2 Mayıs 2023 Salı

ÖZGÜR DÜŞÜNCELER - XII - Seçimler ve Sivil Toplum Kuruluşları

ÖZGÜR DÜŞÜNCELER

XII.

Seçimler ve Sivil Toplum Kuruluşları


Cumhuriyet döneminde çok partili hayata geçildiğinden beri sivil toplum kuruluşlarının seçim zamanlarında takındıkları tavır ve tutumlar doğrusu ele alınmaya değer ilginç ve önemli bir konudur. Sivil Toplum Kuruluşu (STK) ya da Batı’daki adıyla Hükümet Dışı Organizasyon (Non Government Organization- NGO) bağımsız bir şekilde faaliyetlerini yürüten ve sosyal alanda çevre, kültür, sanat, hukuk, çocuk ve kadın hakları gibi pek çok dalda çeşitli çalışmalar yürüten dernek, sendika, birlik ve vakıf gibi kuruluşları ifade eder. Ayrıca bunlara ilaveten aşiret, (dini) cemaat, tarikat ve bunların dışında kalan (belki kulüp, loca gibi), değişik isimlerle anılan organize toplulukların da STK sayılması, öyle bakılması gerektiği kanaatindeyim. Sivil toplum kuruluşlarının gerçekten sivil olup olmadıkları ya da ne kadar sivil oldukları ayrı bir tartışma konusudur. Devletin her şeyi ve herkesi kuşattığı, kuşatmaya çalıştığı ve yüz yıldır bir türlü bitip tükenmeyen varlık ve beka sorunu olan bizim gibi ülkelerde bu çok zor hatta neredeyse imkânsız gibidir. Bu yüzden bu kuruluşlara sivil olmayan ya da sivil devlet kuruluşları (SDK) olarak bakılması gerektiğini söyleyenler çok da haksız sayılmazlar.

 

Özellikle seçim dönemlerinde siyasi partiler oy deposu olarak gördükleri cemaat, tarikat, aşiret, sendika, vakıf ve derneklerin kapısını çalıp destek talebinde bulunurlar. Bu bazen açık çoğu zamanda kapalı kapılar ardında gerçekleşir. Bazen bu STK&SDK’lar desteklerini basın yoluyla kamuoyuna deklare ederler. Bu tek tek olabileceği gibi toplu, platform şeklinde de olabilir. Nitekim yaklaşan seçim arifesinde bazı tarikat, cemaat, sendika ve aşiretler kimi destekleyeceğini el altından mensuplarına tamim ettikleri gibi, basın bildirisi ya da medya aracılığıyla kamuoyu ile paylaşmışlardır. Elbette verdikleri bu destek için kendilerince siyasi ve dini gerekçeler ileri sürmüşlerdir. Fakat bu ülkede bugüne kadar az çok bu işlerin içinde olanlar, takip edenler bilirler ki, her iki tarafın da gayesi win win yani kazan kazan’dır. Siyasi parti/ler iktidara gelip güç ve kamu (devlet) imkanlarına kavuşurken bu süreçte ona destek veren STK&SDK’lar da hem iktidarın onlara sağlamayı vaat ettiği imkânlara (ihale, hibe, bağış, vergi muafiyeti & afları, faizsiz ya da düşük faizli krediler, teşvikler, imar rantları, mensuplarının belediye ve kamuda istihdam edilmesi, terfi ve tayinlerinde kayırılması, vs) kavuştukları gibi devletten gelebilecek tehlikelere, zararlara karşı da korunma (güvence) sağlanmış olur.

 

Bu karşılıklı yarar, çıkar, menfaat ilişkisinde devletin, iktidarın tek bir şartı vardır. Bu STK&SDK’lar özellikle tek başlarına asla iktidar talebinde bulunmayacaklar ve devletin yerine göz dikmeyeceklerdir. Bunun haricinde “ne isterlerse verilir”, istedikleri ayrıcalıkları, avantaları elde edebilirler. Aksi halde bu devlete itaatsizlik yani isyan kabul edilir. O zamana kadar göz yumulan, görmemezlikten gelinen nice şey varsa el konulur, mensupları kamudan, devletten tasfiye edilir, itaatsizliğin bedeli kat be kat ödetilir. O güne kadar onlara sağlanan her şey ellerinden alınıp ya hazineye devredilir ya da diğer STK&SDK’lara dağıtılır, pay edilir. Bu şart haricinde seçimlerde destek verilen, tutulan parti iktidara gelmez ya da iktidarda olup iktidarı kaybederse tabiri caizse üzerine bahis oynanan at kaybederse bu STK&SDK’lar sadece iktidarın sağlayacağı nimetlerden olurlar, belki biraz da iktidara gelen partinin hışmını üzerlerine çekerler. Genellikle bu durumu gidermek, düzeltmek için de ya vakit çok geçmeden iktidara gelen parti (ittifak, koalisyon)’la anlaşma, uzlaşma yoluna giderler ya Doğu’daki aşiretler gibi seçim için her partiden aday gösterip her durumda kazanırlar ya da en kötüsü bir sonraki seçimlere kadar bekleyip sabrederler.

 

Tarih boyunca ve günümüzde, ülkemizde ve dünyada seçimler ile STK’lar arasındaki ilişkilerde çok farklı örnekler ve uygulamalar vardır. Kapitalist, sosyalist, teokratik, demokratik ya da otokratik olsun bütün sistemlerde az çok bu tür ilişkiler mevcuttur. Bu ilişkilerden bağımsız ve uzak bir siyasi sistem yoktur. Önemli olan bu ilişkilerin ilkeli, ölçülü, dengeli, ahlaki, adil, hukuki ve şeffaf olmasıdır. Toplumun bir kesimi abat, memnun, ihya olurken iken diğerlerinin mutsuz, umutsuz, mahrum olmaması, bir kesiminin zafer sarhoşluğuna diğer kesimin de yenilmişlik duygusuna kapılmamasıdır.

 

Cumhuriyetin ilk 50 yılında çağdaş – çağdışı, ilerici – gerici ayrıştırılmasına maruz bırakılan halk kitleleri, sonrasında sağ – sol, sünni – alevi, türk – kürt ayrışmasına ve çatışmasına sürüklendi. 28 Şubat sürecinde de laik – antilaik (katı ya da laikçi – ılımlı laiklik) ayrışmasına maruz kaldı. İkibinli yılların başında bu ayrımcılığın kaldırılması için büyük bir fırsat yakalandı. Ne yazık ki ilk on yıl içindeki bütün olumlu gelişmelere rağmen bu tarihi fırsat değerlendirilemedi, kaçırıldı, heba edildi. O güne kadar devletten uzak tutulmaya çalışılan milliyetçi muhafazakâr mukaddesatçı dindarlar hem hazırlıksız oldukları için hem güncel, gerçekçi toplum ve sistem projeleri olmadığı için hem de yılların beklentisi, öfkesi, mahrumiyeti ve mağdurluğu içinde olduklarından bu şansı doğru ve iyi kullanamadılar. Bir süre sonra onlar sistemi değil, sistem onları sağladığı iktidar imkanlarıyla dönüştürdü, değiştirdi. Sonrasında da özellikle son on yılda toplum her geçen seçimde gerilim ve korku politikaları ile kutuplaştırıldı, ayrıştırıldı, taraftar kitleleri konsolide edildi. Gelinen noktada toplum, halk, artık cumhur ve millet diye iki ana ittifak (koalisyon) haline geldi, saf tuttu.  

 

Epey zamandır seçim sath-ı mailine girdiğimiz hatta bir nevi seçime değil de sanki savaşa, meydan muharebesine çevrilen bu atmosferde her iki tarafa da sonuçta bunun devlet değil hükümet edecek, sistemi işletmeye talip parti/partilerin rol aldığı, oynadığı bir demokratik yöntem olduğunun altını çizmek, hatırlatmak isterim. Bu sistemde, rejimde hatta oyunda düne kadar birbirlerine demediklerini bırakmayan lider, kişi, parti ve STK&SDK’ların şaşırtıcı şekilde bir süre sonra bir araya ya da karşı karşıya gelebileceklerini hatta geldiklerine dikkat çekmek isterim. Ki halihazırdaki son durum tam da böyledir. Gerçek böyle olmasına rağmen ne yazık ki siyasetçiler nezdinde iktidarda olanlar için iktidarını sürdürmek, muhalefettekiler için de kazanıp iktidara gelme amacı, tutkusu anlaşılabilir iken, cumhur, millet, halk için bu uğurda her türlü ilkeyi, inançları, değerleri, arkadaşlıkları, dostlukları, akrabalıkları ezip çiğnemek, tehlikeye atmak anlaşılır gibi değildir. Halihazırda siyasete nezaket, nezahatten ziyade özellikle iktidar kanadında öfke, nefret, hakaret ve tehdit dili hâkim olmuştur.

 

Bu iktidar oyununda taraflar, diğerlerini, ötekileri, karşısındakileri birey ve topluluk (STK&SDK) düzeyinde gaflet, dalalet, hatta hıyanet içinde; dış güçlerle, düşmanla, işgalcilerle iş birliği yapma; darbeci, ahlaksız, terörist, hatta akla ziyan biçimde küffar olarak bile niteleyebilecek kadar ileri gitmekte, akıl, insaf ve izandan yoksun hale gelebilmektedirler. Bu tam bir siyasi cinnet halidir, trajedidir. Bu ülkede 1946’dan beri seçimler yapılmaktadır. Halihazırda bu ülkeyi yöneten parti de bu ülkedeki yüzü aşkın partiden biri olarak 2001’de kurulmuş ve gerek ülkedeki şartlar ve gerekse uluslararası destekle bir yıl sonra iktidara gelebilmiştir. O günden beri de bu ülkede 5 kez genel seçim yapıldı, şimdi 6. cısı yapılmak üzeredir. Bugüne kadar bu seçimleri kazanmış ve 21 yıldır iktidarda olan bir parti/ler (ittifak) ve taraftarlarının bu seçimi, bir seçim olmaktan çıkarıp “var ya da yok olma, ölüm kalım mücadelesi, vatanı teröristlere verme, söz konusu vatansa gerisi teferruat, hak ile batılın savaşı, kazanılması gereken seçim değil savaş var, yenilmesi gereken parti değil sistem” gibi yenilir yutulur olmayan, ipe sapa gelmez iddialar ileri sürmesi asla kabul edilemez, hoş görülemez. Üstelik bir de Allah’tan korkmadan, kulundan da utanmadan muhalefeti düşmanlaştırıp kriminalize etmesi, seçimleri siyasi darbe, işgal girişimi, istiklal mücadelesi gibi hezeyanvari sözlerle niteleyip gerginlik, korku ortamı oluşturma ve iç savaşa davetiye çıkarıcı ifadeler kullanılması eleştiri, fikir ifade özgürlüğü filan değil resmen hukuki anlamda suç teşkil edici beyanlardır. Böyle bir atmosferde gidilen seçimler, seçim olmaktan çıkıp toplumu bir karpuz gibi tam ortadan çat diye ikiye ayırabilir. Demokratik yolla iktidara gelen bir partinin demokrasiyi bir araç olarak görüp istediği zaman, istediği durakta inebileceğini sanması safdilliktir, korkunç bir yanılgıdır ve esas gaflet, dalalet ve hıyanet tam da budur. Herkes aklını başına devşirmeli, bir an önce bu yanlış yoldan dönmeli, bu dili terk etmeli, itidal ve sükûnet içinde hareket etmelidir. Seçimleri bugüne kadar kazanırken her şey iyi hoş demokratik idi de, kaybetme ihtimali belirince mi bir anda kötü ve siyasi darbe, işgal girişimi oluverdi?

 

Çok partili sistemlerde, özellikle sistem, rejim, devlet halkın tamamı değilse de tamamına yakınının rıza ve onayına matuf değilse, memnuniyetsiz halk kesimleri çoğunluktaysa devlet halkı sisteme entegre etmek, tehlike ve tehdit teşkil etmekten çıkarmak, herkesi oyuna dahil etmek için oyunu, yarışı, kavgayı kızıştırır. Devleti, siyasi partileri, parti siyasetinde rol alanları bir yere kadar az çok anlıyorum da toplumun farklı kesimlerinin birbirlerine karşı konumlanmalarını, hatta arkadaşlıkları, dostlukları, akrabalıkları bile tehlikeye atmacasına bu oyuna kendilerini kaptırmalarını, takım tutar gibi tarafgir yaklaşım sergilemelerini kesinlikle anlayamıyorum. Bertaraf olmamak için ille de tarafgir mi olmak gerekir. Demokratik sistemdeki mücadeleyi, dini (islami) ve milli terimlerle harmanlamak da bir başka vahim ve tehlikeli girişimdir. Alt tarafı bugüne kadar yapılan seçimlerden bir seçimi “hak-batıl mücadelesi, savaş”; karşı tarafı, muhalefeti de “küffar, işgalci, işbirlikçi ve benzeri şekilde nitelemeler” hem din (İslam) hem de demokrasi açısından tehlikeli ve sakıncalıdır. Hatta bizim gibi düşünmeyen, inanmayan ve yaşamayan insanları böyle yaftalarla nitelemek tersinden ulusal ve uluslararası sisteme hizmet etmektir, ekmeğine yağ sürmektir, hatta bu tavır tam tersi etki gösterip laiklik ve demokrasinin yerleşip kökleşmesine de yarar. Farkındalar mı, farkına varabilirler mi doğrusu bilmiyorum, zannetmiyorum ama bu zihniyete, mantaliteye sahip olanlar ulusal ve uluslararası sistem tarafından kendilerine verilen süre ve izin bittiği zaman bir köşeye konulacaklarını, sınırlarının, hadlerinin kendilerine bildirileceğini, hatırlatılacağını, çok daha ileri giderlerse “game over – oyun dışı” kalacaklarını bilmelidirler. Belki biraz arabesk kaçacak ama gençlik yıllarımızda şarkılarıyla büyüdüğümüz ve “kula kulluk edene yazıklar olsun” deyip son yıllardaki tavırlarıyla bizi şaşırtan, hüsrana uğratan Orhan abi (Gencebay), “dil yarası” şarkısında der ki; “en acı sözler bile söylerken tutmadık dilimizi, dil yarası dil yarası en acı yara imiş”.

 

Bu ülkedeki bütün kişiler ve STK&SDK’lar için geçerli olan bu hususlar en nihayetinde şahsi kanaatlerim, görüşlerimdir. Elbette yanılabilirim, yanıltabilirim, yanıltılabilirim. Dünya hayatında yeri gelir taraf olabiliriz yeri gelir tarafsız kalabiliriz. Aslolan iyiye, doğruya, güzele, hakikate erişmeye çalışmak ve dosdoğru, istikamet üzere kalabilmektir. İnsanın aklını, iradesini tarafgirlik, öfke, şehvet, dünya nimetleri kapladığında biraz durup soluklanmalı, ara vermeli, biraz geriye çekilip bu tür duygu ve düşünceler yatışıncaya, normale dönünceye kadar sabretmeli ve sakin olmalıdır. Seçimlere o kadar da kendimizi kaptırmamalı, seçimler geçip gittikten sonra pişman olabileceğimiz sözler sarf etmemeli, adımlar atmamalıyız. Seçimler ne ülkenin ne de dünyanın sonu değildir. Kendi hesabıma seçim sürecinde olup bitenlerin düne kadar tanıdığım (tanıdığımı zannettiğim), bugüne kadar birçok şeyi paylaştığım kişi ve STK&SDK’ların ne olup olmadığını test etme, fark etme, anlama noktasında deneyim fırsatı sağladığını, notlar aldığımı söyleyebilirim. Dileğim ve duam, bu sürecin ülkemiz ve halkımız için en hayırlı, güzel ve barışçıl bir şekilde sonuçlanmasıdır. 







2 yorum:

  1. Çok güzel objektif gözle yazılmış tebrik ederim..

    YanıtlaSil
  2. Yazı hâli hazırdaki duruma ayna tutmuş. Seçim çok önemli. "Evet" demek o kişi ya da partiyi kindi adına vekil, avukat tâyin etmektir.
    Burası çok önemli. Kim kiminle? Kim kime karşı? Bu da madalyonun arka yüzü.
    Bizim ülkemizde ne yazık ki din, bayrak,Atatürk, Milliyetçilik gibi söylemler hep siyasetin malzemesi ; hatta kurbanı.
    Hal böyle olunca kimse ekonomi sağlık ve hukuk konusunda bir program yapma gereğini duymuyor.
    İrfan hocanın bilgi pınarından çoban çeşmesine berrak bir su akmaya devam ediyor.
    Diline yüreğine sağlık olsun kardeşim.

    YanıtlaSil