16 Ocak 2022 Pazar

BİR KİTAP, BİR DÜZELTME VE EMEĞE SAYGI

            BİR KİTAP, BİR DÜZELTME VE EMEĞE SAYGI

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşla konuşurken, yazarlarından biri de olduğu bir kitapta diğer yazarın özgeçmişinde yazdığı bir husustan bahsetti. (1) Doğrusu bahsettiği kitabın ilk baskısını okumuş ve ikinci baskısı da kütüphanemde olmasına rağmen, ilkini okuduğum için ikincisine gerek görmemiştim. (Resim 1) Dolayısıyla o husustan da haberim olmamıştı. Yine önemsemedim fakat dün nedense o kitabı çıkarıp ilgili yere baktım. Gerçekten onun dediği gibi yazıyordu. (Resim 2) Olmuş bitmişti ama yine de canım sıkıldı. Hafızam beni on yıl öncesine götürdü, her şey bir film şeridi gibi gözlerimin önünden tekrar geçti.

O kişinin “benim eserim” dediği kitap, aslında dört kişinin katıldığı ortak bir çalışmanın ürünü idi. (2) Ama nedense ilgili kişi emek verenlerden biri olmasına rağmen, eseri yalnızca kendisine mal etmişti. Halihazırda ikinci baskısını yapmış olan kitabın ilk baskısında nehir söyleşi türündeki söyleşiyi gerçekleştirenlerden biri olarak ben de müstear ismimle (Arif Kaya) bir takdim yazısı yazmış ve kitabın yazılış sürecinden ve yazarla ilgili hukukumdan bahsetmiştim. (Resim 3-9) Takdim yazımı bu yazının sonundaki ekler kısmında paylaştığım için orada yazılanlardan bahsetmeyeceğim. O yazıda bahsetmeye gerek görmediğim bazı hususları bu yazımda açıklamak ve bu bahsi kapatmak istiyorum. Bu çalışmaya emek verenlerden biri olarak buna hakkım var ve kanaatime göre artık vacip oldu.

Yazının başında bahsettiğim arkadaşımın bana ilave olarak ilettiği bir bilgi de, kitap yayınlandıktan sonraki yıl içerisinde, kitabın tanıtım ve analizini yapan bir kişinin de yazısında bu hususa değindiğiydi. Kitabın başındaki bu tuhaf durum makale yazarının da dikkatini çekmiş olmalı ki, daha yazısının başında bu hususa işaret edip çeşitli sorular sormuş, not düşmüş ve bilahare kitabın analizine geçmiş. (3)

Gelelim o gün için yazılmayan ya da yazılmasına gerek görülmeyen bazı hususlara, hatıralara. Demin kitap takdim yazımda kitabın hazırlanış hikayesinden bahsettiğimi zikretmiştim. (Resim 6-9).

Kitabın hazırlanış sürecine mahşerin dört atlısı misali dört kişi katılmıştık. Biz üç doktor (ben, Dr. Nurettin, Dr. Abdulkerim); organizasyon, ulaşım (Dr. Nurettin), kayıt (ben de netbook’umla katılmıştım, söyleşi kayıtlarının bir nüshası da bendedir), kayıtların yazıya döküm işi ücretinin ödenmesi (ağırlıklı olarak Dr. Nurettin olmak üzere üçümüz), yazıya dökülen metnin okunup tashihi (imla ve yazım yönünden düzeltme) işlerini üstlendik, toplantıların fotoğraf çekimlerini ben yaptım, İstanbul’daki iki toplantıdan birine Dr. Nurettin diğerine de ben ev sahipliği yaptık. Sofra kurulup hazırlanmış, Abdullah bey  (aslında ona hepimiz yaşı ve bu işlerdeki kıdeminden dolayı abi diyorduk, ta ki bu kitap vesilesi ile abi olmadığını anlayıncaya kadar) baş köşeye kurulmuştu. Ona sadece soruları hazırlayıp sormak kalmıştı. Fakat aslında bu durum, biz üç doktorun en başından beri arzu etmediği bir şeydi. Zira bizim de sorularımız vardı ve sormak istiyorduk. Fakat gelin görün ki, söyleşi boyunca ‘yapma abi, etme abi’ dememize rağmen her defasında bir bahane ile soru sormamıza engel çıkardı, biz de onu (ve Süleyman abiyi) kırmamak ve bu hayırlı işe engel olmamak adına sustuk, seyirci kaldık. O sorularıyla kendi kanaatlerini, söylemek (ve de söyletmek) istediklerini söyleme fırsatı bulurken, söyleşi yapılan ismi çok boyutlu değil de sadece siyasi yönde yönetip yönlendirirken, hatta yer yer sorguya çekerken (ki bizim isteğimiz bu yönde değildi, süleyman abiyi okuyucuya kendi dilinden her yönüyle tanıtmaktı), biz ancak söyleşinin son bölümünde kavga dövüş -lafın gelişi- ancak fırsat bulabildik. Küstü bize ve bir köşeye çekilip söylendi, surat astı. Neyse sonunda kitap ham hali ile bitti.

Kitabın daha önce tanıdığım Beyan Yayınları arasında çıkması için gidip konuştum ve yayına hazırlanması için her türlü desteği vereceğimi söyledim. Aslında Beyan dahil yayınevleri anı, hatırat türü kitaplara okuyucuların pek rağbet etmemesi nedeniyle basım yayın için pek sıcak bakmıyorlardı. Kitaplarının çoğunun satılmayıp ellerinde kaldığını belirtiyorlardı. Ben bile bu yüzden geçen yılın son ayında çıkan kitabımı Kitapyurdu internet kitap satış sitesinin başlatıp sürdürdüğü Doğrudan Yayıncılık yöntemi ile yayınlayabildim. (4)

Kitabın ismi, kapağın ve özellikle kullanılacak resmin belirlenmesi, kitap bölümleri ve alt başlıkların belirlenmesi, mükerrer tashih ve son bölümdeki fotoğrafların seçip konulması işi dahil bizzat üstlendim. Zira bu konuda iyi kötü bir tecrübem vardı. Van’a gitmeden önce merhum Ercümend Özkan ağabeyime İktibas Dergisi’ndeki yazılarını uğraşıp didinip kitap haline getirme sözü vermiştim. Sözüme sadık kaldım. Dergide ona ait ‘Selam İle’ ve ‘Okuyuculara / Okuyuculardan Mektuplar’ yazılarını soru – cevap şeklinde “Selam ile 1 ve 2” adıyla iki kitap halinde hazırladım. ‘Yorum’ kısmındaki yazılarını “Dünden Yarına Dünya” ve “Dünden Yarına Türkiye” adlarıyla yine iki kitap halinde hazırladım. Dergideki ‘Kavramlar’ yazıları “İnanmak ve Yaşamak” ismiyle daha önce kitaplaştığı için bu bölümler dışında dergide kalan bütün yazılarını “Ercümend Özkan Yazıları” ismiyle hazırladım. Tek başıma hazırladığım bu beş kitap Anlam Yayınları’ndan çıktı. Ercümend Özkan abimin ismi ve onun ‘altıncı çocuğum’ dediği, aslında ‘yan gideri’ olan İktibas öne çıksın, başka isim gölge olmasın diye, bırakın ismimi müstear ismimin bile kullanılmasını istemedim. Zira o “özel ve güzel” insanın bana kazandırdıkları yanında bu konu, söz konusu bile olamaz, sadece minnet borcumun ödenmesi (ki bana göre ödenemez) ve ahde vefa çabasından ibaret olur o kadar.

Üç doktor bunca uğraşıp didinip kitabı yayına hazır hale getirmek için koşturup dururken, Abdullah bey ne yaptı? Hazırlanmış kitabı okuyup takdim yazısı yazması için benim itiraz etmeme rağmen (ki ben gitmedim) iki doktor arkadaşı alıp Bursa’da ikamet eden bir kişiye gitti. Bu da yetmezmiş gibi, benim ve Dr. Nurettin’in takdim yazısına itiraz etti, bazı kısımların çıkarılmasını istedi. Haklı olarak Dr. Nurettin darıldı ve köşeye çekildi. Kitap onca emek ve uğraş sonrası hem de yayın öncesi ortada kaldı. Ben de Dr. Nurettin’i arayıp kitabın böyle sürüncemede kalamayacağını, onca emek ve masraf edip bitirdiğimizi, Süleyman abiye bir vefa borcumuz olduğunu, onun incinip kırılmaması gerektiğini ifade ettikten sonra ilgili kısımların çıkması konusunda rızasını aldım. Sonra evine gidip Abdullah bey’le görüşüp konuşup onun da onayını aldım. Kitabı yayınlanması için Beyan Yayınları’na gönderdim.

Kapak ve içerik konusunda basım öncesi son onayı almak için bana kitabı gönderdiklerinde şaştım kaldım. Zira kapak kısmında sadece Abdullah beyin ismi vardı, bizler yoktuk. Yayınevine telefonla ulaşıp neden böyle olduğunu sorduğumda Abdullah beyin uğradığını ve böyle olmasını istediğini söyledi. Ben de bunu kabul etmeyeceğimi, kapakta söyleşiyi yapan hiç kimsenin isminin olmamasını, böylece sadece Süleyman Arslantaş isminin öne çıkmasını, iç sayfada yazarla birlikte ilgili kişinin de özgeçmişinin yayınlanabileceğini, bizim özgeçmişimizi ise yazmaya gerek olmadığını, daha iç kısımda ise söyleşiyi gerçekleştirenlerin ismi yazılırken onunkinin ayrı, biz üç doktorun isimlerinin de emek sırasına göre ayrı yazılabileceğini söyledim. Öyle de oldu ve kitap sonunda çıktı.

Çıktı çıkmasına da bu üç doktorla Abdullah beyin yıllarca süren dostluğunun ve yolculuğunun bitimi de oldu. Abdullah bey, beni telefonla arayıp kızdı bağırdı, haksızlık ve adaletsizlikle itham etti, ben de sözlerini ona iade edip telefonu kapattım. O günden beri de konuşmuyor, görüşmüyoruz. Ben ortak arkadaşlar aracılığı ile konuşup görüşme belki de barışma teklifi ilettiysem de o meşhur sözünü sarfedip “ilkelerime aykırı” diyerek geri çevirmişti. Hızını alamayıp son telefon konuşmasından sonra o sıralar yayın kurulu başkanlığını yaptığı İktibas Dergisi sitesindeki bütün yazılarımı kaldırttı. Ve daha ilginci ve üzücü olanı ise, bu durum sonrası o dergide yazan arkadaşlar ve okurlardan hemen hiçbiri “ne oluyor, böyle şey mi olur?” bile demedi, merak edip beni arayıp soran olmadı.

Ben mi ne yaptım, hiç istifimi bozmadım. Kitabın çıktığı Kasım 2012’de düzenlenen İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı’na yayınevi ile konuşup Süleyman Arslantaş ağabeyin imza günü işini konuşup organize ettim ve katılımını sağladım. Havaalanından alıp fuara götürdüm, fuarda eşlik ettim ve sonra da uğurladım.

Aradan on yıla yakın geçmiş. Bu yazı yazılmayabilirdi ama bir kitabın hikayesinde yazılmamış ara boşlukları doldurmak, bir düzeltme yapmak ve emeğe saygı gösterilmesini sağlamanın bir vazife, bir borç olduğuna karar verdim. Gözlerimi açtım, vazifemi yaptım. Kalan borcumu da ödeyip hesap defterini kapattım. Ahiretteki “Büyük Mahkeme” de tekrar açılırsa, hesap vermeye hazırım inşaallah. Elbette Allah’ın af ve mağfiretine her zaman ve her koşulda ihtiyacım vardır, olmazsa olmazdır.

Kaynaklar:

1.     Ercümend Özkan İle İslami Hareket Üzerine, Abdullah Burak Bircan & Mehmed Kürşad Atalar, Anlam Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 2017

2.     Ankara’da Kırk Beş Yıl - Süleyman Arslantaş, Nehir Söyleşi, A. Burak Bircan (Abdullah Pamuk) & Nurettin Yücel & Arif Kaya & Abdulkerim Karakaş, Beyan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2012

3.     “Ankara’da 45 yıl” üzerine birkaç mülahaza, Arif Dülger, Haksöz Dergisi, 14 Haziran 2013, https://www.haksozhaber.net/ankarada-45-yil-uzerine-birkac-mulahaza-38269h.htm

4.     Benim Yolum / Tababet san’atının icrası ile geçen 33 yıl, Prof. Dr. İrfan Yalçınkaya, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık, İstanbul, 2021,  https://www.kitapyurdu.com/kitap/benim-yolum/602498.html

Resim 1

Resim 2

Resim 3

Resim 4

Resim 5

Resim 6

Resim 7

Resim 8

Resim 9











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder