18 Şubat 2022 Cuma

Hekim Anı Kitapları Arasında Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanlarına Ait Olanların Yeri

Hekim Anı Kitapları Arasında Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanlarına Ait Olanların Yeri

Tababet bir san’at olup konusu insandır, hatta sağlığını kaybetmiş insandır. Tarih boyunca diğer mesleklerden ayrı ve özel bir yeri olmuştur. Hekimlerin başta hasta ve hasta yakını olmak üzere meslektaşları, yardımcı sağlık personeli ve sağlık yöneticileri ile olan ilişkileri anlatılmaya ve yazılmaya değer anılarla doludur.

Bu makalede, meslek hayatındaki anılarını ve tecrübelerini okuyucularla da paylaşmış olan hekimlerin bir kısmının okuduğum kitaplarını zikretmek, tıp branşlarına göre bir analizini yapmak ve göğüs hastalıkları & cerrahisi uzmanlarının yerini de kısaca vurgulamak istedim.

Devamı için; https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2022/02/hekim-kitaplar-arasnda-gogus-hastalklar.html

10 Şubat 2022 Perşembe

İRFAN’IN PENCERESİ’NDEN İki Dost - “Dıştan baktım yeşil türbe, içine girdim estağfurullah tövbe” (Cinsellik-5)

İRFANIN PENCERESİ’NDEN

İki Dost - “Dıştan baktım yeşil türbe, içine girdim estağfurullah tövbe”

(Cinsellik-5)

 

            Namazı müteakip, Yeni Cami’nin yanındaki meydanda durup etrafı şöyle bir seyran eyledik. Galata köprüsü ve kulesi ayrı bir güzellik katıyordu manzaraya. Boğazın Karaköy tarafında dev seyahat gemileri demirlemişti. Halicin ve Boğazın önemli bir kısmı rahatlıkla izlenebiliyordu bulunduğumuz noktadan. Epey bir müddet etrafı seyrettikten sonra sohbetimize kaldığı yerden devam ettik.

Arif Bey, cinsellik açısından dün ve bugün bu ülkede durum nasıl diye bir soru sorsam ne dersiniz?

Selçuk Bey, gazetelerin meşhur 3. sayfa haberlerinde ve internet haber sitelerindeki haberlerin, adi ve adli suçların, sapıklık ve sapkınlıkların kaydadeğer önemli bir kısmı cinsel niteliklidir. Anadolu insanı mazbuttur, mutedildir, beline, uçkuruna hakimdir derler elhak büyük bir kısmı için bu tespit doğrudur. Amma velâkin hiç de yabana atılamayacak sayıda önemli bir kısmı da, “dışı seni, içi beni yakar” kabilindendir. Nice iyi aile babası, efendi görünümlü genç, yaşını başını almış adamlar ellerine bir fırsat geçmeye görsün, düşmüş, düşürülmüş bir kız, kadın görsün acıma, merhamet filan nedir bilmezler. Hemen çullanıp parça pinçik ederler, erkek dayanışması ve günah ortaklığı babında mağdureyi kendileri istismar ettikleri gibi başkalarına dahi peşkeş çekip fuhuş yaptırarak bu işten kazanç elde etmeye bile kalkarlar. Daha dün bir haber vardı mynette. İzmir’de mukim biriyle sosyal medya üzerinden tanışıp yazışan bir çocuk annesi Ukrayna’lı bir kadın, adamın daveti üzerine İzmir’e gelmiş. Kadını havaalanından alan adam, onu bir eve götürmüş. Evde hazır bekleyen çok sayıda herif kadına çullanmışlar. Toplu tecavüz sonucu rahmi parçalanan ve kanayan kadını zar zor hastaneye yetiştirmişler. Yahu arkadaş bu nasıl bir cinsel açlıktır, bu nasıl bir cinsel terördür böyle. İnsan kılığında kırsalda ve kentlerde gezen bu ilkel, vahşi yaratıkların ellerine bir fırsat düşsün, ağlarına bir kız veya kadın düşürsünler, her biri birer ‘tecavüzcü çoşkun’, ‘parçala behçet’, “kerhaneci manukyan” oluverirler. Susuzlukları yayılamadıklarından, yap-a-mamaları bulamadıklarındandır. Yeter ki bir fırsat, bir ganimet! ellerine geçsin, “ana bir de bacı dışında herkese çal gitsin” derler (artık bunların elinden analarının bacılarının da emniyette olmadığı kanısındayım). Yeter ki, bir kız ya da kadın çaresiz, kimsesiz, arkasız olsun, ağlarına takılsın, tuzaklarına düşsün, din, ahlak, ar hâyâ, acıma merhamet, insaf vicdan tanımazlar.

