14 Kasım 2013 Perşembe

BEYİN FIRTINASI - 1 - Deli Ismayıl & Kutsal! Meslek & Peynir Gemisi & Soru Bankası

Deli Ismayıl

            Çocukluğumda, köyümüzde Deli Ismayıl (İsmail) dedikleri yaşı hayli geçkin safça bir adam vardı. Her sabah evdekilerin yesin diye içine öteberi koyduğu çıkınını yanına alır, değneği elinde evinden çıkıp gün boyu köyün etrafında dağ bayır, ova çayır demeden dolaşır dururdu. Hiç kimseye zararı olmaz, yolda belde onu görenler takılmadan geçmezdi. Onu bazen çalıştığımız tarlanın yanında, bazen de harman yerinde görürdüm. Bir gün dedemgilin mahallesinde yıllar sonra bile beni düşündüren onunla ilgili bir hadiseye şahit oldum. Aynı mahallede oturan yaşlı karı kocanın oturduğu evin önüne gelip seslenerek onları dışarı çağırmıştı. Sonra da onların bahçesinden aldığı meyveyi helal edip etmediklerini sormuştu. Onlar da “ya Ismayıl Ağa lafı mı olur, helali hoş olsun” diye mukabelede bulunmuşlardı. Çocukluk çağımda olduğumdan mıdır, yoksa o yılların (1970’li yıllar) Türkiye’sinde bu hadise ve benzerleri sıkça rastlanabilen bir şey olduğundan mıdır nedir doğrusu üzerinde pek de durmamıştım. Zira o yılların sıradan bir İç Anadolu bozkır köyünde bile, insanlar bolluk içinde yüzmese de, kendi yağlarıyla kavrulup kıt kanaat gitseler de “göz hakkı, komşu hakkı” diye yetiştirdikleri ürünlerden Allah’ın diğer kullarını da görüp gözetir, nasiplendirirlerdi. Hatta köye yolu düşen kişileri bile “tanrı misafiri” olarak kabul edip beş kuruş almadan sırf Allah rızası için köyün misafir odasında günlerce barındırırlar, her gün sırayla bir ev yemek çıkararak yedirir içirirlerdi. Helale-harama riayet etmek, Allah’ın kullarından helallik dilemek, O’nun verdiklerini sırf O’nun rızası için yine O’nun kullarına vermek, Allah’ın hakkını (rızasını) ve kullarının hakkını, hukukunu gözetmek o öcü gibi gösterilen, ürkütülüp korkutulan İslam şeriatinin cümlesinden olduğuna göre Deli Ismayıl’ın davranışı da deli değil, olsa olsa veli (Allah’ı dost bilen, O’na dost olmaya ve öyle kalmaya çalışan) birinden sadır olabilecek bir davranış olmalı herhalde. 2000’li yılların başındaki Türkiye’de ise bu tür hadiselere bırakın deliler arasında, akıllılar arasında bile nadirattan tesadüf edilir oldu. Ne dersiniz?

Kutsal(!) Meslek
           
Çocukluğumuzdan beri çevremizdeki büyüklerden sık sık şu soruyu işitmişizdir. “Büyüyünce ne olacaksın?”. Hoş, bir çoğumuz daha büyümeye, okulu bitirmeye bile fırsat bulamadan çalışma hayatına atılıp ayakkabı boyacısı, simitçi, çırak filan olup hayatın dikenli yollarını arşınlamaya başlamışızdır bile. Ailesinin hali vakti iyi olup yalnızca öğrencilik yapanlar ise bildikleri, etraflarında gördükleri bir elin parmakları kadar olan mesleklerden birinin ismini söyleyiverirler. Doktor, öğretmen, subay, pilot, mühendis filan olmak isteyen çok iken, temizlik işçisi (çöpçü), fırında işçi, mağazada tezgahtar, servis şoförü, posta memuru gibi mesleklere ilgi yok gibidir ve nedense hiç bir çocuk ve büyükleri bu tür meslekleri de yakıştırmaz kendilerine. Halbuki işin (hayatın) gerçeği de böyle değildir. Bir toplumda türlü türlü mesleklere ihtiyaç vardır ve her insanın ilgisi, bilgisi, yeteneği, şartları, imkanları farklı farklıdır. Hangi mesleğe mensup olduğunuz değil, aslolan ekmeğinizi (geçiminizi) helal yoldan kazanmak, yaptığınız işi güzel yapmak ve hakkını vermektir. Böyle yapan herkesin mesleği makbul ve meşru(İslam şeriatine uygun)dur. Bu anlamda her meslek (yalnız hekimlik mesleği değil) eğer kutsal kelimesi kullanılacaksa kutsaldır. Üstelik kutsal diye nitelenen bir mesleği bile icra ederken nice kutsalları çiğneyip, türlü çirkinlikler sergileyebilirsiniz. Geçimini haram yollardan kazanmayı meslek edinenlere, helal işine haram katanlara adı sanı ne olursa olsun hürmet edilmez, hoş görülmez. Kişi rızkını İslam şeriatinin helal saydığı yolla temin etsin de hangi işi yaparsa yapsın ne fark eder. İster çoban, ister tüccar; ister amir ister memur; ister işçi, isterse işveren olsun fark etmez. Kendimize, çocuklarımıza, gençlerimize, insanımıza İslamın kazanımı olan bu değerleri, ilkeleri, düsturları öğütleyelim, öğretelim. Kısa ve kolay yoldan, nasıl ve hangi yol ve yöntemle olursa olsun bolca para kazanmayı hedefleyen bir anlayışa, bir ahlaka prim veremeyiz. Elinin, beyninin emeği, ürünü ile, alın teri ile şu dünya hayatında rızkını kazanmaya çalışan, geçim gailesinin kendisini namazdan ve Allah’ı anmaktan alıkoymadığı, helal işine haram katmayan, muhtaçları da görüp gözeten kullara selam olsun. Bu konuda son sözü “sözü üstüne söz söylenemeyecek olan” söylesin dilerseniz. “Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyor? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Onlardan bir bölümünü, birbirlerine iş gördürebilsinler diye diğerlerinin üzerinde derecelerle yükselttik. Rabbinin rahmeti onların topladıklarından daha hayırlıdır.” (Kur’an; 43/32)

Peynir Gemisi

Zaman zaman toplumun farklı kesimlerinden, bilhassa çalkantılı, sıkıntılı dönemlerde şu uyarıyı işitiriz. “Hepimiz aynı gemideyiz. Gemi batarsa hepimiz boğuluruz”. Bu sözü her duyuşumda aklıma binbir soru sökün eder. Bu gemi niye batıyor veya niçin mütemadiyen batmak tehlikesiyle karşı karşıya? Kimler batırmaya çalışıyor? Nuh-u nebi’nin gemisiyle bir benzerliği var mı? Geminin rotası doğru mu? Kaptanı ehliyet ve liyakata sahip mi? Gemidekiler yolculuktan memnun mu? Ve ilaahir. Resmi görüşe kulak verirseniz gemiyi iç ve dış mihraklar batırmanın hesabını yapıyorlar. Gemideki bu iç mihrakların onların tanımlamasıyla irticai ve bölücü kesimler olduğunu her vesileyle duyar, okuruz. Dış mihraklar ise bu kadar açık ve seçik zikredilmez. Hatta geminin rotası o yöne (dış mihraklara) doğru iken bile “hem ağlarım(şikayet ederim), hem giderim” derler. Bu geminin, kalıntılarının bu ülkede olduğu söylenen, kalkışı ve duruşu Rabbimizin emriyle olan ve O’na ortak koşmayanların bindiği gemiyle ise bir ilgisi yok. Geminin içinde olup kaptan köşkünü, geminin sevk ve idaresini elinde tutanlar ise aynı Nuh(a.s)’un oğlunun yaptığı gibi dev dalgalar gemiyi kuşattığında (zor zamanlarda), “şu dağa (AB ve/veya ABD’ye) sığınırım, o beni (bizi, rejimimizi) korur” zannıyla hareket ediyorlar sanki. Ezcümle şu gemi örneği yanlış bir örnek. Kaldı ki öyle bile olsa lafla, laf-ı güzafla da yürümüyor bu gemi ne yazık ki.

Soru Bankası

 Geleneğin “din”leşmesi mi, “din”in gelenekleşmesi mi?
“Din”in bilimselleşmesi mi, bilimin “din”leşmesi mi?
Medyanın gücü mü, “güç”ün medyası mı?
Haklı mı güçlüdür, güçlü mü haklıdır?
Devletin ordusu mu, ordunun devleti mi?
Derin devlet mi, görünür devletin görün-e-meyen derin yüzü mü?
Demokrasi bir oyunsa, zor (darbe, muhtıra, süreç) oyunu bozar mı?
AB mi, ABD mi, kırk katır mı, kırk satır mı?
Demokrasi dahil hangi rejim farklı ideolojilerin örgütlenip iktidara gelmelerine izin vermiştir?
Bir işletmenin sahibi olmakla o işletmenin işleticisi (müdürü, yöneticisi) olmak farklı şeyler olduğuna göre aynı şey rejimler için de geçerli değil midir?
Hareme, haremin sahibi ya da harem ağası olmak (hadım edilmiş olmak-sisteme entegre olmak, sistemin üzerine oturduğu temel ilkeleri benimsemiş olmak) dışında girmek demokrasi dahil hangi sistemde, rejimde, devlette mümkündür? 
Seçimle hangi ülkede rejim değişmiştir, ya da şayet seçimler rejimi değiştirecekse o ülkede seçim yapılmasına izin verilir mi?
Egemenlik (hakimiyet, sulta, güç) Allah’tan alındıktan, yalnızca O’na ait kılınmadıktan sonra herhangi bir kişi, zümre veya topluluğa (halka) verilmesinin bir farkı, önemi var mıdır?
İslami demokrasi ya da demokratik İslam, “Bundan başka bir Kur’an getir, yahut onu değiştir” (Kur’an; 10/15) teklifinden başka bir şey midir?
Laikliği benimsedikten, inancı hayatın tüm alanlarını kuşatacak, kapsayacak şekilde algılamadıktan, yaşamadıktan sonra, İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik ya da başka bir inanca mensup olup olmamanın bir farkı, bir önemi var mıdır?
Allah’ı alemlerin rabbi kabul ettikten sonra gündelik yaşam, kamusal alan ve devlet başka alem kabul edildiği için mi farklı ölçüler, farklı hükümler söz konusu olabilmektedir?
İnandığı gibi yaşa-ya-mayan, yaşadığı gibi mi inanır?
Bu ülkede milli güvenliği dolaylı ya da dolaysız ilgilendirmeyen bir mesele var mıdır?
Tavsiye ve emir (komut) arasında fark var mıdır?
Devlet kendisine karşı yapılanları affetmez, cezalandırırken, ferde yapılanları defalarca affedebilir mi?
Bu ülkede eğitim ve savunma bakanlıkları niçin milli de, diğerleri milli değil ya da bu ikisi niye milli?
Allah’tan korkmayan ve kulundan da utanmayan bir insan tipi ile hangi sorunların üstesinden gelinebilir?
“Akıl, olmazların zoru içinde

Üst üste, sorular soru içinde.” (Çile, NF Kısakürek)   

2 yorum:

  1. Selamun aleyküm

    Deli Ismayıl ve Peynir gemisi çok güzel anlatılmış eyvallah hocam

    YanıtlaSil