Şehit Türleri!
Şehit şehittir, türleri mi olur
demeyin. Olmaz ama insanoğlu bu olduruyor, kendini avutsa, kandırsa bile.
Şehit kavramını lügat anlamı ile ele
alacak olursanız her inancın (dünya görüşünün, dinin) o din, o ideoloji için
canını ortaya koyan şehitleri (fedai, serdengeçti) vardır, tarih boyunca da
olmuştur. Hatta insan yalnız inandığı dava, inanç, dünya görüşü için değil
kahramanlık, toprak, devlet, vatan, millet, kabile, aile, kadın, mal mülk gibi
şeyler için de hayatını ortaya koyabilir. Bizim burada bahsettiğimiz inanç
(dünya görüşü) ve o inançla bağlantılı değerler için ölümü göze alma, canından
vazgeçmedir. Ölmez de yaralı ya da hiç yara almadan sağ kalınırsa gazi’likten
bahsedilir ki o da şehit kavramıyla ilişkilidir, ‘iki güzellik’ten biridir.
Kavram olarak şehitlik ise İslam’ın
öz be öz malıdır. İnsanı ve tüm evreni Yaratan’ın verdiği bir payedir,
rütbedir, onurlandırmadır. Ve yeryüzündeki ilk mü’minden beri de vardır.
Şehitlik payesini almanın Kur’an’a baktığımızda iki şartı vardır. İlki mü’min
olmak yani Allah’a teslim olmak, hiçbir şeyi ve kimseyi O’na ortak koşmamak,
O’nun rızasını, hoşnutluğunu kazanmayı hayatının hedefi yapmak, O’nun
öğütlerini baş üstü tutmaktır. İkincisi de Allah yolunda ölmek, öldürülmek yani
O’nun yüce adını yüceltmek (ilay-ı kelimetullah), dinini korumak ve yaymak,
insanları kula kulluktan kurtarmak, insanlarla Allah’ın dini İslam arasındaki
engelleri ortadan kaldırmak, yeryüzündeki zulmü, fitneyi, fesadı (bozgunculuğu)
ortadan kaldırmak, hakkı batıla, İslam’ı diğer dinlere (dünya görüşlerine)
galebe çalmak için malın, mesainin, tüm imkanların ortaya konulduğu gibi canın
da ortaya konulmasıdır. İşte o zaman şehit olarak vasıflanıp türlü nimetlerle
rızıklanılmakta, ebedi saadete nail olunmaktadır. Allah’ın son elçisi’nin Bedir
harbi öncesinde “genişliği yer ve gök kadar olan cennete koşun” demesi bu ilahi
vaad nedeniyledir. Elbette bir mü’minin O’nun verdiği canı O’nun yoluna adayıp,
sevdiklerini ve sevdiği her şeyi bırakıp ölümü göze alması gerçekten az bir şey
değil, çok büyük bir şeydir. Ve tabii ki karşılığı da dünya hayatı ve onunla
ilintili her şeyden daha hayırlı ve daha süreklidir.
Hal böyleyken ve şehadet (ve tabii
ki gazilik) ile ilgili her şey Kur’an’da açık seçik anlatılmışken, ne yazık ki
öncelikle müslümanım diyenler “şehit” kavramını sulandırdılar,
sıradanlaştırdılar. Cennetin sahibi adeta kendileri imiş gibi bu rütbeyi “Allah
yolunda ölme, öldürülme” dışında birçok kişiye dağıtmaya başladılar. Tabii ki
bunu da Allah rasulüne söyleterek yaptılar. Suda boğulan, boğularak ölen,
ateşte yanan, bina, yıkıntı altında ölen, taun(veba)dan ölen, karnı sebebiyle
ölen, sıtmadan ölen, akrep sokmasından ölen, karnında çocuğu olduğu halde ya da
doğururken ölen, gurbet ilinde, ilim yolunda, cuma günü ya da gecesinde ölen (ve
ilaȃhir) türlü türlü
müslüman şehit kabul edildi. Hatta daha da ileri gidilerek “deniz tutması
sebebiyle (gemide) kusan kimseye şehid sevabı, boğularak ölene de iki şehid
sevabı” bahşedilmiştir(!). İlginçtir hadislerin toplandığı kitapta şecaat
arzedercesine “böylece, Resulullah (asv), İslam’ın şehadet anlayışını “Allah
yolunda öldürülme”nin dışına çıkarmış olmaktadır” denilerek üstüne üstlük bir
de Allah rasulüne iftira edilip, Kur’an’a aykırı hareket eden bir peygamber
portresi resmedilmiştir. İslam’la ilintili değerler için “(mal, can, inanç,
aile-ırz) müdafaa sırasında ölen şehittir” denilirken bile bu müdafaanın
“sultan”a karşı yapılmaması gerektiği, onun istisna olduğu, zulüm sultandan
geldiği takdirde ona sabredilmesi, isyan edilmemesi hususunda Resulullah(asv)ın
çok sayıda tavsiyelerini nazar-i dikkate alan alimlerin, sultana karşı gelmeye
fetva vermedikleri, hatta bu hususta icmadan bahsedildiği belirtilmiştir.
[Dördüncü fasıl, Şehidler hakkında, Kütüb-i Sitte muhtasarı tercüme ve şerhi,
Prof. Dr. İbrahim Canan, 5. cilt, Akçağ yayınevi, 1988, Ankara, 256-266]
Bu nasıl bir alimliktir ki anlayan
varsa beri gelsin. Böyle alimleri olan bir ümmetin zalimi bol olmaz mı? Böyle
alimleri olan bir ümmet iflah olur mu, iki yakası bir araya gelir mi? Gelene
geçene şehitlik payesi dağıtıp üstüne üstlük bir de her şehide 70.000 kişiye
şefaat hakkı tanıyınca değme ümmetin keyfine(!). İslama ait nice kavram gibi
şehadet kavramı da istismar edildi, içi boşaltılıp başka şeylerle dolduruldu.
Ölen, öldürülen kişinin kimliğine, taşıdığı dünya görüşüne, hayatta iken nasıl
bir hayat sürdüğüne, ne uğrunda canını ortaya koyduğuna, Allah yolunda olup
olmadığına bakılmadı bile. Bu kavramın cazibesi o kadar güçlü ki ve de bu
kavram ölümü o kadar anlamlı ve değerli kılıyor ki; İslam’a, İslami birçok
kavrama (tevhid, ümmet, şeriat vb.) soğuk bakan, hatta rahatsız olanlar bile bu
kavramı kullanmaktan kendilerini alamadı, alamıyor da. Bu kavram nedeniyle
gencecik insanlar hayatlarının baharında ölüme bir gül bahçesine girercesine
koşuyor, geride bıraktığı sevenleri bu kavramla teskin olup acılarını
yüreklerine gömüp bağırlarına taş basıyorlar.
Şehadet kavramı, geçmişte asıl
yerinden kopartılıp sulandırıldığı gibi, günümüzde de gerek kelime gerekse
kavram anlamı ile başka dünya görüşlerine, başka hususlara ait kelimelerle
birlikte anılmaya da başlandı. İslam şehidi diye bir terim yokken, günümüzde
görev şehidi, eğitim şehidi, devrim şehidi, inkılap şehidi, ülkü şehidi, müzik
şehidi, cumhuriyet şehidi, demokrasi şehidi gibi türlü türlü şehit türlerinden
bahsedilir oldu. Üstelik şehit kavramı yer yer İslam ümmeti (milleti) boyutunda
değil de kavmi, yerel, ulusal, coğrafi boyutta tanımlanmaya başlandı. Hatta 28 Şubat darbe sürecinde, Çanakkale şehitlerinin Bedir
harbinde şehit düşenlerle kıyaslanması bile, Bedir’dekilerin arap ve çöl
bedevisi olduklarından bahisle bir paşa’da
rahatsızlık bile yarattı. Bu mentaliteye göre sanırsınız ki, şehadet Türk
olanlara (özellikle mehmetçiğe) mahsus bir payedir. Yazılı ve görsel medyanın
büyük kısmında, İslam coğrafyasının başka yerlerinde “Allah yolunda öldürülenler”e
şehit dememek için büyük bir itina gösterildi, onlar ölü diye nitelendi, bu hal
hȃlȃ da devam da ediyor. Elbetteki bugün
müslümanların yaşadığı fiili işgal altında bulunan coğrafyalarda iştişhadi
(şehadet) eylemi diye adlandırılan her eylem gerçekten öyle midir, değil midir
tartışılmalı, titizlikle ele alınmalıdır. Günümüzde ne yazık ki savaşlar
eskiden olduğu gibi iki ordunun karşılıklı bir meydanda harbetmesi şeklinde
olmuyor. Kaldı ki haklı bir savaşta müslümanların teşkil ettiği bir orduda
olunsa bile, zahirde öyle görünse de eğer kişinin niyeti ganimet, kahramanlık,
şan ve şeref ise, şehit olarak nitelense bile yine de rıza-i ilahi’ye eremeyip
ahirette iki eli iki yanına düşebilir. Gönüllü, istekli ve bilinçli olmanın
olmazsa olmaz olduğu şehitlikte; zorunluluktan ve başka seçim hakkı
olmadığından dolayı mesleği asker, polis gibi iç ve dış güvenliği sağlamakla
görevli güvenlik güçlerinin durumları da tartışılmaya ve dikkate değer başka
bir husustur. Yeryüzünde İslam’ın tebliğinin önündeki engellerin kaldırılması,
yeryüzünü ifsad edip bozgunculuk çıkaranlara dur denilmesi, zulmün, kula kulluk
edilmenin önüne geçilmesi, yeryüzünde zayıf, çaresiz düşürülmüş (mustazaf),
sömürülmüş, her türlü eziyete, haksızlığa uğratılmış çocuk, yaşlı, kadın,
erkekler için mücadele etmek asıl amaç haline getirilmediği gibi her devlet,
özellikle ulusal devletler kendi varlıklarını ne yapıp yapıp korumanın telaşına
düşmüşler ve başka yerlerde olup bitene de nasılsa bize dokunmuyor diye
umursamaz bir haldeler. Gelişmeleri, sadece kendi hudutlarıyla ve yakın
komşularının kendisiyle olan münasebetleri bağlamında ilgiye değer buluyorlar.
Vatan sevgisi öncelenip Allah sevgisinin önüne geçirilmiş olup vatan toprağı
kutsal addedilip onun uğrunda ölmekle sınırlı tutuldu şehitlik kavramı
neredeyse.
Aleme nizam (dünyaya düzen) vermek isteyen
sulta sahibi zalim güçler, kendilerine direnen, uzlaşmayan, onların
politikalarına, emellerine hizmet etmeyenlere hiç müsamaha göstermedikleri
gibi; ölümü de hayat kadar olağan gören, Allah’ın rızasını kazanmak için gerektiğinde
canını dahi seve seve, gözünü kırpmadan Allah yolunda veren, O’na verdiği
sözden dönmeyen muvahhid, mücahid müslümanlardan elbette hoşnut değildir.
Tahrif edilmemiş Tevrat ve İncil’de olduğu gibi Kur’an’da da Allah’ın kendi
yolunda canını veren mü’minlere bahşettiği şehitlik (ve de gazilik) kavramının
sulandırılmasına, içinin boşaltılıp istismar edilmesine, başka kelimelerle yan
yana getirilmesine, saptırılmasına seyirci kalmayıp Kur’an’a ait diğer
kavramlar gibi sahip çıkmak, olmazsa olmaz bir gerekliliktir.
Hasıl-ı kelam (sözün özü) şehidin
türü filan olmaz. Şehit şehittir. O, hayatta iken olduğu gibi ölürken de
Allah’ın yerde de, gökte de tek ilah olduğuna, O’ndan başka ilahlık taslayanların
sahte olduğuna, yegȃne
Gȃlib ve Muktedir
olanın O olduğuna canıyla kanıyla şahitlik etmektedir. Yaşarken İslam için
şahitlik etmeyen; sahih iman ve salih amel sahibi bir mü’min olarak İslam’ın
güzel bir örneği olmayanlar; imanlarına şirk bulaştırmayıp Allah rızasını
yaşamlarının biricik hedefi, amacı yapmayanlar; ölümleriyle de İslam’a şahitlik
edemezler, İslam’ın şehidi olmazlar. Hayatınız neye şahitlik yapıyorsa,
şehitliğiniz de o yolda olacaktır. Canını, kanını O’na sunanlar elbette Rableri
katında ölü değil diridirler. Onlar O’nun yolunda ölümü göze alıp gerçek hayatı
(diriliği) seçmişlerdir. Hayatıyla da, ölümüyle de Allah’ın varlığı, birliği,
kudretine şahitlik (şehadet, tanıklık) edenlere; eş-Şehid’in (ki Allah’ın isim
sıfatlarından biridir) yoluna gurban olanlara selam olsun. Ne mutlu şüheda’ya(şehitler’e).
Allah sehitlerimizin sehadetlerini kabul eylesin, hakikaten subat bir sehadet ayi. Ancak Seyh Samil bildigim kadariyla sehit olmadi, yaniliyor da olabilirim ama hicazda vefat etti diye biliyorum, Allah hepsine rahmet eylesin, cennette hepsiyle tanismayi nasip eylesin insallah!
YanıtlaSilher ne kadar resim bana ait olmasa da bir bilgi yanlışını farkedip düzeltmişsiniz, bizi uyarmışsınız, Allah razı olsun, gerçekten şeyh şamil (r.a) eceliyle hicazda öldü, öldürülmedi, ama nice cihadlara önderlik, imamlık etti, gazi oldu, şehid olmadı ama yaşamıyla şahitlik etti
Sil