Geçenlerde babasının affı için miting kürsüsüne çıkıp (ya da çıkarılıp) bir muhalefet liderine hain diyen (ya da dedirtilen) bir çocuk vardı. Meğer bu çocuğun babasının mebzul miktardaki suçlarından birisi de iki arkadaşı ile bir oteldeki yabancı uyruklu bir kadınla para karşılığı birlikte olmak isteyip engellenince de silahlarına davranmalarıymış. (1) Yöresel tabirle bir “sıcak delik” uğruna ölüm, öldürme dahil herşeyi göze almışlar. Anadolu’da insanlar birbirlerine söverken ya da kızarken bile karşısındakinin anasına, avradına ve bacısına sinkaf ederler, “anam, avradım olsun ki” diye yemin bile ederler. Kavgaların, cinayetlerin çoğu böyle başlar, gerçekleşir. Genellikle kendi anasına, kızkardeşine (bacısına), eşine, kızına uygun görmedikleri her türlü muameleyi başkalarınınkine görmekte, söylemekte ve yapmakta hiçbir beis görmezler. Kendi sevdikleri ve değer verdikleri kız ve kadınlar dışındakileri diğeri, öteki, başkası olarak görüp empati yapmaktan uzak dururlar. Öyle ya eğer bir erkek kendi yakını olan kız ve kadınlara yapılmasını istemediği, reva görmediği şeyleri empati yapsa yani karşıdakinin yerine kendini koysa bu kadar rahatlıkla yapabilir mi? Hasta ve sapkın olanlar hariç söz konusu bile olamaz.

Arif Bey, bir zamanlar Anadolu’da halkın yüzde sekseni kırsalda yani köy ve mezralarda yaşıyordu. Köylerde herkes birbirini tanıdığı ve bildiği için, çoğu şey açıktan değil gizli kapaklı yapılırdı. Fısıltı şeklinde dillendirilir, uluorta konuşulmazdı. Köylük yerde, her yaş ve cinsten insanın işlediği, Ömer Seyfettin’in “Yüksek Ökçeler” adlı kadın-erkek ilişkileri üzerine yazılmış kısa hikâyelerinden “Yemin”de yazdığı gibi “en büyük günahlar bile ‘din, iman, terbiye, namus, nezaket’ perdesi altında hiç sezdirilmeden yapılır, masumluğun mukaddes füsunu (büyüsü) asla kaybedilmezdi”. Bazı günahlar konusu köy hayatına dair olan romanlara filan konu olup okunabilir, hatta bunlardan en meşhur biri olan ‘Yılanların Öcü’ adlı filmde seyredilebilirdi. Zülfü Livaneli’nin “Mutluluk” romanı (filminde) olduğu gibi memleketin doğusunda bir köyde genç bir kız aile veya akrabadan birinin tecavüzüne uğrayabilir ve daha da kahredici olanı bir kadın tarafından namusunun temizlenmesi için ip atılıp kendisini asması istenebilirdi. O da olmazsa aile meclisi kararı ile bir erkeğin (çoğunlukla reşit olmayan birinin) öldürmesi sağlanabilirdi. Ya da askerde (ya da hapiste) olan eşinin babasının (kayınbabasının) tecavüzüne uğradığı için kendini asıp intihar eden bir gelinin otopsi hikayesini belki de gelinin tecavüzden dolayı kayınbabasını tırpanla doğramasını okumuş olabilirdiniz. (2,3) Doğuda olduğu gibi bozkır köylerinde de erkek egemen bir yapı vardı o yıllarda Anadolu’nun nerde ise tümünde olduğu gibi. Köyün erkeklerinin genci yaşlısı, evlisi bekarı düğün veya başka vesilelerle köye yosma, uruspu, yollu denen kötü! kadınları getirir, bunu herkesler de bilir ve ama hiçbir şey de değişmezdi. (4) Anadolu’da bilhassa köylerde bekaret çok önemli olduğu ve bir ihlal durumunda namus davasına dönüşebileceği için bazen erkek çocuklar kendi aralarında, bazı gençler de ilk cinsel deneyimlerini şehirdeki kerhanede edinir, “eşo gelin” gerçeğini de bilen bilirdi. Tabiri caizse “ayıp yorgan altında olur” misali türlü türlü ayıp ve günahlar örtülü biçimde yapılırdı bütün kapalı toplumlarda olduğu gibi. Herkes bir o kadar mâsum ve bir o kadar da günahkârdı.

Selçuk Bey, köyden şehre inildikten sonra elbette çok şeyler değişti. Mahalle baskısı denilen sosyal kontrol zayıfladı, hatta kayboldu. Kadınlar eğitim ve çalışma hayatında erkeklerle benzer pozisyona geldiler. Olumlu veya olumsuz anlamda çok şey değişmesine rağmen bazı şeyler öyle kolay kolay değişmedi, değişmiyor da. Bu toplumun iliklerine kadar bazı anlayış ve telakkiler öyle köklü ve derin bir şekilde işlemiş ki, eğitim bile onların çoğunu söküp atamıyor. Bir zamanlar bir kurumda kızların peşinde koşup ayartmakla meşhur olmuş, AB üyesi bir ülkenin ülkemizdeki bir okulunda eğitim almış, seküler düşünceli birine, karşı cinsle flört etme hakkını kızkardeşi için de onaylayıp onaylamadığını sorduğumda çok sert karşılık vermiş, kızmış ve erkek oluşundan dem vurup toplumun kabullerinden bahsetmişti. Aslında cevabı tutarlı, ikna edici ve dürüst olmasa da yaşadığımız toplum açısından doğru idi. Bu toplumun erkekleri kendilerini kadınlardan cinsellik ve ahlak konusunda ayrı ve ayrıcalıklı görürken, işin ilginci anne, eş, bacı ve hatta amir konumundaki kadınlar bile eğitim seviyesi ne olursa olsun kadın-erkek arasında bir mesele olduğunda rahatlıkla erkekler safında yer alabiliyor. Mesela bir idareci kadın ya da sorumlu konumdaki bir başka kadın, bir erkek ve kadın çalışanının dahil olduğu bir meselede “dişi köpek kuyruk sallamasa, erkek köpek yanaşmaz” diyerek erkek çalışanını, mesai arkadaşını haklı görebiliyorken; anne olan bir başka kadın, evli olan oğlunun, eşini evli olan bir başka kadınla aldattığında kabahati diğer evli kadına atıp oğlunun evliliğini kurtarmak için çırpınabilmektedir. Tersi olsa yani gelini, oğlunu bir başka evli ya da bekar bir adamla aldatsa idi, öldürtmese bile en hafifinden oğlunun derhal eşini boşamasını ister, gelinini kapının önüne koyar ve oğluna vakit geçirmeden helal süt emmiş yeni birini bulmak için harekete geçerdi. Halbuki hem anne, hem de kayınanne olan o kadın da, erkek çalışanını kayıran amir pozisyonundaki o kadın da doğru ve olması gerekenin ne olması gerektiğini bal gibi bilmektedirler. Bu toplumun kadınlarının büyük kısmı okumuşu, cahili; kentlisi, köylüsü bu zihniyette iken vay kadınların haline. Halbuki doğru ve yanlışın, helal ve haramın cinsiyeti olmaz, cinsiyete göre değişmez. Zina eden ya da ahlaken yanlış yapan kadın da olsa, erkek de olsa aynı durumdadır, ayrıcalık yoktur.

Arif Bey, erkeklerin hemcins olmaktan kaynaklanan dayanışmasını bir yere kadar anlamak mümkün iken, kadınların haksız oldukları durumda bile erkekleri haklı gören ve savunan tutumlarını anlamanın, kabul etmenin mümkünatı yoktur. Bu toplumda erkekler bekar iken türlü haltlar yerken, evlilik söz konusu olduğunda kendileri gibi olmayan, eline erkek eli (hatta erkek sinek bile) değmemiş, birini ararlar nedense. ‘Eğlenilecek kadın’ olarak gördükleri ile düşüp kalkarken, ‘evlenilecek kadın”la da yuva kurmayı hayal ederler. Tabii bu adaletsiz ve çelişkili durum ilanihaye sürüp gitmez. Kızlar da ‘eğlenilecek erkek’ anlayışına sahip olduklarında, evlenmeyi düşünen erkekleri meşhur fıkradaki son beklemektedir. Delikanlının biri, ‘evlenirsem bir, bekâr yaşarsam bin’ karı kızla gönlümü eğlendiririm diye düşünmüş ve yıllarca böyle devam etmiş. Fakat bir zaman bu hayattan sıkılıp evlenip sakin bir hayata geçip çoluk çocuğa karışmayı düşünmüş. Anasını devreye sokup bir kız bulmuş ve dünya evine girmiş. Zifaf (gerdek) gecesi bitip de sabaha doğru uyandığında geçmişteki hayatının alışkanlığı ile eşinin yanındaki çekmece üstüne bir miktar para bırakmış. Kalkıp giyinip çıkarken eşi uyanmış ve bıraktığı parayı sallayarak arkasından seslenmiş. “Eyvallah koçum, sağol varol” demiş. Herkesi kör, alemi sersem sananların akıbeti budur işte. Kendilerini cinsel ahlak konusunda ayrı ve ayrıcalıklı gören erkekleri ve onların bu yanlışlarına dur demeyip sesli sesiz destek veren kadınları bekleyen, bileşik kaplar misali zamanla aynı yanlışta, aynı günahta buluşmalarıdır. İnsanoğlu, insankızı vahye değil de nefsinin sınırsız, frensiz arzu ve isteklerine bir uymaya görsün, cinsellikle ilgili olanları dahil her türlü fuhşu (aşırılığı), günahı işler de suçu, kabahati, sorumluluğu hep kader diyerek Allah’a ya da şeytan’a atar, yükler. Yine meşhur fıkrada olduğu gibi çölde yaptığı yolculukta bedevinin birisinin devesiyle yapıp ettiği günahı, devamlı şeytana fatura etmesi üzerine sonunda şeytan dayanamayıp yerinden fırlamış ve “Allah’ım, senin bu kulun benim (şeytanın) bile aklıma gelmeyen rezillikleri işleyip her defasında suçu bana atıyor” demiş.

Selçuk Bey, cinsellik dürtüsünün uyarıcısının dıştan, dışarıdan olduğunu söylemiştiniz ya. Bu konuda ben de bir şeyler söylemek isterim. Hacda iken, arkadaşlarla bir öğle sonrası çay içip sohbet ediyorduk. Mâlum, Haccın yapıldığı Mekke’de kadınlar İslam’a uygun örtülü(tesettürlü)dür. Başı açık kadın bile göremezsiniz. Hala devam ediyor mu bilmiyorum, yabancı günlük gazetelerde bile açık kadın resimleri boyanmış şekilde satılır ya da herhalde o şehre, ülkeye özel baskı yapılırdı. Yani etrafınızda karşı cins anlamında hemen hiçbir dış uyaran yoktu. Üstelik ibadet amacıyla gelindiği için zaten insanlar ortama uygun bir haleti ruhiye içinde idi. Arabistan sıcağının en yoğun olduğu mevsimde olduğumuzdan durmadan terleniyor ve sık sık duş alınmak zorunda kalınıyordu. Karadenizli bir arkadaş yöreye has şivesiyle dedi ki; “Ula uşaklar, geçen gün duşa girdum. Bir de ne göreyim, önümde bir şey var. Ha bu nedir, ne işe yarar dedim, biraz düşününce hatırladım. Haçan anlayacağınız, haftalardır oni unutmişum”. Tabii hepimizi aldı bir gülme. Gülsek de arkadaşın söyledikleri –ki elbette Kur’an’ın deyimiyle aslolan takva elbisesidir- uyarı ve tahriki önlemede kadın olsun erkek olsun örtünmenin önemi üzerine düşündürttü beni.

Duyu organları yoluyla zihne, akla veri girişi olmaz ise, bunun bir çıkışı, sonucu da olmaz elbette. Hasta ve aşırı duyarlılık olmadığı takdirde bir insanın beş duyu yoluyla beynine veri gelmezse, hatırına da ne cinsellik gelir ne de cinsellik ile ilgili sapkınlıklar. Velev ki gelse de bu sınırlı ve az olur. Zira en önemli cinsel organ sanıldığı gibi her iki cinsteki farklı cinsel organlar değil, beyindir. Herşey orada olur biter. Diğer cinsel organlar aynı kollar, bacaklar gibi beynin verdiği komutu yerine getirirler o kadar. Bu nedenle özellikle göz başta olmak üzere duyu organları kanalıyla gelen verileri işleyip sonuca ulaştırıp uygulanması için kararı cinsel organlara iletirler. Ki o yüzden terbiye edicimiz(Rabbimiz), ahlak vaaz edicimiz, kadın olsun erkek olsun kendisine itaat, itibar edip teslim olan kullarına gözlerini harama bakmaktan (cinsel arzuyu uyandıran ve kamçılayan şeylere ısrarla veya şehvetle bakmaktan) sakınmalarını öğütlüyor (Kur’an; Nur/30,31).

Arif Bey, bir tespitimi özellikle not etmek isterim. Batılı ülkelerin çoğunda dinsel ve geleneksel değerler büyük ölçüde terk edilip yerini cinsel özgürlüğe bıraktığında, kadın erkek, genç yaşlı toplumun her kesimi ve yönetimler bu konuda çelişkili ve çifte standartlı davranmadılar. Zina suç olmaktan çıkarılıp toplum kendi haline bırakıldı. Elbette yasal düzenlemeler yapıldı fakat bireylerin ahlaki-dini sınırlamaların ve kaygıların ötesinde hür ve özgürce cinselliği yaşamaları sağlandı, hatta teşvik dahi edildi. Teşvik dahi edildi derken kapitalizmin bu durumdan nemalanmasını, vergilendirmesini, tüketimi ve dolayısı ile kârını arttırmasını kastettiğim gibi ayrıca sisteme eleştiri yöneltecek, itiraz edecek insanların enerjilerini (libidolarını) cinsellik alanına yönlendirip harcayarak tüketmelerini de sağladığını belirtmeliyim. Türlü hazlar peşinde koşan, vaktini ve parasını bu yolda harcayan bir tüketici bireyi kapitalizm, alnından öpmesinden de ne yapsın. Zira kapitalizm aileye, akrabalık ilişkilerine, aşiret, millet ve ümmet kavramlarına sıcak bakmaz. Kişi bireyselleşip yalnızlaşmalı; kolay av, lokma olmalı; arkası, dayanağı, sığınağı, güvencesi olmamalı; üretim ve tüketim kıskacına alınıp kontrol altında tutulmalıdır.

Hatta bu amaçla daha fazla ve ucuz işgücü sağlamak için ve ayrıca tüketim nesnesi olarak kadının evinin dışına çıkması, iş hayatına atılması sağlandı, eğitim de bu yönde düzenlendi. Kapitalizmin tahrik ve tazyikinde olan bireyler, uzun eğitim süreçlerinde ve zor çalışma koşullarında cinselliklerini özgürce, kimseye hesap vermeden yaşamaya yönlendirildiler. Cinsel ilişki yaşı düştü, evlilik (nikâhlı yaşama) gözden düştü ve cinsel haz peşinde koşanlar çoğaldı. Parayla her şey alınır satılır oldu. Nefsi arzu ve istekleri devamlı kışkırtılan, köpürtülen bireyler her ne yolla olursa olsun cinsel arzu ve isteklerini tatmin etme, doyurma yoluna gittiler. Tek taraflı da olsa doğal bir kontrol yöntemi olan bekaret (kızlık zarı) aleyhinde kamuoyu oluşturuldu, tu kaka edildi. Fuhuş ve porno faaliyeti yapan kadınlar seks işçisi olarak tanımlanıp normalleştirilip yasal ve vergili hale getirilmeye çalışıldı. Zaten evlilik öncesi ve evlilik dışı cinsellik tavan yapmışken, fuhuş ve cinsel sapmalar dahi fantezi adıyla normal görülüp yasal hale getirildi. Gönüllü, rızaya dayalı ya da parayla cinsellik (şehvet) doyurulma yoluna gidildi. Batı, tecavüz ve çocuk cinsel istismarı dışında bu konuyu sorun etmedi, hatta devletin bir gelir kalemi olarak da el attı bu konuya, nemalandı (en bilineni Hollanda ve ABD’dir). Bu şekilde kendince sorunu çözdüğünü düşündü. Psikiyatri Profesörü Kerem Doksat bir haber-söyleşide diyor ki, “Baskının ya da serbestliğin uç noktalarda yaşandığı her ortamda, cinsel sapmalara daha sık rastlanır”.

Selçuk Bey, bir zamanlar bir ABD filminde ilginç bir olaya şahit olmuştum. Bir barda erkekler için striptiz yapan, soyunan bir kadına seyircilerden biri elle sarkıntılık yapmaya kalkınca bar sahibi tarafından darp edilmiş ve dışarı atılmıştı. Sonradan öğreniyorsunuz ki, meğer o kadın bar sahibinin kızkardeşi imiş. Bu durumu yadırgamadıkları gibi rahatsız da değildiler, her ikisi de barmenliği ve striptizciliği birer iş olarak görüyorlardı. Yeter ki görevini iyi ifa etsin ve kurallara uysundu. Gençlik yıllarımda gerçekle ne kadar ilgisi var bilmem bir anı dinlemiştim. Libya’da Kaddafi’nin darbe yaptığı yıllarda bir grup erkek kendisine gelerek bir genelev açma teklifinde bulunmuşlar. Kaddafi de cevaben “tamam, ama ilk sermaye olarak içinizden her biri anası, bacısı, eşi ya da kızından birini getirecek” demiş, herkes bir anda çark edip çil yavrusu gibi dağılmışlar. Geçenlerde vefat eden Şişli belediye başkanlığı da yapmış olan sinema sanatçısı Fatma Girik, bir televizyon programında eski Urfa belediye başkanı olan Halil İbrahim Çelik’e sormuştu; “Sayın Çelik, Urfa’da neden bir genelev açmıyorsunuz?” Çelik’in cevabı Kaddafi ile aynı minval üzere idi. “İlk sermayem siz olursanız açarım” demişti. Bu hadisenin bir başka benzeri ülkemizde de yaşandı. 1970’li yıllardaki seçimlerin birinden önce ''Genelevleri kapatmayı düşünüyor musunuz?'' sorusunun sorulması üzerine dönemin başbakanı Demirel'in "Genelevleri kapatalım da millet bizi mi şey yapsın?" demişti.

 

         Arif Bey, söz tam da merhum şair Abdurrahim Karakoç’un “içi boş bir şapkayı binaenaleyh kırk yıl başımızda taşıdık” dediği “sülo”nun uzun yıllar idarecilik yaptığı bu ülkeye gelmişken deminki konuya kaldığım yerden devam edeyim. Islahat Fermanı ile başlayan Batılılaşma Cumhuriyetle sonuçlandı ama noktalanmadı, zira bir toplumun yürüyüşü için nokta konamaz ancak virgül ya da noktalı virgül konulabilir. Batı’da özellikle İkinci Emperyalistlerarası Savaş sonucu sadece Avrupa’da 50 milyon insan ölünce modernizm bitti, ideolojiler, ütopyalar çöktü. Ellili ve özellikle altmışlı yıllarda “savaşma, seviş” sloganı altında cinsel serbestlik rüzgârları esmeye başladı. Bu rüzgarlar Türkiye’de yetmişli yıllarda hissedilmeye başlandı, seksenli yıllarda (özellikle 80 darbesi ile Batı’ya-Kapitalizme entegrasyon süreci ile) iyice hissedildi ve son kırk yılda da hemen toplumun büyük kesimini etkisi altına aldı. Bir yanda liberal demokratik değerler diğer yanda dini-ananevi değerler.

Selçuk Bey, cinsellik de bundan nasibini aldı. Almaması düşünülemezdi. Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiyesi’nde de dün her şey pir-ü pak, sorunsuz değildi elbette. Osmanlı dönemindeki erkek köleler, hadımlar, kadın köleler(cariyeler), oğlancılık, bilhassa gayri müslimlerin işlettiği kerhaneler (ker-kerih yani kötü, çirkin-hane diyorum, zira genelev demek mahremiyeti, temizliği temsil eden eve karşı saygısızlıktır) gibi cinsel suç ve günahların varlığı konularına yer darlığı, konunun uzamaması ve bu konularda malumatımın yetersiz oluşu gibi nedenlerle girmek istemiyorum.

Bir zamanlar bir türkü grubundan “hey onbeşli” türküsünün hikayesini dinlemiştim. Hikayesini dinlediğimde bu türkünün neşeli bir oyun havasından ziyade bir ağıt, bir hüzün türküsü olduğunu anladım. Osmanlı’nın Harb-i Umumi’ye girdiği yıllarda Tokat’ın bir köyünde kızın birinin nişanlısı askere çağrılır ve bir daha da haber alınamaz. Öldüğü haberi gelince de zaten savaş yıllarında köylerde çocuk, hasta, sakat ve yaşlı erkek dışında erkek olarak askerlikten muaf bir de imam kalmıştır. İşte bu yaşlı imam da bu kıza talip olur ve evlenir. Bir süre sonra imam ölür ve kız dul kalır. Devlet otoritesi bozulduğu için dağlar asker kaçakları ve eşkiyalarla dolmuştur. Bir eşkıya grubu köye baskın yapar ve o devrin eşkiyaları merhametli! olduklarından mıdır nedir dul olanlar arasından seçtikleri bu kızı dağa kaldırırlar. Dağlarda her türlü işlerini (cinsellik dahil) gördürdükleri bu kızı, bir zaman sonra tekrar köye gelip köyün meydanına bırakıp giderler. Kız kalakalır ortalıkta ve sahip çıkan olmaz. Kız da köyü terk eder ve bir daha da haber alınamaz. Derler ki, öldü diye haberi gelen kızın nişanlısı delikanlı da daha sonra köye gelir ve olanları öğrenir. O da kızın ardından köyü terk eder ve ondan da bir daha haber alınamaz. Böyle nice acıklı hikayeler, yürek yakan türküler dinlersiniz Anadolu’nun her yöresinde.

Arif Bey, Batılılaşma yolunda ağır aksak ama emin adımlarla yürüyen Türkiye’de, cinsel özgürlükler bağlamında zihniyet değişiminin Türkiye’nin coğrafi konumu gibi (Avrupa ve Asya arasında) iki arada bir derede, a’raf’ta olduğunu belirtmek isterim. Anlayış, felsefe, kültür olarak farklı olduğumuz için devekuşu misali bir seyir takip ediyoruz. Hani devekuşuna sormuşlar. Sen devesin hadi yürü demişler, ben kuşum demiş. Peki o zaman hadi uç demişler, bu sefer de ben deveyim, uçamam demiş. Bu ülkedeki insanların çoğunluğu ve sistem, işine geldiği yerde laik-demokrasi diyor, işine gelmediği yerde İslam’a ve geleneklere sarılıyor. Bu da bizi cinsellik konusunda da işin içinden çıkılmaz durumlara sokuyor.

Batılı gibi yaşamak isteyen ama Doğulu da kalmak isteyen bu ülkede cinsellik konusunda çelişkiler ve açmazlar bütün hızıyla sürüyor. Resmi olarak yüz yıldır Batılı yaşam tarzı dayatılan, cinsellik konusunda istek ve talepleri artan insanların çoğaldığı ülkede, kadın-erkek ilişkileri bağlamında hala bir çok şey Batıdaki gibi yürümüyor, aile hala güçlü, hala direnç var. Fakat 12 eylül askeri darbesi ile başlayan kapitalizme entegrasyon süreci son 20 yılda büyük mesafe kaydetti. Şehirleşmenin %80-90’lara varması; kadınların eğitim ve çalışma hayatlarına atılması; refah seviyesinin artması; uzayan eğitim ve akademik hayatın otuzlu yaşlara kadar uzaması; internet ve sosyal medyanın gündelik hayatın bir parçası olması ve daha birçok nedenlerle evlilik yaşı yükseldi, aileler çekirdek aileye dönüştü, boşanmalar arttı, cinsellik artık sadece erkekler değil kızlar için de evlilikte yaşanması gerekli bir şey olmaktan uzaklaştı, haz ve fantezi ön plana çıktı ama yine de Batıdaki gibi olmadı. Bu ülkede göçe rağmen konut ihtiyacı öngörülüp karşılanmadığı için nasıl gecekondulaşma yaşandı ise, toplumda başta gençlerde olmak üzere cinsellikle ilgili değer ve yargılar hızla değişmesine rağmen, toplumun kabulleri, inancı, gelenekleri aynı paralelde hızlı değişime uğramayınca ortaya trajik, facia düzeyinde adi-adli vakalar çıktı.

Selçuk Bey, kamusal alanda ve medyada (internet ve sosyal medya dahil) çok fazla cinselliği uyarıcı faktör olduğu zaman Batıdaki gibi toplumdaki bunu giderecek, karşılayacak bir vasat, araçlar olmayınca kriminal suçlarda patlama oldu, ya da vardı da görünür bilinir hale geldi. Kaç yıl önce Almanya’ya gidişimde erkeklere mahsus bir wc’de paralı prezervatifmatikler görmüş, ayrıca orayı temizleyenin de bir bayan olduğunu görünce afallayıp kalmıştım. Cinsellikle ilgili iki bölümlük bir yazı yazdığım 2006 yılında bir üçüncü bölüm olarak cinsellik ve sapmalar bahsi için o yıl içinde (2006) basında bu konuda çıkan haberleri toplayıp arşivleyeyim demiştim. Aman Allah’ım, sadece 3. sayfalık adli vakaları toplamayı bile kısa bir süre sonra bıraktım. Yüzlerce, binlerce cinsellikle ilgili akla hayale gelmeyecek türden adi-adli suç vardı. Toplamakla başa çıkılacak gibi değildi. Bu makaleye kısa başlıklar halinde bir kısmını koyayım dedim, hazırladım fakat sonradan bazı sakıncaları nedeniyle vazgeçtim. Bunlardan yalnızca hoşgörünüze sığınarak üç günlük dünyada Anadolu’nun tam da bağrında, bozkırda yaşanmış üç güncel örnek verip konuyu kapatmaya karar verdim. Bu üç örneği de Anadolu insanı’nın bu tür bir yüzünün de olduğunu belgelendirmek, bu yüzü de tanımak ve bu acı, kahredici, trajik gerçeklerle yüzleşmek için zikrettim.

[Afyonkarahisar’da dört yıl boyunca tecavüz ettiği kız kardeşlerini öldüren 21 yaşındaki ağabey BŞ tutuklandı. Dinar ilçesine bağlı Çayüstü köyünde dün akşam 20 yaşındaki AŞ (otopside 5 aylık hamile olduğu ortaya çıkmış) ile 16 yaşındaki kardeşi H, evlerinde başlarından vurularak öldürüldü. İki kız kardeşin durumu öldürülmeden kısa bir süre önce anne ve babalarına anlattığı belirlendi.] (5) Hani insanın “kopsun artık kıyamet”, “iyi ki var cehennem” dediği haberlerden biri bu.

[Yozgat'ın Çayıralan ilçesine bağlı bir köyde zihinsel engelli 40 yaşında bir kadına üç yıl boyunca cinsel istismarda bulundukları iddiasıyla yaşları 17 ile 71 arasında değişen 12 kişi tutuklandı.  Annesi ölen, kendisi gibi zihinsel engelli olan babasıyla yaşayan kadının kardeşleri de başka şehirlerde yaşıyordu. İlk olarak 2013 yılında bir akrabasının tehditle tecavüzüne uğrayan kadını babası hastaneye götürmüş; hastane doktoru ‘ispat edemezsiniz, rezil olursunuz’ dediği için baba olayın peşini bırakmıştı. 40'ı aşkın tanık, o sanıkların eşi, dostu, çocuğu, akrabası olmak üzere 200 nüfusluk bütün bir köy. Adli Tıp Raporu'na göre, kız kardeşine karnının ağrıdığını söylediğinde, 6 aylık hamile olduğunu bilmiyordu. Çocuk doğduğunda babasının kim olduğunu da (adli tıp raporuna göre çocuğun babası 17 yaşındaki çocuk çıkmış). Oysa Fatma dışında muhtar dahil bütün köy her şeyi biliyordu ve susmuştu. 'Altın kız' deniyordu yokluğunda, ismini söylemeye gerek yoktu, herkes bu isimle tanıyordu ve neden böyle denildiğini herkes biliyordu". Sanık avukatlarının mağdur kadına "Köyde yaşamayı bu yüzden mi seviyorsun?, Kimse seni zorlamamış, hoşuna mı gitti?" diye sorduğu aktarıldı. Mahkeme, yaşı 18’inden küçük 3 sanığa beraat, 4 sanığa 12-20 yıl arası değişen hapis cezası verdi, 5 sanığı da kefaletle serbest bırakıp adli kontrol şartı ile salıverdi. Fatma’nın çocuğu doğar doğmaz devlet korumasına alındı ve kendisi de bakım ve rehabilitasyon merkezi’ne yerleştirildi.] (6) Derler ki, Hz. İsa, mabede girince, Yazıcılar ve Ferisiler (Kudüslü Yahudiler) kendisine zina suçu işlemiş bir kadın getirdiler. Aralarında dediler: "Eğer onu kurtarırsa, bu Musa'nın kanununa aykırıdır ve böylece onu suçlarız; eğer mahkûm ederse, bu kendi inancına aykırıdır, çünkü o merhameti tebliğ etmektedir”. Bu şekilde İsa'ya varıp, dediler: "Muallim, bu kadını zina ederken bulduk. Musa, böylesinin recm edilmesini emretmişti; buna sen ne dersin? "Bunun üzerine İsa eğilip, parmağıyla yerde bir ayna yaptı ve içinde herkes kendi kötülüklerini gördü. Cevap için sıkıştırırlarken, İsa doğrulup parmağıyla aynayı gösterdi ve dedi: "Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın".

Uşak’ta özel bir rehabilitasyon merkezinde bulunan zihinsel engelli Beyhan A. (27) toksik zehirlenme şüphesiyle Uşak Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı. Yapılan doktor muayenesinde cinsel saldırı emarelerinin bulunması üzerine ameliyata alınan kadın, ameliyat sırasında yaşamını yitirdi. Savcılık tarafından yapılan ilk otopside kadının vücudunda cinsel saldırı bulgularına rastlanması üzerine ceset İzmir Adli Tıp Kurumu’na gönderildi.” (7) Bu habere söyleyecek bir sözüm, yorum yapacak halim mecalim bile yok. Yüreğim acıyor.

Zaman zaman muhtelif devlet görevlilerinin karıştığı -sorgu ve işkencedekiler dahil- tecavüz ve istismar haberlerine daha girmedim bile. Bu ülkede bir partinin -evli barklı ve anası bacısı da olan- merkez karar ve yönetim kurulu üyelerinin büyük kısmı zina (fuhuş) kasetleriyle istifaya zorlanıp çökertilebilmiştir. Hele son yıllarda tarikat ve cemaat yurtlarındaki istismar vakalarına ve meşhur “şehvetiye tarikatı” rezillik ve sapkınlığına ise hem tehlikeli sularda yüzmemek -zira zaman zor zaman- hem de midem almadığı için hiç mi hiç girmek istemiyorum. (8) Hoş görmenizi ve affınızı istirham ediyorum.

Arif Bey, “Mürid, mürşid-i kâmil’in elinde, gassâl (ölü yıkayıcı) elindeki meyyit (ölü) gibi olmalıdır. Gassal, meyyiti yikamak için nasıl öteye beriye çevirirse, mürid de bütün arzu ve isteklerini terk etmeli, mürşidi karşısında bir varlık göstermemeli ki onu layıkıyla temizlesin ve menzil-i maksûduna eriştirsin” inancı mürşidle beraber olma ile ilgili bir tarikat adabıdır ki, kötü niyetli kişiler tarafından bunun nasıl istismar edilebileceği, ne gibi sonuçlara yol açabileceğini tahmin etmek hiç de zor olmasa gerektir. Ki biraz önce bunun çirkin ve uç örneklerinin yer aldığı bir kitabı zikrettiniz zaten. Tarihte tasavvufun önde gelenleri ile ilgili bu ve benzeri örnekleri, tasavvuf konusunu enine boyuna öğrenebileceğiniz bir temel eseri de ben zikretmek isterim. (9)

 

Vakit hayli ilerlemişti. Kalktık. Sirkeci istikametinde yürümeye başladık. Tren garı önünden Babıali yönünde Cağaloğlu yokuşunu çıkmaya başladık.

 

Kaynaklar:

1.    http://arsiv.sabah.com.tr/2001/07/14/g03.html

2.    Peri Gazozu, Ercan Kesal, 16. Baskı, 2019, İletişim yayınları

3.    Tırpan, Fakir Baykurt, 2016, Literatür yayınları

4.    Ankara Akıncı Ovası Tarihi ve Kültürü, Burhanettin Baykurt, Ankara, 2003, Sh. 179

5.    https://tr.sputniknews.com, 13.04.2019

6.    cnnturk.com, 15.01.2017

7.    AA, 21.07.2019

8.    https://iletisim.com.tr/kitap/sehvetiye-tarikati/9805

9.    Tasavvuf ve İslam, Ercümend Özkan, Anlam Yayınları, 4. Baskı, Ankara



4 Şubat 2022 Cuma

Sazımız Sözümüz Var Bizim

“…Bir gün Ankara Tıp ’88 mezunlarından bir arkadaşım ve aynı zamanda Ankara Sanatoryumu Göğüs Cerrahisi’ni yazmama vesile olan kıdemlim Dr. Tamer beni aradı ve İstanbul Radyosu THM sanatçısı Ahmet Turan Şan’a akciğer rahatsızlığı nedeniyle yardımcı olup olamayacağımı sordu. Elbette deyince geldi ve rahatsızlığı için göğüs hastalıkları kliniğine götürüp refakat ettim, yardımcı oldum. Tetkik ve tedavisi bitince bana döndü dedi ki; “Doktorum, size müteşekkirim, sizin için ne yapabilirim?” Dedim ki; “Estağfurullah, görevimiz ama lütfederseniz ve uygun görürseniz bir sanatçı olarak sizden, biz doktorlara bir konser vermenizi rica ederdim” deyince “Ne zaman isterseniz, koşa koşa gelirim” dedi.

Yazının devamı için; https://www.akademikakil.com/sazimiz-sozumuz-var-bizim%ef%bf%bc/irfanyalcinkaya/