Türkiye özlemi vardır. Siyasetçi vardır, bu siyasetçi
nedir kendi siyasi partisinde veya iktidarda olsa dahi gücünü kaybetmiş; bir
askerî iktidar gelir ise onun hükümetinde rol bulabilir miyim diye gelen
siyasetçi vardır; herkes. Ama hiç kimse 'Silahlı Kuvvetler'in dışında bu çözümü
bulalım' diye maalesef bir çaba sarf etmemiştir."
TSK'daki 'Türkiye'nin tek sahibi'
algısını da eleştiren emekli Orgeneral, askerin birçok hatası olduğunu, bu
yüzden çuvaldızı kendilerine batırmaları gerektiğinin önemine değindi. Kıyat,
Türkiye'nin geçmişiyle hesaplaştığını, ancak bunun birilerinin birileriyle
hesaplaşmasına dönüşmemesi gerektiğini de sözlerine ekledi. (Zaman, 05.03.2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder