Buyrun size bir demet fıkra,
hem de iftariyelik türünden.
“Bektaşi’ye sormuşlar: “-Gelişmemiş ülkelerde devlet yönetimi neye benzer” diye. Baba erenler: “-Hintyağına” demiş. “-Neden?”. “-Kim tadına baksa, ya hemen altına etmeye başlıyor ya da ülkenin içine...”
“Padişah
İncili Çavuş’u çağırıp bir at vermiş. ‘-Bu atı al, iyi bak. Sana her ay bir
kese altın. Ama ata iyi bakmazsan, öldü dersen kellen gider’ demiş. İncili
Çavuş atı alıp mahalleye gelince komşuları, ‘-Yahu niye aldın bu atı, yarın
nasıl olsa ölecek, kellen gidecek’ demişler. Birkaç ay işler iyi gitmiş. Bir
gün at yatmış, kalkmamış. İncili Çavuş varmış padişahın huzuruna. Padişah, ‘-At
nasıl İncili?’ diye sormuş. ‘-At çok iyi padişahım. Boylu boyunca yerde
yatıyor. Ayaklarını hiç oynatmıyor. Kafası kalkmıyor. Kuyruk da sallamıyor.
Gözleri de kapandı. Karnı da yukarı çıkıp inmiyor’ deyince padişah ‘-Öyleyse bu
at öldü’ diye bağırmış. İncili, ‘-Ben demedim, sen dedin padişahım’ karşılığını
vermiş.”
“Osmanlı
döneminde yolsuzlukları ile ünlü Karakuşi adında bir kadı varmış.
Bir gün Karakuşi Kadı, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş. Vitrinde güveç içinde nar gibi
kızarmış sahibini bekleyen nefis bir
ördek var... Karakuşi Kadı, fırıncıya: -
'Ben bunu aldım' demiş. Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş. Az sonra ördeğin asıl
sahibi gelmiş: - 'Hani bizim ördek?'
Fırıncı boynunu büküp: - 'Uçtu' deyince iş kavgaya dönüşmüş.
Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir
gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış... Gayrimüslim de peşinde kovalamış..
Bir duvardan atlarken, bilmeden duvarın öteki
tarafındaki hamile bir kadının üstüne düşmüş.
Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının
kocası da fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle
kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi
bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış... Sonunda duruma
müdahale eden zaptiyeler hepsini
yakalayarak Karakuşi Kadı'nın karşısına çıkarmışlar. Kadı sırayla sormuş... Ördeğin
sahibi, - 'Bu adam ördeğimi hiç etti'
diye şikayet etmiş. Karakuşi Kadı,
fırıncıya sormuş: - 'Ne yaptın bu adamın
ördeğini?' Fırıncı - 'Uçtu' demiş. Kadı,
kara kaplı defterini açmış: - 'Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar 'Uçar'
anlamına gelir. O halde ördeğin uçması
suç değil' diyerek, fırıncının ördek işinden beraatına karar vermiş. Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş.
Onun şikayetine de kara kaplı defterden bir
madde bulmuş: - 'Her kim, gayrimüslimin
iki gözünü çıkara, o müslimin de tek gözü çıkarıla...
Davacı: - 'Benim tek gözüm çıktı. Şimdi
ne olacak?' diye sorunca Karakuşi Kadı, -
'Şimdi' demiş, 'Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız. Tabii gayrimüslim şikayetinden
hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da
beraat etmiş. Çocuğunu düşüren kadının
kocasına da Karakuşi Kadı: - 'Tamam' demiş, 'Karını vereceksin, bu adam yerine
yeni çocuk koyacak.' Böyle olunca
adam da şikayetini anında geri almış, fırıncı bu davadan da kurtulmuş. Kadı dönmüş Yahudi'ye: - 'Senin şikayetin nedir bre?'… Yahudi bir süre
düşündükten sonra ellerini açmış, - 'Ne diyeyim kadı efendi' demiş, 'Adaletinle bin yaşa
sen, e mi’. Kıssadan hisse: - Ananı
"öpen" kadı ise, kimi kime şikayet edeceksin?..”
“Vaktiyle
bir padişahın çok değer verdiği, zaman zaman gidip hal hatır sorduğu, devlet
işleri ile ilgili danışmalarda bulunduğu bir hocası varmış. Fakat padişahın bir
özelliği de birlikte çalıştığı ve devlet hizmetine aldığı kişileri bir süre
sonra çeşitli bahanelerle görevden azletmesi imiş. Günlerden bir gün, padişah
yine hem ziyaretinde bulunmak hem de ilminden, basiret ve ferasetinden istifade
etmek için hocasının yanına uğramış. Hoş beşten sonra bir ara hocasına demiş
ki; “Hocam, sizin görüşleriniz benim için değerli. Sizi böyle ara sıra değil de
hep yanımıza, devlet hizmetine alsak da her an yanımızda olup bize yol
gösterseniz”. Bunun üzerine alim zat demiş ki; “Bu teklifinizden ziyadesiyle
memnun oldum. Fakat kabul edemem. Şu önünüzdeki meyve tabağındakiler renk,
koku, tat yönünden sizi cezp ediyor.
Fakat siz onu içinize aldığınızda uzun bir yol katedip def-i hacet ile
çıkardığınızda bir daha onu görmek bile istemiyorsunuz değil mi? Dilerseniz, biz
yine böyle kalalım, olmaz mı?” demiş.”
“Eski
Sadrazam, yeni Sadrazama görev devrederken kapalı üç zarf bırakmış. “Başın
sıkışırsa birinci zarfı… Biraz daha sıkışırsan ikinci zarfı… Çok sıkışırsan da
üçüncü zarfı açarsın” demiş. Yeni Sadrazam bir süre uğraşmış, didinmiş, işleri
düzene koyamamış! Her şey daha kötüye gidince aklına eski Sadrazamın kendisine
bıraktığı zarflar gelmiş. Birincisini açmış. Mektupta; “Senden öncekileri
kötüle” diye yazılı. Başlamış kötülemeye… Gidene demediğini bırakmamış, ama
faydası da olmamış. Bu kez ikinci zarfı açmış; “Etrafını kötüle” O da bunu
yapmış, çevresi için demediğini bırakmamış, ama işler yine berbat. Bu sefer son
çare olarak üçüncü zarfı açmış. Zarftan çıkan pusulada şunlar yazılı imiş: “Sen
de üç zarf hazırla”
“Yaz
sıcağında baba ve oğul karınca çalışıyor, ağustos böceği de karşılarında
yatıyormuş. Oğul karınca ‘-Baba biz çalışıyoruz, o niye yatıyor’ demiş. Baba
karınca da ‘-Oğlum kış gelince o kapımıza gelip bizden yiyecek dilenecek’
demiş. Kış gelmiş, kapı çalınmış bir gün. Baba karınca kapıyı açmış, bir de ne
görsün! Ağustos böceği altında son model lüks bir kırmızı araba, içinde
kızlarla gelmiş. Ve demiş ki, ‘-Ben tatile İsviçre Alpleri’ne gidiyorum, bir
isteğiniz var mı?’ demiş. Baba karınca, ‘-Yok’ demiş ve sinirlenip kapıyı
kapatmış. Yine yaz gelmiş. Yine baba ve oğul karınca yaz sıcağında kan ter
içinde çalışırken, ağustos böceği karşılarında yatıp saz çalıp türkü
söylüyormuş. Oğul karınca yine demiş ki, ‘-Niye biz çalışıyoruz da o yatıyor’.
Baba karınca ise yine ‘-Oğlum kış gelince o kapımıza gelip bizden yiyecek
dilenecek’ demiş. Yine kış gelmiş, yine günlerden bir gün kapı çalınmış. Baba
karınca kapıyı açmış. Ağustos böceği yine başka bir son model siyah bir araba
içinde, bir sürü kız dolu olduğu halde durmuyor mu imiş. ‘-Ben tatil için Fransa’nın
güney sahillerine gidiyorum. Bir isteğiniz, bir söyleyeceğiniz var mı’ diye
sormuş. Baba karınca ‘-Var’ demiş. “-O La Fonten ’in anasına benden selam söyle!”.
“Genç adam,
göz alabildiğine uzanan sahillere vurmuş deniz yıldızlarını tekrar okyanusa atmak
için kan ter içinde uğraşıp duruyordu. Onun bu telaşını gören yaşlı bir adam,
bir süre onu izledikten sonra yanına yaklaşarak, ne yaptığını sormuş. Genç
adam: ‘-Dün gece fırtına vardı. Dalgalar deniz yıldızlarını karaya savurmuş.
Onları ölmeden tekrar okyanusa atıyorum.’ Yaşlı adam gülümseyerek: ‘-Ama evlat.
Sahil kilometrelerce uzun, deniz yıldızları ise sayısız denecek kadar fazla.
Sonunda ne farkedecek ki?’ Genç adam, ayaklarının dibinden alıp okyanusun serin
sularına fırlattığı bir deniz yıldızını işaret ederek demiş ki: ‘-Bunun için
çok şey farkedecek”.
Yine de son
bir söz;