19 Eylül 2013 Perşembe

KARDEŞİME MEKTUPLAR-1

                Muhakkak bütün mü’minler kardeştirler. (Kur’an; Hucurat/10)


        Kardeşim; evvela Allah’ın selam, rahmet ve bereketinin senin-benim-hepimizin üzerine olmasını dileyerek başlamak istiyorum mektubuma. Mektuplaşmanın kaybolmaya yüz tuttuğu ya da elektronik ortama taşındığı günümüzde, bir nev’i açık mektup niteliğindeki bu mektubumda, istedim ki bizden önceki ümmetlere olduğu gibi bize de farz kılınan oruçla geçirilen Ramazan ayında, bu aydaki gecelerden bir gece olan Kadir gecesinde indirilmeye başlanan Kur’an’da yer alan surelerin isimlerinden hareketle seninle biraz hasbihal edelim. Birlikte Kur’an pınarının o arı-duru, tertemiz suyundan birkaç yudum alarak susuzluğumuzu bir nebzecik olsun giderelim.

Asırlardır kelime anlamı “okuma” olan Kur’an, okunmadan, anlaşılmadan, okunup anlaşılmasına gerek de görülmeden müslüman-mü’min olunabilmiş(!), Kur’an’a saygı adı altında öpüp alına götürme, anlamadan yüzeyinden okuma, abdestsiz mushafa dokunmama gibi anlayışlar ne yazık ki bu ümmette, ümmetin bir parçası olan bu toplumda yer bulabilmiş, tutunabilmiştir. Peygamberin ümmi oluşu onun Allah’ın elçisi olduğuna dair bir delil teşkil ederken, ümmetin çoğunluğunun hala Kur’an konusunda ümmi oluşu herhalde cehaletlerine delil teşkil edebilir ancak. Halbuki müslümanım diyen insanların bile birbirlerine “ma’rufu (iyiyi, doğruyu) tavsiye, münkerden (kötülükten, yanlıştan) sakındırma” konusunda zaaf ve ihmal içinde olduğu şu toplumda, Kur’an’la bağlantıyı bir gün bile koparmadan, her vesileyle ve abdestli-abdestsiz, otururken-yan yatarken yani her ahval ve şeraitte onu tekrar tekrar okumamız ve ayetleri üzerinde tefekkür etmemiz olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Ancak o zaman “hayat kitabı” dediğimiz Kur’an, düşünce ve davranışlarımızı etkileyerek hayatımızı biçimlendirip “hayatımız Kitap” olabilecektir. Akıl o zaman kendini ilahlaştırmaktan vazgeçecek, yerde de ilah, gökte de ilah olan Allah’ın gönderdiği vahyin rehberliğinde kainattaki her şeye daha isabetle ve hakiki bir nazarla bakabilecektir.

Sözümüze halkın geleneksel din anlayışında var olan mübarek gece konusunda birkaç söz söyleyerek başlangıç, giriş (fatiha) yapalım izin verirsen. Din, özellikle de İslam, hayatı,  bilinçli bir şekilde bütünüyle, aşırılığa da kaçmadan istikrarlı bir şekilde yaşayarak Allah’a kulluk etmeyi, Allah’ı razı etmeyi hedeflemiştir. Kandil, hıristiyanlıktan gelme bir şey olup Kadir(kudretli) gecesi veya mübarek gece denilen diğer gecelerin, herhangi bir geceden hiçbir farkı yoktur. Üstelik İsra(gece yolculuğu) geçmesine rağmen, Kur’an’da geçmeyen ve peygamberi göklere çıkararak Allah’la bizzat görüştüğü varsayılarak mi’raç gecesi ve yine peygamberin gününde hatta vefatından sonra da kutlanmamasına rağmen doğumuna izafe edilen mevlid gecesi gibi türlü geceler (yakın zamanda kutlu doğum haftası gibi haftalar) ihdas edildi, uyduruldu. Bilesin ki bir Mü’minin kaçındığı bir haram veya yerine getirdiği bir farz sebebiyle kazanacağı sevab, hangi gün ve gece olursa olsun değişmeyecektir, zira bütün gün ve geceler, bütün zamanlar Allah’ındır.
    
Konu konuyu açarmış, aynı zamanda açış demek olup Kitab’ın açılış suresi olan Fatiha suresi Kur’an’ın esası, temeli, özü, özeti ve bir nevi onun önsözü iken “filanın-falanın ruhuna el-fatiha” denilerek; aynen içinde “diri olan kimseyi uyarasın” cümlesi geçtiği halde tam aksine ölülerin ruhuna hediye edilen Yasin suresi gibi anlamından, özünden uzaklaştırıldı, saptırıldı. Anlaşılan diri olanların uyarılmaya ihtiyaçları yoktu(!) ya da dirilerden ümit kesildi ki bu iki sure de ölülere tahsis edildi.

Rabbimiz, biz insanlara ilettiği mesajlarından bazılarında söze Leyl(gece) suresinde olduğu gibi “andolsun” diyerek başlamaktadır. Yeminle başlayıp düşünmemizi istediği bu kelimeleri bir bir sayalım istersen. Zariyat(rüzgarlar), Tur(Sina dağı), Necm(yıldız), Kalem, Nazi’at(söküp çıkaranlar), Büruc(burçlar), Tarık(karanlığı delip geçen), Fecr(şafak), Beled(belde), Şems(güneş), Duha(kuşluk vakti), Tin(incir), Adiyat(atlar) ve’l Asr(çağ, zaman).

Kardeşim; A’la(yüce), Fatır(yaratıcı), göklerin ve yerin Nur’u, Mülk(egemenlik)’ün sahibi olan Rahman(merhametli olan); sözlerinin bir kısmına Ya Sin’de olduğu gibi Ta Ha, Sad, Kaf gibi bazı harflerle başlamaktadır “kelam-ı kadim”inde. Ne yazık ki “huruf-u mukatta” adı da verilen bu ve benzeri harflerden hareketle bazı insanlar tarafından hurafeler ortaya konulabilmiştir. Oysa tam tersine akl-ı selim sahipleri gibi “ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” demeleri gerekirken.

Elçi olarak seçtiği Muhammed’e inen ilk vahiyler olan Alak suresinin ilk beş ayetindeki ilk söz olan ikra(oku) elbette yazılı bir metni okumadan öte mecazi anlamda “düşünüp duruyorsun,  o halde söyle! konuş!” anlamındadır. “Ben okuma bilmem, ne okuyayım(söyleyeyim)” sözü üzerine de “Yaratan Rabbinin ismiyle oku. O insanı alak’tan yarattı” buyuran kerem sahibi Rabbimiz sonrasında 23 yıl süresince gönderilenler(Mürselat) ile biz İnsanlara apaçık bildirerek(Fussilet) bildiklerimizi öğretti. Yarattığı mahlukat arasında akıl sahibi kılarak bilmediklerimizi de öğrenme imkanı lütfeden Rabbimiz, açık Beyyine(delil)lerle dolu Furkan’ında(hakk’ı batıl’dan ayıran) Yunus, Hud, Yusuf, İbrahim, Nuh ve diğer Enbiyaya(nebiler); ayrıca Hicr ve Ahkaf’ta oturanlara, Seb’e halkına, Al-i İmran’a(İmran ailesi), Meryem’e ve Ashab-ı Kehf’e(mağara arkadaşları) dair en güzel kıssa(Kasas)ları dosdoğru bir şekilde anlattı, “kıssadan hisse” almamıza imkan verdi. Ayrıca Bakara(sığır), Nahl(arı), Neml(karınca) ve Ankebut(örümcek) gibi yarattığı bazı En’am(hayvanlar) ile bize güzel misaller verdi. Ve bizi bütün insanların diz çökmüş olacağı(Casiye), gökyüzünde bir duman tabakasının belireceği(Duhan), ayın yarılacağı(Kamer), güneşin dürülüp ışığının giderileceği(Tekvir), gökyüzünün yarılacağı(İnfitar) ve parçalara ayrılacağı(İnşikak), kabus gibi çöküp(Ğaşiye), olacak olanın olduğu(Hakka), gerçekleşecek olanın sonunda gerçekleştiği(Vakı’a), yeryüzü o müthiş sarsıntı ile sarsıldığı(Zilzal), apansız kopup gelecek musibet(Kaari’a) ve o müthiş haber(Nebe) ile yani bütün insanların öldükten sonra tekrar diriltilip ayağa kalktığı(Kıyamet), kayıp ve kazanç günü(Teğabün) ile uyardı.

O gün gelmezden evvel Secdeye kapanmamızı ve Tevbe etmemizi öğütleyen Allah, ümmet olarak üzerinde önemle durmamız gereken Hac ve Cum’a mevzularına “eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır” diyerek dikkat çekti. Muvahhidlerin (Allah’a ortak koşmayanların) Tevhid’in yeryüzündeki sembolü olan Beytullah’a doğru gerek yaya gerek uzak yollardan, dünyanın dört bir yanından gelip yılda bir kez toplanmaları demek olan Hac çağrısına ve yine haftada bir kez toplantı (Cum’a) günü namaz için yapılan çağrıya dikkatle kulak kesilmek ve her iki toplantının da ibadi-fıkhi yönü kadar siyasi-içtimai yönü üzerine de eğilmek ve tefekkür etmek lüzumludur.

        Kadın(Nisa)ların Mücadele etmesine gerek kalmadan haklarının gözetilmesini, her konuda olduğu gibi bu konuda da kendisinden korkulmasını öğütleyen Rabbimiz, Talak(boşanma), Enfal(ganimetler) ve benzeri birçok konuda hükümlerine itibar etmeyenleri kafirler(Kafirun) zümresine(Zümer) dahil etmektedir. Mearic(dereceler) sahibi olan Allah katında, hakikati işitip arınacak kimseye surat asmak(Abese) ve bir kimseyi memnun etmek için dahi olsa Allah’ın helal kıldığı bir şeyi (kendisine bile olsa) haram kılmak(Tahrim) hoş karşılanmayan işler cümlesindendir. Altın(Zuhruf) gibi şeylerin, dünya hayatının gelip geçici zevklerinden başka bir şey olmadığını, insanların bunlarla sınandığını(Mümtehine), insanlara en ufak bir yardımdan(Ma’un) bile imtina edenlerin kıldıkları namazdan gafil olduklarını, bu fiillerinin gösterişten öteye geçmeyeceğini bildiren Rabbimiz, veyl (vay haline, yazıklar olsun) o Hümeze(diliyle çekiştirip iftira atan, başkalarında ayıp-kusur arayanlar) ve Mutaffifin(eksik ölçüp tartanlar)e buyurmakta ve celallenmektedir.

        Hiziplere(Ahzab) ayrılmadan kenetlenmiş(Saf), saflar halinde(Saffat) O’nun dini uğrunda cihad edenlere yardım(Nasr) ve apaçık bir zafer(Fetih) vaad etmektedir Mevlamız. O’nun yolunda, O’nun adı yücelsin (ilay-ı kelimetullah) diye cehd eden ve işlerini aralarında Şura(danışma) ile yapan mü’minler tarihe baktığımızda gün gelip Rum(Bizans) devletinin kapılarına kadar dayanmışlar ve fethetmişlerdir de.

      Geçmiş vahyin mensuplarını (savaş için) toplandıklarında(Haşr) yurtlarından çıkaran; Kur’an’da mü’minlerin(Mü’minun) olduğu kadar münafıkların(Münafikun) özelliklerini de belirten ve küfrün önderlerinden biri olan Ebu Leheb’in yanacağı ateşe karısının boynunda bükülmüş iplerden bir halat(Mesed) ile odun taşıyacağını bildiren Rabbimiz, Kabe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin içinde Filler de bulunan ordusunu mahv-ı perişan edip Kureyş’in emniyetinin sağlandığını açıklamaktadır.

         Kendisine hikmet verilen Lokman’ın diliyle mü’minlere “güzel ahlak”ın diğer bir deyişle İslam ahlakı’nın nasıl olması gerektiği anlatılırken, peygamber’e evinin odalarının-hücrelerinin(Hucurat) dışından bağırarak onu dışarı çağıranların şahsında verilen örnekte “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” kabilinden, bu ve benzeri davranışların güzel ahlak sahibi olması gereken mü’minlere yakışmadığı vurgulanıyor. 
   
       Kendisine halisane(İhlas) kulluk eden İsa(a.s)’ın havarilerinin gökten bir sofra(Maide) talep ettiklerini bildiren Rabbimiz, sahih iman ve salih amel sahiplerinin şairler(Şuara) dahil A’raf’ta(Cennetliklerle Cehennemlikler arasında yüksekçe bir yerde) olmayıp razı olduğu kullar cümlesine dahil olup Cennet’e nail olacaklarını müjdelemektedir.

Kur’an, gök gürlemesi(Ra’d)’nin Allah’ın sınırsız kudret ve yüceliğini övgüyle andığını, içinde müthiş bir güç ve birçok faydalar bulunan demiri(Hadid) insanlar için O’nun yarattığını, insanları yarattığı gibi Kur’an’ı dinleyip de “biz olağanüstü güzellikte bir hitabe dinledik” diye birbirlerine haber veren ve insan duyularıyla algılanılamayan varlıkları(Cin) da yarattığını haber vermektedir.

Allah tarafından kendisine Kevser nimeti verilen son elçiye; Ey Müzzemmil-Ey Müddessir(örtülere bürünen-bürünmüş olan) diye hitap edilerek ondan gece kalkıp Kur’an üzerinde tefekkür etmesi, kendisine sorumluluğu ağır bir mesajın tevdi edileceği söylenerek etrafındaki insanları uyarması istenmiştir.

Ne yapacağını bilmez halde olup daralıp sıkılan göğsü vahiy sayesinde ferahlayan(İnşirah) peygamberin çok sonraları az akledenlerce çölde göğsünün yarılıp kalbi çıkarılarak temizlendiği rivayeti uydurulabilmiştir. Yine Kur’an o toplumun mal ve insan çokluğuyla, çoğaltmayla övünmesini(Tekasür), oyalanmasını “hayır, yakında bileceksiniz” sözleriyle eleştirmiş, bu konumları nedeniyle onların haklı ve doğru yolda oldukları iddiasını ise reddetmiştir. Bütün insanlara o yakın hesap gününde, gerçeği yakinen görüp bileceklerini, bütün nimetlerden sorguya çekileceklerini haber vermiştir.

Evet kardeşim; seninle Kur’an’da kısa bir gezintiye çıktık. Gel beraber Rabbimizin “O, bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz! Bir kahinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz!”(Hakka/41,42) ikazını dikkate alıp O’nun katından indirilmiş olan Kur’an’ı anladığımız dilde defaatle bir “el kitabı” gibi okuyup üzerinde tefekkür edelim, kalbimizi O’na açalım. Allah Rasulü(a.s)’nün “Ya Rabbi, kavmim(ümmetim) bu Kur’an’ı terketti”(Furkan/30) diye yakınacağı topluluk içinde yer almayalım. Kur’an okumaya başlarken olduğu gibi, gel birlikte kovulmuş şeytanın ve insanların(Nas) şerrinden, yükselen şafağın(Felak) Rabbine, o sığınakların en emini olup aslında kendisinden başka sığınağın olmadığı Allah’a sığınalım. O’ndan yine O’na sığınalım. Ve şunu da asla aklımızdan çıkarmayalım.

Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur. (Kur’an; Ra’d/28)


NOT: Kur’an’da yer alan 114 surenin adı ve türkçe anlamı bu mektupta yer almıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder