Alıntı
Bir
“…Son sözleri üzerine Nusret hocanın hafifçe
gülümsediğini farkeden Kadriye hanım,
sözlerini keserek "Neden gülümsediniz?" diye sordu.
- Günümüz medyasının İslam'a karşı tavrı belli iken, böyle bir medyanın bazı
insanları ön plana çıkarmasını nasıl olur da artı değer olarak görürsünüz!.
- Pek anlıyamadım!.
- Bakın hanımefendi. Yaşar Nuri'nin Kur'an'ı esas alarak söylediği bazı gerçekleri, çok daha geniş bir şekilde altmışlı, yetmişli yıllarda gündeme getiren müslümanlar vardı.
Ki bunlardan birisi de kendisini sevgiyle andığım ve rahatsızlığından dolayı Rabbimden acil şifalar dilediğim M. Said Çekmegil'dir. ( Bir not: Çekmegil,
24.07.2004 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuştu. A.K) Fakat her nedense günümüz
medyası bu değerli insanları hiç görmez,
ya da görmek istemez!. Bunları görmediği ve topluma göstermediği gibi, günümüz kuşağının Kur'an ve sünnet’e vakıf olan çok değerli ilim adamlarını da görmemezlikten gelir!.
Nusret hoca biraz duraksadıktan sonra devam
etti.,
- Şimdi düşünmeniz gerekmez mi!. Bütün bunları
görmemezlikten gelen medya, Yaşar Nuri'yi veya benzer frekanstaki
bazı insanları neden ön plana çıkarıyor ve kameralar önünde konuşmalarına neden izin veriyor?
- Kur'an'ı önceledikleri ve dini meseleleri
Kur'an'a göre açıkladıkları için.
- Bu kimselerin bazı meselelerde Kur'an'ı
öncelemelerini ve insanların dikkatini Kur'an'a yöneltmelerini elbetteki
takdirle karşılıyorum. Fakat medya
tarafından mikrofonun kendilerine uzatılmasının nedenini, Kur'an'ı esas alarak
konuştuklarında değil konuşmadıklarında aramamız gerekir. Daha genel bir
ifadeyle günümüz medyasının konuşturduğu insanlar, İslam'ın temel meselelerinde susan veya bu temel
meselelerdeki İlahi gerçekleri çarpıtan
insanlardır. Böylesi insanlar ani bir hidayet ile söylemeleri gereken İlahi gerçekleri söylemeye başlasalar, hiç kuşkum yok ki aynı medyanın ani bir müdahalesi ile
suskunluğa itilecek insanlardır!.
- Bu sizin zannınız!.
- Zan değil hanımefendi, bunlar bizim gördüğümüz, bizim yaşadığımız hadiselerdir. Mesela yıllar önce Kanal 6'da
Ahmet Altan ile Neşe Düzel ismindeki bir
hanımın yaptığı canlı açık oturum
programı vardı. İslamcı partilerin tartışılacağı bu programa, herhalde yanlışlıkla olsa gerek rahmetli Ercüment Özkan davet
edilmişti. Programa katılan bütün
parti yandaşlarını tek başına karşısına alan ve Kur'ani gerçeklerle hiç
zorlanmadan hepsini susturan Ercüment Özkan, ne gariptir ki o programdan sonra
bir daha ekranlara hiç davet edilmedi!. Oysa reyting rekorları kıran o programda
bir tabu haline getirilen Kemalizmi değil, medyanın da karşı olduğu İslamcı partileri eleştirmiş ve onların yanılgılarını, onların
tutarsızlıklarını ortaya koymuştu!.
Serhat düşünceli bir yüz ifadesiyle "İslamcı partilere karşı olan medya, bu adamı neden kullanmak
istemedi?" diye sordu.
- Bu adamı kullanamazdı Serhat!. Çünkü rahmetli
Ercüment Özkan batılı eleştirip-batıla karşı çıkarken, medyanın "Sus" işaretlerini dikkate alarak hakkın ne olduğu konusunda susmuyor, hakka da açıklık
getiriyordu. Tabi ki hak ve hakikate kapalı olan günümüz medyası için affedilmez
bir suçtur bu!..”
Alıntı
İki
“…Nusret hocayla Serhat
"Vealeykümselam" diyerek bu selamı aldılar. Murat bey ise yarım kalmış bir işi hemen bitirebilme heyecanıyla konuşmasına devam ediyordu.,
- Allah müslümanların ayrılığa düşmemelerini, bir araya gelmelerini emrediyor.
Türkiye'de dini otorite diyanet olduğuna göre bütün müslümanların bu çatıda birleşmesi gerekir. Ayrılık çıkarmanın, müslümanları
yüzlerce gruba bölmenin anlamı ne? Bir de Allah'tan korktuğunuzu söylüyorsunuz!. Allah'tan korksanız
müslümanlar arasında hiç fitne ve fesat çıkarır mısınız?
Yüzüne ve gözlerine yansıyan sıkıntıyla derin
bir nefes alan Nusret hoca, yine de sustu ve hiçbir cevap vermedi Murat beye.
Bu suskunluğu bir acizlik olarak
algılayan Murat bey ise yüklenmeye devam etti.,
- Niye susuyorsun, cevap versene!. Allah,
müslümanların ayrılığa düşmemelerini emretmiyor mu?
Kaşlarını kaldırarak başını öne doğru sallıyan Nusret hoca "Emrediyor,
elbetteki emrediyor" dedikten sonra ilave etti.,
- Fakat hakta birleşmelerini emrediyor. Hakkı gizleyen kişi ve kurumların çatısı altında değil, hakkı apaçık bir şekilde ortaya koyan Kur'an'ın etrafında birleşmelerini emrediyor.
- Yahu "Kur'an, Kur'an" diyerek
çıldırtma beni!. Bu diyanet yetkilileri İncil mi okuyorlar? Müslümanları camilerde İncil'e mi davet ediyorlar?
Nusret hocanın susarak önüne baktığını gören Murat bey devam etti.,
- Onların da okudukları Kur'an değil mi? Onlar da hakkı, onlar da Kur'an
ayetlerini konuşmuyor mu?
- Hak bir bütündür Murat bey!. Hakkın bir
kısmını gizleyip, bir kısmını konuşmak, hakkı konuşmak değildir.
- Neyi gizliyorlar?
"Hangisini anlatayım?" dercesine Murat
beyin gözlerine bakan Nusret hoca, kısa bir suskunluktan sonra cevap verdi.,
- Kelime-i şehadetin manasını ve bu manaya göre ne yapılması
gerektiğini. Bu ülkede tağutun ne olduğunu ve nasıl inkar edileceğini. Bir insanın müslüman olabilmesi için, bu
ülkede ilahlaştırılan ve insanlara
ilahlık taslayan nelerin reddedilmesi gerektiğini. Allah'ın hükmüyle hükmetmeyen kafirlerin
kim olduğunu ve müslümanların bu
kafirlerin şerrinden nasıl korunacağını.. İşte bunlar, bütün bunlar anlatılmıyor, çok küçük
istisnalar dışında hiç anlatılamıyor
Murat bey!.
- Anlatılmadığını nerden biliyorsun!.
- Siz anlatıldığını biliyor musunuz? Allah'ın razı olacağı dini öğrenebilmek için camilere giden milyonlarca
insandan, kaç tanesinin imamlardan duyduğu, imamlardan öğrendiği gerçeklerdir bunlar!.
Hemen itiraz etmek istemesine rağmen yine de durdu, susmayı tercih etti Murat
bey!. Çünkü bunca yıldır gittiği camilerde gerçekten duymadığı, işitmediği şeylerdi bunlar!.
Yıllar önce ‘yeşil cami’ye gelen genç bir imam buna benzer şeyler söylemeye başlamış, fakat birkaç ay sonra devlet düşmanlığı yaptığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılarak görevden alınmıştı. Tabi ki bu durumu hiç yadırgamamıştı Murat bey. Çünkü bir insan devlet düşmanlığı yapıyorsa, elbetteki hakettiği cezayı görmeliydi. Bu düşünceler içinde Nusret hocaya baktı. Kendisinden
bir cevap bekleyen bu adama ne diyeceğini düşündükten sonra konuşmanın seyrini değiştirmek istercesine söyle dedi.,
- Şayet onlar anlatmaları gerekenleri
anlatmıyorlarsa, bu durum bizi ilgilendirmez. Onların günahı, onların vebalidir
bu!. Bizler çoğunluğa uyarak cemaatten ayrılmayız, sizler gibi fitne
çıkararak cemaati parça parça etmeyiz!.
Bu kadar seviyesiz bir cevapla karşılaşan Nusret hoca, başını öne eğerek susmayı tercih etti. Onun sustuğunu gören Murat bey ise konuşmasına devam ediyordu.,
- Zaten demokratlığın gereği de budur. Demokrasiye birazcık saygım var
diyorsanız, dindar olan bu çoğunluğu sizin de dikkate almanız
gerekir.
Nusret hoca başını ağır ağır yerden kaldırarak Murat beye baktı ve çok
sakin bir ses tonuyla "Kusura bakmayın, ben demokrat değilim" cevabını verdi.
Sakin ve yumuşak bir üslupla verilen bu cevap, Kadriye hanımın
pek yadırgamadığı fakat yine de nedenini
açmak istediği bir cevap olmuştu. İçinde yavaşça kabaran bir merak ile sordu.,
- Niye demokrat değilsiniz?
Nusret hocanın cevap vermesini hiç beklemeden
söze giren Murat bey "Çünkü bunların insanlara, insanların görüşlerine hiç saygısı yok" karşılığını verdi. Bu sözleri sakince dinleyen Nusret
hoca, daha sonra Kadriye hanıma dönerek cevap verdi.,
- Demokratlık insanların görüşlerine, insanların tercihlerine karşı çıkmamak ve bu insanları kendi tercihleriyle
baş başa bırakmak seklinde tarif edilseydi, "Ben demokrat değilim" cümlesini hiç kullanmayabilirdim. İnsanların görüş ve tercihleri yanlış olsa dahi, bu yanlış görüşleri saygıyla karşılamaz fakat karşı da çıkmazdım. Çünkü Allah'ın tüm insanlara verdiği bir tercih hakkıdır bu.
Nusret hoca çok kısa bir suskunluktan sonra
devam etti.,
- Fakat demokratlık denilen şey, çoğunluğun görüşü yanlış da olsa bunu saygıyla karşılamak ve bu görüşe katılım göstermek şeklinde tarif ediliyorsa, ben elbetteki demokrat
değilim. Çünkü benim doğruluk ölçümde çoğunluk değil, hak esastır. Rabbimin haram dediği bir şeye, dünyanın tüm insanları helal dese, benim
böyle bir görüşe saygı duymam ve katılım
göstermem söz konusu değildir.
Serhat söze girerek "Yani bir müslüman
demokrat olmaz, demokrat olamaz diyorsunuz, öyle değil mi?" diye sordu.
- Bak Serhat. Bu kainat sahipsiz olsaydı veya bu
dünyanın mutlak sahibi insanlar olsaydı, beşeri sistemler içinde doğruya en yakını demokrasi olabilirdi. Mesela
insanların nasıl yönetileceklerine dair temel konulardaki kanunları yine bu
insanlar hazırlayabilir ve çoğunluğun kabul ettiği kanunlar yönetim şeklini belirleyebilirdi. Ancak biliyoruz ki bu
alem sahipsiz değildir ve bu alemin mutlak Sahibi
olan Allah (c.c.) bizlere apaçık hükümlerle dolu bir Kitab göndererek, bizleri
bu gibi temel konularda başıboş bırakmamıştır. İnsanlar İlahi Kitab'da beyan edilen bu hükümler karsısında elbetteki bir tercih hakkına sahiptir.
Her insan bu hükümleri kabul edip-etmeme, bu dine girip-girmeme konusunda
muhayyerdir, serbesttir. Fakat herhangi bir insan "Ben müslümanım" diyerek
bu dini kabul ettiğini söylüyorsa, artık bu
hükümleri kabul edip-etmeme konusunda bir muhayyerliği yoktur. Çünkü Allah'ın temel konularda vazettiği bu hükümler, Müslümanların tartışabilecekleri, çoğunluğun yaklaşımına göre kabul veya reddedebilecekleri
hükümler değildir.
Dinlediklerinden bazı şeyler anlayan fakat bu anladıkları şeylerden her nedense hiç hoşlanmayan Murat bey, içinde hissettiği bu hoşnutsuzluk ile Nusret hocaya baktı. Her şeyi kendisi biliyormuş edasıyla konuşan bu adam, Murat beyin içindeki Allah inancını
ve Allah anlayışını da etkilemiş gibiydi!. Daha önceleri Allah tarafından
sevildiğini hisseden Murat bey,
anlamaya bağladığı bazı şeylerden sonra bu sevgiden yavaş yavaş uzaklaştığını ve bunun da ötesinde Allah'ın kendisine kızdığını, gazaplandığını düşünmeye başlamıştı. İçine büyük bir sıkıntı veren bu ruh halinden hemen
uzaklaşmaya çalışarak, kendisini bu duruma düşüren Nusret hocayı suçlamak istedi.,
- Siz bu konuşmalarınızla Allah ile kul arasına giriyorsunuz!.
- İnsanları Allah'a ve Allah'ın hükümlerine davet
etmek, Allah ile kul arasına girmek değildir. Bütün peygamberler insanları Allah'a ve
Allah'ın hükümlerine davet ederek, bu insanların kurtuluşlarına vesile olmak istemişlerdir. Bizler de bildiğimiz İlahi gerçekleri anlatarak, sadece ve sadece
insanların kurtuluşuna vesile olmak istiyoruz…”
*Tutsak, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Yay. 26,
2. baskı, 2003, İzmir, sh. 58-59, 111-116
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder