20 Şubat 2014 Perşembe

BİR KİTAP, İKİ ALINTI*

Alıntı Bir

“…Son sözleri üzerine Nusret hocanın hafifçe gülümsediğini farkeden Kadriye hanım, sözlerini keserek "Neden gülümsediniz?" diye sordu.
- Günümüz medyasının İslam'a karşı tavrı belli iken, böyle bir medyanın bazı insanları ön plana çıkarmasını nasıl olur da artı değer olarak görürsünüz!.
- Pek anlıyamadım!.
- Bakın hanımefendi. Yaşar Nuri'nin Kur'an'ı esas alarak söylediği bazı gerçekleri, çok daha geniş bir şekilde altmışlı, yetmişli yıllarda gündeme getiren müslümanlar vardı. Ki bunlardan birisi de kendisini sevgiyle andığım ve rahatsızlığından dolayı Rabbimden acil şifalar dilediğim M. Said Çekmegil'dir. ( Bir not: Çekmegil, 24.07.2004 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuştu. A.K) Fakat her nedense günümüz medyası bu değerli insanları hiç görmez, ya da görmek istemez!. Bunları görmediği ve topluma göstermediği gibi, günümüz kuşağının Kur'an ve sünnet’e vakıf olan çok değerli ilim adamlarını da görmemezlikten gelir!.
Nusret hoca biraz duraksadıktan sonra devam etti.,
- Şimdi düşünmeniz gerekmez mi!. Bütün bunları görmemezlikten gelen medya, Yaşar Nuri'yi veya  benzer frekanstaki bazı insanları neden ön plana çıkarıyor ve kameralar önünde konuşmalarına neden izin veriyor?
- Kur'an'ı önceledikleri ve dini meseleleri Kur'an'a göre açıkladıkları için.
- Bu kimselerin bazı meselelerde Kur'an'ı öncelemelerini ve insanların dikkatini Kur'an'a yöneltmelerini elbetteki takdirle karşılıyorum. Fakat medya tarafından mikrofonun kendilerine uzatılmasının nedenini, Kur'an'ı esas alarak konuştuklarında değil konuşmadıklarında aramamız gerekir. Daha genel bir ifadeyle günümüz medyasının konuşturduğu insanlar, İslam'ın temel meselelerinde susan veya bu temel meselelerdeki İlahi gerçekleri çarpıtan insanlardır. Böylesi insanlar ani bir hidayet ile söylemeleri gereken İlahi gerçekleri söylemeye başlasalar, hiç kuşkum yok ki aynı medyanın ani bir müdahalesi ile suskunluğa itilecek insanlardır!.
- Bu sizin zannınız!.
- Zan değil hanımefendi, bunlar bizim gördüğümüz, bizim yaşadığımız hadiselerdir. Mesela yıllar önce Kanal 6'da Ahmet Altan ile Neşe Düzel ismindeki bir hanımın yaptığı canlı açık oturum programı vardı. İslamcı partilerin tartışılacağı bu programa, herhalde yanlışlıkla olsa gerek rahmetli Ercüment Özkan davet edilmişti. Programa katılan bütün parti yandaşlarını tek başına karşısına alan ve Kur'ani gerçeklerle hiç zorlanmadan hepsini susturan Ercüment Özkan, ne gariptir ki o programdan sonra bir daha ekranlara hiç davet edilmedi!. Oysa reyting rekorları kıran o programda bir tabu haline getirilen Kemalizmi değil, medyanın da karşı olduğu İslamcı partileri eleştirmiş ve onların yanılgılarını, onların tutarsızlıklarını ortaya koymuştu!.
Serhat düşünceli bir yüz ifadesiyle "İslamcı partilere karşı olan medya, bu adamı neden kullanmak istemedi?" diye sordu.
- Bu adamı kullanamazdı Serhat!. Çünkü rahmetli Ercüment Özkan batılı eleştirip-batıla karşı çıkarken, medyanın "Sus" işaretlerini dikkate alarak hakkın ne olduğu konusunda susmuyor, hakka da açıklık getiriyordu. Tabi ki hak ve hakikate kapalı olan günümüz medyası için affedilmez bir suçtur bu!..”

Alıntı İki

“…Nusret hocayla Serhat "Vealeykümselam" diyerek bu selamı aldılar. Murat bey ise yarım kalmış bir işi hemen bitirebilme heyecanıyla konuşmasına devam ediyordu.,
- Allah müslümanların ayrılığa düşmemelerini, bir araya gelmelerini emrediyor. Türkiye'de dini otorite diyanet olduğuna göre bütün müslümanların bu çatıda birleşmesi gerekir. Ayrılık çıkarmanın, müslümanları yüzlerce gruba bölmenin anlamı ne? Bir de Allah'tan korktuğunuzu söylüyorsunuz!. Allah'tan korksanız müslümanlar arasında hiç fitne ve fesat çıkarır mısınız?
Yüzüne ve gözlerine yansıyan sıkıntıyla derin bir nefes alan Nusret hoca, yine de sustu ve hiçbir cevap vermedi Murat beye. Bu suskunluğu bir acizlik olarak algılayan Murat bey ise yüklenmeye devam etti.,
- Niye susuyorsun, cevap versene!. Allah, müslümanların ayrılığa düşmemelerini emretmiyor mu?
Kaşlarını kaldırarak başını öne doğru sallıyan Nusret hoca "Emrediyor, elbetteki emrediyor" dedikten sonra ilave etti.,
- Fakat hakta birleşmelerini emrediyor. Hakkı gizleyen kişi ve kurumların çatısı altında değil, hakkı apaçık bir şekilde ortaya koyan Kur'an'ın etrafında birleşmelerini emrediyor.
- Yahu "Kur'an, Kur'an" diyerek çıldırtma beni!. Bu diyanet yetkilileri İncil mi okuyorlar? Müslümanları camilerde İncil'e mi davet ediyorlar?
Nusret hocanın susarak önüne baktığını gören Murat bey devam etti.,
- Onların da okudukları Kur'an değil mi? Onlar da hakkı, onlar da Kur'an ayetlerini konuşmuyor mu?
- Hak bir bütündür Murat bey!. Hakkın bir kısmını gizleyip, bir kısmını konuşmak, hakkı konuşmak değildir.
- Neyi gizliyorlar?
"Hangisini anlatayım?" dercesine Murat beyin gözlerine bakan Nusret hoca, kısa bir suskunluktan sonra cevap verdi.,
- Kelime-i şehadetin manasını ve bu manaya göre ne yapılması gerektiğini. Bu ülkede tağutun ne olduğunu ve nasıl inkar edileceğini. Bir insanın müslüman olabilmesi için, bu ülkede ilahlaştırılan ve insanlara ilahlık taslayan nelerin reddedilmesi gerektiğini. Allah'ın hükmüyle hükmetmeyen kafirlerin kim olduğunu ve müslümanların bu kafirlerin şerrinden nasıl korunacağını.. İşte bunlar, bütün bunlar anlatılmıyor, çok küçük istisnalar dışında hiç anlatılamıyor Murat bey!.
- Anlatılmadığını nerden biliyorsun!.
- Siz anlatıldığını biliyor musunuz? Allah'ın razı olacağı dini öğrenebilmek için camilere giden milyonlarca insandan, kaç tanesinin imamlardan duyduğu, imamlardan öğrendiği gerçeklerdir bunlar!.
Hemen itiraz etmek istemesine rağmen yine de durdu, susmayı tercih etti Murat bey!. Çünkü bunca yıldır gittiği camilerde gerçekten duymadığı, işitmediği şeylerdi bunlar!.
Yıllar önce ‘yeşil cami’ye gelen genç bir imam buna benzer şeyler söylemeye başlamış, fakat birkaç ay sonra devlet düşmanlığı yaptığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılarak görevden alınmıştı. Tabi ki bu durumu hiç yadırgamamıştı Murat bey. Çünkü bir insan devlet düşmanlığı yapıyorsa, elbetteki hakettiği cezayı görmeliydi. Bu düşünceler içinde Nusret hocaya baktı. Kendisinden bir cevap bekleyen bu adama ne diyeceğini düşündükten sonra konuşmanın seyrini değiştirmek istercesine söyle dedi.,
- Şayet onlar anlatmaları gerekenleri anlatmıyorlarsa, bu durum bizi ilgilendirmez. Onların günahı, onların vebalidir bu!. Bizler çoğunluğa uyarak cemaatten ayrılmayız, sizler gibi fitne çıkararak cemaati parça parça etmeyiz!.
Bu kadar seviyesiz bir cevapla karşılaşan Nusret hoca, başını öne eğerek susmayı tercih etti. Onun sustuğunu gören Murat bey ise konuşmasına devam ediyordu.,
- Zaten demokratlığın gereği de budur. Demokrasiye birazcık saygım var diyorsanız, dindar olan bu çoğunluğu sizin de dikkate almanız gerekir.
Nusret hoca başını ağır ağır yerden kaldırarak Murat beye baktı ve çok sakin bir ses tonuyla "Kusura bakmayın, ben demokrat değilim" cevabını verdi.
Sakin ve yumuşak bir üslupla verilen bu cevap, Kadriye hanımın pek yadırgamadığı fakat yine de nedenini açmak istediği bir cevap olmuştu. İçinde yavaşça kabaran bir merak ile sordu.,
- Niye demokrat değilsiniz?
Nusret hocanın cevap vermesini hiç beklemeden söze giren Murat bey "Çünkü bunların insanlara, insanların görüşlerine hiç saygısı yok" karşılığını verdi. Bu sözleri sakince dinleyen Nusret hoca, daha sonra Kadriye hanıma dönerek cevap verdi.,
- Demokratlık insanların görüşlerine, insanların tercihlerine karşı çıkmamak ve bu insanları kendi tercihleriyle baş başa bırakmak seklinde tarif edilseydi, "Ben demokrat değilim" cümlesini hiç kullanmayabilirdim. İnsanların görüş ve tercihleri yanlış olsa dahi, bu yanlış görüşleri saygıyla karşılamaz fakat karşı da çıkmazdım. Çünkü Allah'ın tüm insanlara verdiği bir tercih hakkıdır bu.
Nusret hoca çok kısa bir suskunluktan sonra devam etti.,
- Fakat demokratlık denilen şey, çoğunluğun görüşü yanlış da olsa bunu saygıyla karşılamak ve bu görüşe katılım göstermek şeklinde tarif ediliyorsa, ben elbetteki demokrat değilim. Çünkü benim doğruluk ölçümde çoğunluk değil, hak esastır. Rabbimin haram dediği bir şeye, dünyanın tüm insanları helal dese, benim böyle bir görüşe saygı duymam ve katılım göstermem söz konusu değildir.
Serhat söze girerek "Yani bir müslüman demokrat olmaz, demokrat olamaz diyorsunuz, öyle değil mi?" diye sordu.
- Bak Serhat. Bu kainat sahipsiz olsaydı veya bu dünyanın mutlak sahibi insanlar olsaydı, beşeri sistemler içinde doğruya en yakını demokrasi olabilirdi. Mesela insanların nasıl yönetileceklerine dair temel konulardaki kanunları yine bu insanlar hazırlayabilir ve çoğunluğun kabul ettiği kanunlar yönetim şeklini belirleyebilirdi. Ancak biliyoruz ki bu alem sahipsiz değildir ve bu alemin mutlak Sahibi olan Allah (c.c.) bizlere apaçık hükümlerle dolu bir Kitab göndererek, bizleri bu gibi temel konularda başıboş bırakmamıştır. İnsanlar İlahi Kitab'da beyan edilen bu hükümler karsısında elbetteki bir tercih hakkına sahiptir. Her insan bu hükümleri kabul edip-etmeme, bu dine girip-girmeme konusunda muhayyerdir, serbesttir. Fakat herhangi bir insan "Ben müslümanım" diyerek bu dini kabul ettiğini söylüyorsa, artık bu hükümleri kabul edip-etmeme konusunda bir muhayyerliği yoktur. Çünkü Allah'ın temel konularda vazettiği bu hükümler, Müslümanların tartışabilecekleri, çoğunluğun yaklaşımına göre kabul veya reddedebilecekleri hükümler değildir.
Dinlediklerinden bazı şeyler anlayan fakat bu anladıkları şeylerden her nedense hiç hoşlanmayan Murat bey, içinde hissettiği bu hoşnutsuzluk ile Nusret hocaya baktı. Her şeyi kendisi biliyormuş edasıyla konuşan bu adam, Murat beyin içindeki Allah inancını ve Allah anlayışını da etkilemiş gibiydi!. Daha önceleri Allah tarafından sevildiğini hisseden Murat bey, anlamaya bağladığı bazı şeylerden sonra bu sevgiden yavaş yavaş uzaklaşğını ve bunun da ötesinde Allah'ın kendisine kızdığını, gazaplandığını düşünmeye başlamıştı. İçine büyük bir sıkıntı veren bu ruh halinden hemen uzaklaşmaya çalışarak, kendisini bu duruma düşüren Nusret hocayı suçlamak istedi.,
- Siz bu konuşmalarınızla Allah ile kul arasına giriyorsunuz!.
- İnsanları Allah'a ve Allah'ın hükümlerine davet etmek, Allah ile kul arasına girmek değildir. Bütün peygamberler insanları Allah'a ve Allah'ın hükümlerine davet ederek, bu insanların kurtuluşlarına vesile olmak istemişlerdir. Bizler de bildiğimiz İlahi gerçekleri anlatarak, sadece ve sadece insanların kurtuluşuna vesile olmak istiyoruz…”


*Tutsak, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Yay. 26, 2. baskı, 2003, İzmir, sh. 58-59, 111-116

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder