30 Ocak 2014 Perşembe

BİR KİTAP, BİR ALINTI*

“Bir Üniversitede Rektör Seçimi”nin Hikayesi
                                                                 
Emekliliğime adım attığım gün, hiç unutmadığım ve unutamayacağım, 31 Ağustos 1994 günüdür. Bugün dahil geçen her gün beni daha da mutsuz etmeye başlamıştı. Durup dinlenmeden çalışmaya, koşturup uğraşmaya alışmıştım. Muayenehane hekimliği beni tatmin etmiyor, günümü doldurmuyordu. Sadece muayenehane durağan bir iş olarak içimi karartıyor, bu nedenle hiçbir şeyden mutlu olamıyordum.
Hiç iyi olmadığım bir gün Yüksek Öğretim Kurulu Genel Sekreteri Atilla Konaç beni telefonla aradı. Ondan YÖK Denetleme Kurulu üyeliğine atandığım haberini aldım.
Kısa sürede, biraz da denetleme kurulundaki arkadaşlarımın etkisi ile üniversitelerden birine rektör olarak görevlendirilmeyi düşünmeye başlamıştım.
YÖK Yürütme Kurulu üyelerinden Emekli Vali Durmuş Yalçın, Mersinli idi. Mersin Üniversitesi’nin gelişip büyümesini çok istediğini, öğle yemeklerindeki birlikteliklerimizde öğrenmiştim. Birkaç kez odasında konuyu etraflıca konuştum. O tarihlerde Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi dekanlığı görevini üstlenebilirdim. Ondan sonrası için Allah kerimdi.
Bu düşüncelerle görevi sürdürürken bir gün Prof. Gürüz, “Paşam, yarın öğleden sonra Malatya İnönü Üniversitesi’nden iki arkadaş gelecek. Ben onlarla birlikte sizin odaya gelirim. Birlikte görüşelim. Eğer kabul ederseniz bu üniversitenin rektörlüğü görevi için sizi düşünüyoruz. Ben konuyu sayın Cumhurbaşkanı ile de görüştüm” dedi.
Malatya İnönü Üniversitesi’ni hiç aklımdan geçirmemiş, hayal bile etmemiştim. Hayatım boyunca Malatya’ya, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanı iken, sadece bir kez, üç gün süren bir rektörler toplantısı için gitmiştim.
5 Haziran 1996 Çarşamba günü saat 15.00 sularında YÖK Başkanı ile daha önce hiç görmediğim ve tanımadığım iki öğretim üyesi odama geldiler. Prof.Dr. Kemal Gürüz, Malatya’dan gelen iki öğretim üyesi ile beni tanıştırdı. Malatya İnönü Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nden Prof.Dr. Ersin Karagözler ve aynı üniversitenin Tıp Fakültesi’nden Doç.Dr. Fatih Hilmioğlu ile el sıkışarak tanışmış olduk.
Hep birlikte odamdaki yuvarlak masanın çevresindeki sandalyelere oturduk. Getirttiğim çaylar içilirken ben sadece konuşmaları dinlemeyi yeğledim. Zaten durum da bunu gerektiriyordu. İlk dikkatimi çeken şey, her iki öğretim üyesinin aşırı gür saçlarının olmasıydı. Hocalar çok heyecanlı, endişeli ve şikayetçi idiler. Daha çok Kemal Gürüz’e her şeyi eksiksiz anlatmak, böylece görevlerini yapmak ve rahatlamak istiyorlardı. Konuşmalardan birkaç ay önce bir grup öğretim üyesi ile birlikte Cumhurbaşkanı’na gelip üniversitenin durumunu anlattıklarını, rektörün tutucu grupla birlikte hareket ettiğini, üniversitenin amblemini değiştirdiklerini, rektörün yeni amblemde rahle olmasını istediği, şu andaki bazı yöneticilerin, “Bize bilen adam değil, bizden adam lazımdır. Artık kılıçlar çekilmiştir. İki gruptan biri yok olacaktır,” dediklerini ve bütün uygulamaların anlattıkları şekilde geliştiğini, üniversitenin tutucu düşünce sistemine tümüyle teslim aşamasında olduğu anlatıldı.
Prof.Dr. Kemal Gürüz herhalde İnönü Üniversitesi’ni çok iyi biliyordu. Konuşma ve davranışları bunu belli ediyordu. Kişisel tahminime göre aldığı sayısız ihbar mektubu ile Malatya İnönü Üniversitesi hakkında bıkma seviyesinde çok bilgilendirilmiş olmalıydı. Bir fırsatta, “Siz aranızda konuşunuz. Sonucu sizden alırım Paşam” diyerek odadan ayrılıp makamına gitti.
Ben zorunlu olarak bu hocalarımızla sohbeti sürdürdüm. Konuşan daha çok Doçent Dr. Fatih Hilmioğlu idi. Bu öğretim üyesinin daha heyecanlı olduğu her halinden görülüyordu. Anlatılanlar çok tatsızdı. Denetleme Kurulu’na üniversitelerden gelen birçok ihbar mektubunu okuma ve inceleme fırsatım olmuştu. İhbar ve şikayeti yapan kişiler kendilerini haklı gösterebilmek için işin içine bilerek veya bilmeyerek biraz mübalağa katabiliyorlardı. Bu hocaların da bu yolu kullanabileceklerini düşünmek aklıma bile gelmiyordu. Üniversite içeriden ve dışarıdan kuşatılmış görünüyordu.
Üniversiteler bilgi ve kültürün kaynağı olan değerli kurumlardır. Bilgiyi ve aklı geri planda tutup, dogmalara saplanmış düşüncelerin üniversitede ön plana çıkmaması gerekirdi. Karar verdim. Malatya’ya gidecektim. İnşallah bu iki öğretim üyesi tarafından anlatılanlarda biraz mübalağa payı vardı.
Ersin Karagözler ve Fatih Hilmioğlu hocalarla birlikte YÖK’ten çıkıp Merkez Orduevi’ne akşam yemeğine gittik. Yemekte gene hep İnönü Üniversitesi konuşuldu. Rektör seçimlerinde eğer biraz çalışılırsa atanabilmek için yeterli oyun alınabileceği, kendilerinin ve arkadaşlarının ellerinden geleni fazlası ile yapacakları söyleniyordu. Bu öğretim üyelerine inanmıştım. Rektör seçimleri için çok bilgi sahibi ve deneyimli idiler. Adam adama markaj yapacakları anlaşılıyordu. Oy verecek öğretim üyelerinin listesi üzerinde ne kadar oy alınabileceği hesabında uzmanlaşmışlardı. Yaklaşık olarak alabileceğim oyu devamlı olarak tekrarlıyorlardı.
Yemekten sonra Ersin Karagözler ve Fatih Hilmioğlu hocaları Malatya’ya uğurladım. Onlardan gelecek habere göre Malatya’ya gidecek ve bir haftalık seçim çalışmasını birlikte yapacaktık.
14 Kasım 1995’te üniversiteyi denetlemek üzere Mersin’de bulunduğum sırada Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den iki gün sonrası için bir davet aldım.
Kapıdaki memur, “Paşam buyurunuz. Görüşme süreniz on dakikadır” dedi.
Odadan içeri girdim. Cumhurbaşkanını selamladım. Ayaktaydı.
“Hoş geldin Şarlak Paşa. Nasılsın? Sizin gayretleriniz ve yaptığınız hizmetler hiç unutulamaz. Ne yapıyorsun, gel şöyle otur. Ne yaptığını, nasıl olduğunu merak ettiğim için seninle görüşmek istedim. Ne içelim? Hadi bize çay getirin” dedi.
Bu arada çaylar da geldi. Birkaç yudum içtikten sonra, “Yüksek malumları, 11 aydır zat-ı alinizin de bilgileri dahilinde, Yüksek Öğretim Denetleme Kurulu’nda çalışıyorum.
Eğer tensipleriniz olursa, büyük gayret göstererek, Yüksek Öğretim Kurulu’nda daha aktif bir göreve gelmeyi isterim” dedim.
Ben sözlerimi bitirdiğimde Cumhurbaşkanımız eline aldığı not kağıdına bazı şeyler yazdı.
“Sayın Cumhurbaşkanım, yüksek müsaadelerinizle” derken, Cumhurbaşkanı da, “Değerlendireceğiz Şarlak Paşam. Hadi güle güle” dediler ve beni çağırmaları ve beni dinlemeleri nedeni ile tekrar teşekkürlerimi arz ederek kapıya doğru yöneldim.
Malatya Erhaç Havaalanı’nda üniversiteden bir grup öğretim üyesi beni sevgi ile karşıladı. Onlarla havaalanı salonunda kısa bir süre sohbet ettikten sonra orduevine hareket ettim. İkinci Ordu Kurmay Başkanı Tümgeneral Oltan Evren’e telefon etmiş ve Malatya’ya geleceğim günü bildirip yardımlarını dilemiştim. Sağ olsun Oltan Paşa orduevinde odamı ayırtmış ve bana Malatya’da bulunacağım süre için sivil plakalı bir araç temin etmişti.
Orduevinden üniversiteye giderken heyecanlı idim. Rektörü olmak istediğim üniversiteye yaklaştıkça heyecanım daha da arttı. Üniversite kampüsü Malatya-Elazığ yolu üzerinde Elazığ’a gidişte sağ tarafta ve şehre on kilometre uzakta idi. Üniversite girişinde büyükçe bir taşın üzerine ‘T.C. İnönü Üniversitesi’ yazılmıştı. Yanımda Fatih ve Ersin Hocalar vardı. Birlikte üniversiteye giriş yaptık ve iki öğretim üyesinin kılavuzluğunda önce rektörlüğe gidip Rektör Prof.Dr. Mehmet Yücesoy’la görüşmek istedim. İki arkadaşım dışarıda beklerken Rektör Bey’in odasına girdim.
Prof.Dr. Mehmet Yücesoy güler yüzlü, iddiasız görünümde, kısa boylu birisi idi. Beni pek kibarca karşıladı. Bir ikramda bulunabilmek için isteğimi terbiyeli bir şekilde sordu. Çaylarımızı içerken de bana seçim için başarı dileklerini söyledi. Anladığım kadarı ile Rektör Bey seçim için iddiasını yitirmişti veya kendisine çok güveniyordu. Dört yıllık rektörlük döneminde gericilerle birlikte hareket ettiği söyleniyordu. İkinci Ordu Komutanlığı’ndaki değerli komutanlarla görüşmelerimizde Rektör Bey’in eşinin başının açık olduğu, benim sözünü ettiğim gibi bir insan olmadığı kanaatleri söylenmişti. Ordu Komutanı ve kurmay başkanı paşalar Rektör Bey’i seviyorlardı.
Rektör ziyaretinden sonra, Prof.Dr. Ersin Karagözler ve Doç.Dr. Fatih Hilmioğlu’nun yaptıkları plana göre, üniversitede oy verme hakkına sahip öğretim üyelerini ziyaret etmeye başladık. Gittiğimiz hemen her yerde öğretim üyeleri ile tanıştıktan sonra Ankara’da bastırdığım broşürlerden birini, okunması ricamız ile, seçmen konumundaki öğretim üyesine veriyor ve duruma göre kısa veya uzun bir süre sohbet ediyorduk.
Ziyaretimizin sonunda Doç.Dr. Fatih Hilmioğlu ve Prof.Dr. Ersin Karagözler ceplerinden çıkardıkları listelerini kendi geliştirdikleri teknikle işaretliyorlardı. Listede o tarihte İnönü Üniversite’sinde görev yapan ve seçimlerde oy verecek olan 26 profesör, 29 doçent ve 153 yardımcı doçentin isimleri yazılı idi.
Listedeki öğretim üyeleriyle ilgili bazı bilgileri de not etmiştim. Arkadaşlarımdan aldığım bilgilerin ışığı altında hangi hocanın dinci, hangisinin solcu ve kimlerin de aşırı milliyetçi olduğunu kolayca gösterecek biçimde işaretlemiştim.
Üniversitedeki seçim ziyaretlerimizde önce bize oy verebileceklerle görüşmüştük. Üçüncü veya dördüncü gün sonunda bizden olan öğretim üyesi ziyaretimiz tamamlanmıştı. Sonraki günlerde kesin olarak oy alamayacağımız öğretim üyelerine de gittim. Bu hocalar içinde çok değişik tipler vardı. Erzurum’daki Mehmet Kırkıncı Hoca’nın müridi olduğu söylenen ve İnönü Üniversitesi’nde profesör olarak görev yapan, amaca uygun çalışabilmek için hiç evlenmeyen Ş.D.’yi, ülküdaşları ile karşılaştığında kafa tokuşturarak selamlaşan profesör N.A.’yı, yolda yürürken devamlı olarak dudakları okuduğu dualar yüzünden kıpır kıpır olan, insanların yüzüne bakmayan, hep yere bakarak yürüyen, ailesinin bütün bayan üyeleri türban ve tesettür kıyafetli Matematik Profesörü F.B.’yi ziyaret ettiğimde yirmi birinci asra çok yaklaştığımız günlerde Cumhuriyetimizin en büyük projesi ve gurur kaynağı üniversitelerimizde ne kadar Atatürk devrimleri ile barışık olmayan insan olduğunu, bunların Cumhuriyetimizin okullarında nasıl yetiştirildiğini düşünerek şaşkınlığa uğramıştım.
Basma, tütün ve demiryolu fabrikaları, çevredeki barajlar, Turgut Özal Tıp Merkezi, 1975 yılında kurulan üniversite gibi büyük eserler pek az vilayette bulunabilen önemli ayrıcalıklardı. Bütün bunlara karşın bir zamanlar Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve İsmet İnönü’nün kalesi durumundaki Malatya, gittikçe artan bir ağırlıkla sağ ve Cumhuriyet’in temel niteliklerine karşı olmaları nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nce kapatılan dinci ve gerici partilerin kalesi durumuna gelmişti.
İnönü Üniversitesi’nde öğretim üyelerinden en çok oyu alan (78 oy) fakat Yüksek Öğretim Kurulu seçiminde Cumhurbaşkanı’na sunulacak üç aday arasına giremeyen, üniversitedeki tutucu grubun yaptığı şura toplantısında rektör adayı olarak seçilen, rektör adayı seçiminde kendisine, şuraya katılanların oylarının kesin olarak verileceği yeminle garanti edilen Prof.Dr. Mustafa Paç’ın seçim bildirgesi şöyleydi:
Seçimlerden önce pek çok arkadaşı kendisine oy vereceğine söz ve garanti vermişti. Aldığı üç oydan biri kendisine aitti. Diğer iki oya en az otuz kişi sahip çıkıyordu. Nasıl ki ‘içki masasında verilen sözler ve vaatler ciddiye alınmaz’ diye bir genel kural varsa, üniversitelerdeki rektör seçimlerinde verilen sözler de kesin olarak ciddiye alınamazdı. Osman Kazancı Hoca’nın aldığı üç oy bunun kanıtı idi.  
25 Haziran 1996 Salı günü, günlerdir heyecanla beklediğimiz, üniversitelerce saptanacak altı rektör adayı için İnönü Üniversitesi’nde seçim yapıldı.
Tasnif kurulu rektör adayı seçim sonuçlarını salonda bulunan herkese, oyların sayımı sonunda ilan etti. Seçimlerde Prof.Dr. Mustafa Paç 78, Ben 69, Prof.Dr. Eyüp Aktepe 21, halen rektör olan Prof.Dr. Mehmet Yücesoy 15, Prof.Dr. Gürsel Ortağ 11, Prof.Dr. Osman Kazancı 3, Prof.Dr. Kemal Kartal 1 oy almış ve bir oy da boş çıkmıştı.
Seçim sonuçları YÖK’e bildirilecekti. YÖK Genel Kurulu altı adaydan her üniversite için üç aday seçecek ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de üç adaydan birini rektör olarak atayacaktı.
Üniversitedeki seçimden bir gün sonra Ankara’ya döndüm. Seçimde aldığım sonuç pek kötü sayılmazdı. Gene de aklım ve gönlüm tutucu grubun adayından daha az oy alabildiğim için beni mutlu etmemişti. Ama gerçek de bu idi. İnönü Üniversitesi’nde çağdaş ve cumhuriyetten yana insanları ürküten bir tablo olmasa idi beni üniversitelerine rektör olmam için davet etmezlerdi.
Yüksek Öğretim Kurulu’ndaki görevime hemen döndüm. Yürütme ve Denetleme Kurulu’ndaki dostlarım hararetle beni seçimde aldığım sonuç nedeniyle kutluyorlardı. Onlara daha sonucun tam olarak alınmadığını, YÖK ve Cumhurbaşkanı’nca yapılacak seçimlerde de başarılı sonuç alınması gerektiğini hatırlatıyordum.
Malatya’dan da bu arada devamlı olarak haberler almaya başlamıştım. Üniversitedeki rektör adayları seçiminde istedikleri ismin, yani Prof.Dr. Mustafa Paç’ın 79 oyla birinci sırayı alması Malatya’da bilinen gücü cesaretlendirmiş ve umutlandırmıştı. Adayları en yüksek oyu aldığına göre üniversiteye rektör olarak atanmalıydı. Bu amaçla çalışmalarını daha da genişletip hızlandırdılar. Nihai atamayı yapacak olan Cumhurbaşkanı’na bir heyet gönderilmesine acele karar verilmiş. Belediye Başkanı Münir Erkal, Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mücahit Fındıklı, Tabip Odası Başkanı Op.Dr. Nihat Kavukçuoğlu, Muhtarlar Derneği Başkanı, Esnaf Kredi ve Kefalet Kooperatifi Başkanı Ahmet Acet, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in huzuruna çıkmış.
“Biz Malatya’da Üniversitemize rektör olarak seçimlerde en çok oyu alan Prof. Mustafa Paç’ı istiyoruz. Sizin bu konuda desteğinize ihtiyacımız var. Bu desteği bizden esirgemeyiniz” demişler.
Yılların kurt politikacısı Demirel’in, “Konu bize geldiğinde bakarız, siz merak etmeyin” şeklindeki cevabı ise heyette bulunanların yüreğine su serpmiş. Bu yüzden heyette bulunanlar daha Köşk’ün dış kapısından dışarı çıkmadan bahçede cep telefonları ile Malatya’da merakla bekleyen arkadaşlarına, ‘Görev başarı ile tamamlandı. Cumhurbaşkanımızdan söz aldık. Rektör işi tamam’ haberleri ulaştırılmıştı.
YÖK Genel Kurulu 11 temmuz 1996 Perşembe günü toplanarak seçim yapılan üniversitelere atanmasını istediği sıralı üç adayın seçimlerini gerçekleştirdi. Alınan karalar aynı gün YÖK Başkanı Prof.Dr. Kemal Gürüz tarafından Cumhurbaşkanı’na bizzat sunuldu.
YÖK Genel Kurulu’nda İnönü Üniversitesi ve rektör oylamasında 79 oy alan Prof.Dr. Mustafa Paç’a 4 oy, ikinci sırada bulunan Prof.Dr. Ömer Şarlak’a 23 oy, 21 oy alan Prof.Dr. Eyüp Aktepe’ye 16 oy, 15 oy alan eski rektör Prof.Dr. Mehmet Yücesoy’a 15 oy, 11 oy alan Prof.Dr. Gürsel Ortuğ’a 6 oy, 3 oy alan Prof.Dr. Osman Kazancı’ya 5 oy verilmişti.
YÖK Genel Kurulu seçimleri sonucunda listede birinci sırada ben, ikinci sırada Prof.Dr. Eyüp Aktepe, üçüncü sırada Prof.Dr. Mehmet Yücesoy olarak Cumhurbaşkanımıza, üç adaydan birinin seçimi için sunulmuştu.
12 Temmuz 1996 günü Cumhurbaşkanlığı seçimini süratle yaparak YÖK’e atama kararnamelerini ulaştırdı. 16 Temmuz 1996 ve 13029 sayılı yazı YÖK’ten İnönü Üniversitesi’ne ulaştırıldı.
“2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 13. maddesi gereğince Kurulumuzca seçilen adaylar arasından Cumhurbaşkanımızca üniversiteniz rektörlüğüne Prof.Dr. Ömer Şarlak’ın atandığına dair karar örneği ilişikte gönderilmektedir.
Prof.Dr. Kemal Gürüz, Başkan”
Büyük problemleri olan ve gerici üniversiteler arasında üst sıralarda yer alan bir üniversiteye rektör olarak atanmıştım. Üniversiteyi bu sıfatından arındıracak ve Atatürk ilkelerinin, çağdaşlığın, yurtseverliğin gönderinde bayrak gibi dalgalandığı bir üniversite için çaba gösterecek, var gücümle çalışacaktım.

* Kışladan Kampüse, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanı ve İnönü Üniversitesi Rektörü’nün Anıları, Prof.Dr. Emekli Tümgeneral Ömer Şarlak, Alfa Yayınları, İstanbul, 4. baskı, 2004,  sh. 380-398.

Küçük bir not: Hikayede adı geçen Doç.Dr. Fatih Hilmioğlu, Şarlak Paşa’nın rektör olarak atanmasından sonra Malatya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne Başhekim ve Dekan,  bilahare de onun rektörlük görevinin bitiminden sonra da aynı üniversiteye arka arkaya iki dönem olmak üzere YÖK tarafından Rektör olarak atandı. Ergenekon soruşturması kapsamında 13.04.2009’da gözaltına alındı. Halen Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder