Bunca tuğyan (zulüm), bunca sessizlik
ortamında; ''bilen''lerin çoğunun ikbal, istikbal ve diğer birtakım kaygılarla
sustuğu, susmayanların çeşitli yöntemlerle susturulmaya çalışıldığı; sorunların
her geçen gün çözülmek bir yana gittikçe arttığı ülkemizde; yine de herşeye
rağmen haksızlıklar karşısında susmayan, çözümler üretmeye çalışan, bildikleri
ile insanları aydınlatmaya uğraşan her kesimden aydınlar hȃlȃ mevcut.
İşte
bu aydınlardan biri olan Fikret Başkaya, kitabında yürürlükteki resmi ideoloji
ve onun üreticileri tarafından oluşturulan yakın tarihi ve daha bir çok
tabulaştırılmış konuyu irdelediği, esaslı ve ilmi eleştiriler getirdiği için cezaevi
ve üniversiteden atılma ile ödüllendirilmişti(!).
Sözü
fazla uzatmadan, okunmasında yarar gördüğümüz kitaptan geniş alıntılarla
sizleri başbaşa bırakıyorum.
"Her
dönemde iktidarı ele geçirenler, "kurtuluş reçetesinin" ceplerinde
olduğunu ve beş-on yılda sorunların çözüme kavuşacağını söylüyorlar. Ne var ki,
beş-on yılların sonu bir türlü gelmiyor." sh.9
"Resmi ideolojinin yaymaya
çalıştığı görüşün aksine, Cumhuriyet dönemi de sömürgeleşme yolunda
ilerlemekten başka bir şey değildi." sh.10
"Tanzimatla başlayan dışardan
"düşünce" ve "kurum" ithal etme süreci, 1920 ve 1930'lu
yıllarda fanatik bir inkarcılıkla sürdürüldü." sh.19
"Oysa kendi kültür mirasını
dönüştürüp, yeni ve üst düzeyde bir senteze, daha zengin bir kültüre ulaşma
yolu, bağnaz taklitçilik ve inkarcılık yüzünden kapatılmıştır. Eğer bugün bir
"arabesk" kültürel bir ortama gelinmişse, bunun sorumlusu, kendi
kültürünü aşağılayıp, mahkum eden zihniyettir." sh.20
"Resmi ideolojinin geçerli olduğu
Türkiye gibi sosyal formasyonlarda, devlet politikalarına ters düşen bilgiye
izin verilmez. Resmi ideolojiye ters düşmek veya onu eleştirmek cezai
yaptırımlarla engellenmek istenir. İnsanların "ülke yararları"na ters
düşen düşünce üretmeleri kesinlikle yasaktır. Ülke yararının ne olduğuna da
kendileri karar verirler." sh.25
"Kitleler tarafından benimsenme şansı
sınırlı böyle bir resmi ideolojinin aşınması kaçınılmaz olduğundan, "çok
partili" rejime geçildikten sonra belirli aralıklarla yapılan askeri
darbelerle takviye edilmiştir." sh.26
"Hiçbir konuda Milli Mücadele ve
onun lideri hakkında olduğu kadar efsane yaratılmamıştır. Tek parti dönemi
inkılapları için de öyle..." sh.29
"Bilindiği gibi, resmi ideoloji
(kimi sol versiyonu da dahil) Milli Mücadele'yi anti-emperyalist, dünyanın
mazlum uluslarına kurtuluş yolu açan ilk ulusal halk hareketi, Mustafa Kemal
dönemi siyasal rejiminin "halkçı" bir yönetim biçimi olduğu, Mustafa
Kemal'in Türklere bir vatan bağışlayan dünyanın en büyük anti-emperyalist
lideri olduğu vb. gibi bir sürü gerçek dışı hurafeye dayanıyor." sh.30
"Bu nedenle Türk-Yunan savaşı abartıldığı
kadar önemli bir savaş değildi. Zaten Milli Mücadele'nin seyri
de İngilizlerin takındığı tavra göre biçimlenmiştir. İ.İnönü Cumhuriyetin
ellinci yılı dolayısıyla verdiği bir demeçte; "İstiklal mücadelesinin
başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de
bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur" diyor. sh.33
"Milli Mücadelenin aynı zamanda
İngiliz ve diğer İtilaf Devletleri'yle de bir savaş olduğu sonradan
uydurulmuştur." sh.33
"Daha 1920'de İngiliz generali Ravlinson,
Bolşevik yayılmasına karşı, Türkiye'de güçlü bir yönetimi destekleyeceklerini
söylüyordu. Bu İngiliz emperyalizmi için Anadolu'da toprak edinmekten çok daha
büyük önem taşıyordu." sh.34
"Zaten Cumhuriyet yönetiminin
kitlelere (dolaysız üreticiler) bakışıyla, Osmanlı "yenilikçi"
yönetiminin bakışı arasında hiçbir temel fark yoktu. Cumhuriyet yönetimi için
de kitleler, vergi veren, askerlik yapan, güdülen, pasif ve edilgen bir
yığından başka birşey değildi." sh.36
"Milli Mücadeleyle emperyalizmin çıkarları
asla zedelenmediği gibi, global çıkarlarının güvence altına alınması söz
konusudur. Bu nedenle Lozan'da, ileri sürüldüğü gibi diplomatik bir zafer de
kazanılmadı." sh.38
"Mustafa Kemal, ingiliz Daily Mail
gazetesi muhabiri Waard Price'den kendisine ingiliz yetkilileriyle ilişki
kurması için ricada bulunup, "Eğer ingilizler, Anadolu için sorumluluk
kabul edecek olurlarsa, İngiltere yönetiminde bulunan tecrübeli Türk
valileriyle çalışma gereğini duyacaklardır. Böyle bir yetki çerçevesinde hizmetlerimi
sunabileceğim uygun bir yerin olup olmayacağını bilmek isterim." diyor.
Mustafa Kemal anılarında bu demecinden bahsetmiyor." sh.42
"(Anadolu İhtilali)nin yazarı;
"İhtilalin ideolojisi hareketle beraber, hatta hareketin arkasından
gelmişti" diyor. Aslında sonradan uyduruldu dese daha iyi olurdu(!). Samet
Ağaoğlu da; "Türk fikir adamı 1919 ile 1923 arasında geçen bu devrenin
ideolojisi ve felsefesini yapamadı." diye yazıyor. Aslında Ağaoğlu
farkında olmadan kendini ele veriyor ve ‘Türk Fikir Adamı’na haksızlık ediyor.
Türk Fikir Adamı, Ağaoğlu'nun sandığından çok "sabır ve feragatle"
1919-1923 aralığında yaşanan olayları tahrif etmek için büyük çaba gösterdi ve
gerçeklerle ilgisi olmayan bir tarih versiyonu oluşturmayı da başardı".
sh.42
"Sonuç olarak, Hilafet'in tasfiyesi
emperyalizmin çıkarlarıyla da çakışmaktaydı. Bu nedenle emperyalistlerin
Hilafet ve Saltanat'tan yana olduğu biçimindeki görüş, sadece resmi ideolojinin
bir uydurmasıdır." sh.44
"Cephelerde ölen asker sayısı 9167
olduğuna göre, Milli Mücadele'nin abartıldığı kadar önemli olmadığı da
anlaşılır. Cephelerde hayatını kaybedenler dokuz bin kadar olmasına rağmen,
çeşitli hastalıklardan, hastanelerde ölenler 22.543 kişidir. İstiklal
Mahkemelerinde mahkum edilenlerin sayısını bilmek de ilginç olurdu. Bazı
yazarlar İstiklal Mahkemeleri'nde idam edilenlerin savaşta ölenlerden fazla
olduğunu ileri sürüyorlar. Bu nedenle Milli Mücadele'nin "Yedi düvele
karşı bir savaş" olduğu biçimindeki görüşler, hurafe üreticilerinin bir
kuruntusudur. Asıl savaş, 1.Emperyalistlerarası Savaş'tı. Bu savaşta iki
milyondan fazla insanımız telef oldu." sh.47
"Milli
Mücadele'de halkın gönüllü katılımı son derecede kısıtlı olduğu gibi, TBMM
Hükümeti de, Osmanlı merkezi devlet yapısının ve adamlarının Anadolu'ya taşınmasından
öteye bir şey değildi." sh.48
"Eğer resmi tarihin ve ideolojinin
yaymaya çalıştığı gibi, gerçek anlamda bir halk hareketi söz konusu olsaydı,
Cumhuriyet bir darbe sonucu kurulmazdı... Milletvekilleri gerçek bir seçimle
meclise gelmemişlerdi. Önemli bir bölümüde, Padişah'ın Meclis-i Mebusanının
üyeleriydi. Geri kalan eşraf, mütegallibe arasından tayin edilmişlerdi. Bu
nedenle Cumhuriyetin ilanı halk çoğunluğunun özgür irade ve isteğinin sonucu
değildir. Öyle olsaydı, Mustafa Kemal'in mebuslardan bir kısmını idam ettirmesi
kolay olmazdı." sh.49-50
"Şüphesiz Kürdistan'ın (Sovyetler
Birliği sınırları içindeki küçük alan ihmal edilirse) dört ayrı devletin
sınırları içine hapsedilmesi, emperyalistlere bu dört devleti kolaylıkla
"denetleme" olanağı vermektedir." sh.51
"Sömürgeci siyasetin temelinde,
sömürülen halkın gerçek tarihini yok etmek, onun tarihi geçmişini inkar etmek
ve sömürgeci ulusun istediği bir tarih versiyonunu ona empoze etmek yatar. Bu
nedenle ezilen, sömürülen, baskı altında tutulan ulusun kendi tarihini
(geçmişini) hatırlatacak (memoire collective) ne varsa imha edilir. Onun ayakta
kalmasını sağlayan kökü tahrip etmek koşuldur. Kemalistlerin de yaptığı
buydu... Kütüphanelerde Kürtlerle ilgili, onların tarihiyle ilgili ne varsa yok
edildi... Kürt beylikleri zamanında yapılan tarihi yapılar yıkılıp yerlerine
askeri kışlalar yapıldı (Birca Belek-Alaca Burç). Tüm yöre adları
değiştirildi." sh.55
"Ölü dilleri öğreten filoloji
bölümleri var iken, yaşayan bir dil olan ve milyonlarca insan tarafından
konuşulan Kürtçe hiçbir Edebiyat fakültesinde öğretilmez(!). sh.55
"Kendi kimliğini inkar eden kişi
ortaya çıkan "boşluğu" ezen ulusun kimliğiyle doldurmak gibi bir
açmazla karşılaşıyor ve psikolojik planda "bozuk bir kişilik"
sergiliyor... (Elbette burada söz konusu olan daha çok diplomalılardır.) sh.58
"Doğrudan baskı ve denetime olanak
veren sömürgeci devletin fiziki varlığının bulunmaması (bu işleri yerli
işbirlikçiler üstlendikleri sürece) sömürünün daha ucuza gerçekleşmesine de
olanak veriyor. Böylece sömürgeci devlet bir sürü harcamalardan da kurtulmuş
oluyor." sh.59
"Sömürgelerle doğrudan
siyasi-askeri-polisiye denetimin kalkmasıyla sömürgeciliğin de sona ereceği
sanılmıştı. Oysa bugün Üçüncü Dünya'nın kaynakları sömürgecilik dönemindekini
çok aşan bir ölçekte emperyalist ülkelere taşınmaktadır." sh.59
"Mustafa Kemal'in yaptıkları, bir
başka Mustafa'nın, Mustafa Reşit Paşa'nın başlattığı "olaylar"
zincirinde sadece bir halkaydı, üstelik zincirin büyük bir halkası da değildi.
Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet, Cumhuriyet yarı-sömürgeleşmenin
aşamalarıdır." sh.87
"Dünyada sağlığında ve ölümünden
sonra Mustafa Kemal kadar anıtı dikilmiş, heykeli, büstü yapılmış, resimleri
çoğaltılmış bir başka lider herhalde yoktur. Mustafa Kemal heykel ve
anıtlarının yapılmasından pek çok hoşlanıyordu. İlk anıtı 1927'de
Sarayburnu'nda dikilmişti. Daha sonra heykel ve anıtları görülmemiş boyutlarda
arttı..." sh.88
"Mustafa Kemal, Birinci
Emperyalistlerarası Savaş'ta cephelerden birinde ölseydi ya da yenilgiden hemen
sonra, Suriye cephelerinden ayrılmadan önce padişahın yaveri Naci'ye yolladığı
telgraftaki istekleri gerçekleşseydi!... Yani Ahmet İzzet Paşa kabinesinde
harbiye nazırı olsaydı, Anadolu hareketinin başına başka bir Osmanlı paşası
geçecekti." sh.94
"Mustafa Kemal'in olaylara
Makyavelist bir yaklaşımı vardı. Komitacı taktik ve yöntemleriyle amaca
ulaşmayı yeğlerdi." sh.96
"Mustafa Kemal'e, Jön Türklerin
programında yer alıp da gerçekleştirilemeyen birçok "inkılabı"
gerçekleştirmek nasip olmuştur. Resmi ideoloji ısrarla Mustafa Kemal'i söz
konusu geleneğin dışında tutmaya çalışmıştır. Aslında amaçları kişiyi yüceltmek
olanların bu tip "manipülasyonlara" girişmeleri anlaşılır bir
şeydir." sh.96
"Emperyalist Batı neden Mustafa
Kemal'e hayran oluyor? (Eğer gerçekten böyle bir şey varsa!)... Herhalde
emperyalist devletlerin yöneticileri ve sözcüleri, Mustafa Kemal'in mavi
gözlerine hayranlık duymuyorlardı. Onu emperyalist çıkarlar açısından
değerlendiriyorlardı... Gerçekleştirilen "inkılapların" Batı'ya bir
zararı dokunmadığı gibi, tam tersine Batı'nın işini daha da
kolaylaştırmaktaydı. Bu durumu çok iyi bilen emperyalist yöneticiler, Mustafa
Kemal'in kişiliğinde güvenilir bir müttefik bulmuşlardı. Onun kişiliğinde
ayrıca Batı hayranlığının en radikal temsilcisini bulmuşlardı... Bu yüzden,
klasik sömürgecilikten kurtulan ülkelere Batılı yöneticilerin, akıl
hocalarının, bu arada "bilim adamlarının", Mustafa Kemal örneğini
vermeleri boşuna değildir... Batılılar, artık klasik sömürgeciliğin gününü doldurduğu
bir dönemde, Mustafa Kemal liderliğinde aralanan kapının yeni sömürgeciliğin
yolu olduğunu çok iyi biliyorlardı... Emperyalistler, Türkiye'deki düzeni diğer
azgelişmiş ülkelere örnek göstermekten çıkar umuyorlardı." sh.97
"Cumhuriyet aydınları, Tanzimat ve
Meşrutiyet aydınları gibi Türkiye'nin geri kalmışlığını"nın gerçek
nedenini kavrayacak yüksekliğe hiçbir zaman çıkamamışlardır. Bugün de
Türkiye'yi yönetmeye aday siyasal partilerin ve onlara akıl hocalığı eden
aydınların ve bilim adamlarının çıkmazı da buradadır. Sanılıyor ki,
"geriliğin" nedeni İslam kültürüdür. Ve daha genel olarak da, Doğu
kültürüdür.... Nitekim, Batı kapitalizminin etkisi altına girmeden önce Doğu
halkları ve diğer yarımküredekiler "geri" değil, farklıydılar.
Azgelişmiş asla değildiler." sh.98
"Doğu İslam kültüründen radikal
kopuş "milliyetçilik" sayılırsa; kendini emperyalist kültürün
kucağına atmak ne olur? Boşluğun Batı burjuva kültürüyle doldurulması olmaz mı?
Bu bağlamda ani bir kararla, Arap harflerinin atılarak yerine Latin harflerinin
alınması bir talihsizlik olmuştur. Genç nesiller yüzyıllardır birikip gelen
kültür mirasının dışına atılmışlardır." sh.100
"Gerçekten de Türk Üniversiteleri
Ulu Önder Atatürk'e övgüler yazmanın ötesine geçemiyor.... Düzeni yeniden
üretip yaşatmak amacı taşıyan, bu amaçla oluşturulmuş kurumlardan, o düzeni
eleştiren teorik yaklaşımlar beklemek iyimserlik olurdu. Tam tersine,
üniversite (sosyal bilimler), sorunlara eleştirel olarak yaklaşanları
barındırmaz. Onlara kapılarını kapar. Üniversiteler kapılarını kapayınca, ekseri,
mapusane kapıları açılır... Mevcut düzeni eleştirmeyen, üstelik yüceltenlere de
başka kapıların açıldığı çok iyi bilinir. Ünvanlar da, çoğunlukla kurulu düzene
bağlılığını kanıtlayanlara verilir. Bu adamlar, ünvanları bilimin bir dalında
yaptıkları katkıdan ötürü almazlar. Ama, ünvanları var diye "otorite"
sayılırlar. Elbette hizmetlerinden başka alanlarda da yararlanılır. Yönetim
kurulu üyelikleri, bilirkişilik vb. gibi sayısız alanda katkıda
bulunurlar." sh.101
"Ismarlama tarih yazıcıları,
Mustafa Kemal'in kendi diktatörlüğünü kurmak için en yakın mücadele
arkadaşlarını tasfiye etmesini "devrimci kadronun zaferi" olarak
göstereceklerdir... Milletvekilleri tek parti dönemi boyunca CHP tarafından
atanan memurlar durumundaydılar. Bir dönem parti genel sekreteri içişleri
bakanı, parti il başkanları da valilerdi." sh.111
"Meclise girecek tüm üyelerin bir
tek kişi tarafından seçildiği koşullarda, serbest seçimlerden ve hakimiyetin
millete ait olduğundan söz etmek mümkün müdür? Herhalde, "Hakimiyet
kayıtsız şartsız Mustafa Kemal'in ve onun yakın çevresinindir" demek
gerçeğe daha uygun düşüyor." sh.113
"Mustafa Kemal'in Bonapartist
rejimi, devlet aygıtı içindeki gücüne ve güçlü görünümüne rağmen, hiçbir zaman
geniş kitle desteği sağlayamamıştır." sh.116
"Şüphesiz nüfusun ezici çoğunluğunu
oluşturan köylülüğün, savaş, hastalık ve açlık yıkımları ve yüzyılların mirası
olan "tevekkül"ü, sessizlik ve edilgenliği de Bonapartist rejime
dolaylı bir destek sağlamaktaydı." sh.118
"1931'den sonra Adnan Menderes de
sürekli mebusluğa tayin edilenler arasına girmiştir. Menderes ailesinin
Aydın'da 60 bin dönümü aşan toprakları vardı... Menderes; "kendisini
Mustafa Kemal'in keşfettiğini, mebusluğunu hararetle istediğini" yazar.
Meclise sürekli tayini çıkanlar sadece toprak ağaları değildir. Sürekli olarak
"mebusluğa" tayin edilen şeyhler de vardır." sh.119
"Bilindiği gibi, Lozan
Antlaşması'na göre Türkiye, anlaşmanın imza tarihinden başlayarak beş yıl
süreyle gümrüklerini yükseltemiyecekti. Osmanlı borçlarını da ödemeyi taahhüt
etmişti. Elbette bu ve benzer kısıtlamalar "anti-emperyalistlik"
iddialarının nasıl içi boş iddialar olduğunu da gösterir." sh.132
"Ne ki, Mustafa Kemal,
"milyoner, hatta milyarder yetiştirme" işine kendinden başladı.
Böylece soruna verdiği önemi kendi kişisel yaşamıyla göstermiş oluyordu.
Nedense Mustafa Kemal'in bu yanı pek bilinmez. İlkokuldan üniversiteye kadar
öğrenciler, "ilke ve inkılaplarını" öğrenmekten onun ne denli yetkin
bir "işadamı" olduğunu öğrenmeye vakit bulamıyorlar..." sh.139
"Bir bakıma üst düzey sivil-militer
"Batıcı Osmanlı bürokratları", bir çeşit "kurtarıcı rantı"
elde ediyorlardı. Bu ranttan mahrum kalan ya da az rant elde eden "küskün
bürokratlar", resmi ideoloji üreticileri tarafından bürokrasinin
"devrimci kanadı" sayılmışlardır(!) " sh.139
"Devletçilik olarak adlandırılan,
bizim bunalım döneminin Bonapartizmi dediğimiz bu uygulama, hiçbir zaman bir
ilkeden kaynaklanmamıştır. Olayların zorlamasıyla ortaya çıkmış ve bu zorlama
ortadan kalkınca da terk edilmiştir. Zaten Bonapartist diktatörlüğün bir aracı
durumundaki CHP'nin hiçbir zaman tutarlı ilkeleri olmamıştır. Duruma göre
değişen uygulamalar, sonradan "ilkeleştirilmek" gibi zorlamalara
girişilmiştir." sh.151
"İkibin milyonerin yetiştiği,
ortalama kar oranlarının %300 ila %1000 oranında gerçekleştiği yıllarda,
dolaysız üreticilerin "manzarası" farklıydı. Fiyatların dört kat
arttığı 1938-1946 aralığında baskı, aşırı çalışma ortamında işçi ücretleri
hemen hemen sabit kalmış; keza kır kesiminde mülksüzleşme ve yoksullaşma genel
bir eğilim halini almıştı. Yoksul köylüler, Hititlerden kalma "üretim teknikleri"yle,
toprakları işlemeye devam ediyorlardı. Gerçekleştirilen birçok inkılaptanda pek
haberleri yok gibiydi...." sh.154
"Mustafa Kemal siyasal yaşamının
hiçbir döneminde "halkçılık" kavramından halk yararına bir yönetim
anlamamıştır. Ona göre halkçılık padişahın, Osmanlı Sultanının siyasal
iktidarına son vermektir." sh.157
"Yunanlıların bir keşif harekatı
yapıp çekilişi, büyük bir zafer olarak gösteriliyor. Gerçekte olmayan şey,
büyük bir zafer olarak gösteriliyor... O kadar ileri gidiliyor ki, "keşif
hareketi" sonucu kazanılan zaferle İsmet Bey'in sadece Yunan Ordusu'nu
yenilgiye uğratmakla kalmadığı, "milletin makus talihini yendiği"
efsanesi de yayılıyor." sh.158
"Bu prestiji dağıtmak için Çerkes
Etem ve arkadaşlarının Yunanla birlik olduğunu söylemek zorunda idiler.
Söylediler. Uzun süre inanıldı. Halbuki hiçbir dayanağı yoktu. Dün de bugün de
Çerkes Etem'in Yunanlılar ile birlik olduğuna dair en küçük bir iz bile
yok." sh.158
"Mustafa Kemal'in
"halkçı" yönetimi kitleler için daha ağır vergiler, daha ucuza elden
çıkarılan ürünler; değişikliğe uğramayan, halka yukardan bakan Osmanlı merkezi
yönetimine özgü baskıcı tavrı, jandarma zulmü, kendi sırtlarından süratle
zenginleşen vurguncu tüccar ve Milli Mücadele "kahramanları"nın
gösterişli harcamaları, emekçi halkın dışında gerçekleştirilen "Atatürk
İnkılapları" demekti." sh.165
" ‘Güdümlü muhalefet’e hemen büyük
bir kitle desteğinin ortaya çıkması, ‘yeni parti’nin (Serbest Fırka) kitleler
yararına bir proğrama sahip olmasından değil, iktidar partisinden kaçışın bir
göstergesiydi. Halk yığınları Fethi Bey'in lideri olduğu partinin ne
proğramından ne de temel politikalarından haberdardı. Ama sağduyuyla ‘halkçı ve
inkılapçı iktidar’dan kaçıyordu." sh.166
"Halkçılık, halktan yana bir
yönetim değil, bütünüyle halktan kopuk ve ona yabancılaşmış baskıcı bir
yönetimin uyduruk ideolojisinin bir parçasıydı." sh.168
"D.P. bir muvazaa (denge) partisi
olarak kuruldu; başlangıçta güdümlü bir muhalefetti. Ama, daha sonra güdümlülük
ve muvazaa partisi olmaktan uzaklaştı. Ve bedelini de ağır bir biçimde
ödedi." sh.169
"Fakat klasik sömürgeciliğin
tasfiyesi sadece ABD için değil, sömürgeci ülkeler için de "karlı"
bir şeydi. Zaten, sömürgelerinden "çekilirken", yerlerine bu işi
yapacak "yerli" adamlarını bırakıyorlardı. Öte yandan,
yeni-sömürgeciliğin araçları olan kurumlar, IMF, Dünya Bankası, Birleşmiş
Milletler Örgütü etrafında oluşturulan diğer "insancıl amaçlı
kuruluşlar", teker teker sömürgeci devletler yerine kolektif bir sömürüye
olanak verecek durumdaydı." sh.171
"Batıya ulaşmayı temel amaç ve tek
kurtuluş yolu olarak gören klasik sömürgecilik sonrasının ulus-devletleri,
Batılılar tarafından önerilen büyüme modellerine (kalkınma reçetelerine) uyum
sağlamaya yöneldikleri ölçüde, oyunu daha baştan kaybetmişlerdi. Çıkmaz bir
yola girmişlerdi." sh.172
"Amerikalılar demode olmuş, işe
yaramayan, depolanmaları da sorun yaratan silahları, savaş artıklarını
Türkiye'ye yardım olarak veriyordu. Ama Türkiye, söz konusu silahları ABD'nin
izni olmadan kullanamayacaktı." sh.172
"Türkiye'nin, oldukça gelişmiş
demiryolu şebekesini ihmal ederek, ülke gerçeklerine ve çıkarlarına uygun
düşmeyen karayolu taşımacılığını ön plana çıkarması, emperyalist şartlandırma
ve biçimlendirmenin ilginç bir örneğidir." sh.175
"Atatürk inkılaplarından hemen
hiçbir yarar sağlayamayan geniş halk kitleleri, özellikle dini baskılardan da
şikayetçiydi. Laikliğin Türkiye'deki uygulaması, kitleler üzerinde tam bir
baskıya dönüşmüştü." sh.177
"1923-1946 aralığında Kemalist
iktidarlarca milliyetçi ideolojiyi dini ideolojinin yerine geçirme çabaları
beklenen sonucu vermemişti. Bu durumun farkında olan DP, daha muhalefetteyken,
kitlelerin bu rahatsızlığından yararlanma yolunu seçti." sh.178
"Mali
bağımlılık (dış borçlar) arttığı halde, ekonomi politikalarının yönetimi dış
karar merkezlerine doğru kayar. Ülke yöneticilerinin manevra alanı azalır.
Karar mercileri IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlar olmaya başlar. Aşırı borçlu
bir ülkenin borç verenlerin isteklerini dikkate almaması, ancak istisnai durumlarda
söz konusu olabilir." sh.182
"Şah'ın Ortadoğu'nun jandarmalığı
rolünün son bulduğu koşullarda sadece siyonist İsrail devletine dayanarak
emperyalist çıkarları güvence altına almak mümkün değildi. Zaten böylesi bir
ortamda siyonist devletin kendi de tehlikede sayılırdı... Kısaca, Ortadoğu'da
istikrarın sağlanması, öncelikle Türkiye'de istikrarsızlığın giderilmesine
bağlı görünüyordu. İran'dan boşalan Ortadoğu'daki alt-emperyalist işlere
(jandarmalığa) en uygun aday Türkiye'ydi... Aradan bir ay bile geçmeden Türk
generalleri, bölgenin istikrarının Türkiye'deki istikrardan geçtiğini,
bölgedeki emperyalist çıkarların korunmasında ellerinden geleni yapacaklarını
12.Eylül.1980'den başlayarak göstermeye başlıyorlardı." sh.188
"Ortalama bir insan 12 Eylül'le
gelen askeri diktatörlüğü "anarşiyi önlemek" gibi sınırlı bir amacı
olduğunu sanır. Dükkan sahipleri mentalitesinin ötesine geçememiş
diplomalıların çoğunluğu da benzer bir sanıya sahiptir. Oysa generallerin
gelişinin köklü "gerekçeleri" vardı. Dünyada sadece zabıtayı sağlamak
amacıyla darbe yapıldığı görülmemiştir." sh.188
"Kimi "radikal
Atatürkçü'nün" ileri sürdüğü gibi, cuntanın amacı Atatürkçülüğü tasfiye
etmek değildi. Amaç, yeni durumun gerektirdiği, yeni koşullara cevap verecek
bir Atatürkçülük (resmi ideoloji) oluşturmaktı." sh.189
"İkincisi, radikal İslam'ın
güçlendiği koşullarda dine karşı geleneksel yaklaşımında nüanse edilmesi
gerekliydi. Zira, dini, sol harekete, hem de radikal İslamcı harekete karşı
kullanmak, ABD'nin istediği "devlet kontrolündeki İslam'ın iktidarda
olduğu ülkelerle sıcak ilişkiler kurabilmek için, din üzerindeki baskının daha
da yumuşatılması gerekiyordu. Geleneksel yaklaşım geçerliyken, yukardaki
amaçları gerçekleştirmek mümkün görünmüyordu. Bu aşamada uyduruk "Türk-İslam
Sentezi" yaması devreye sokuldu." sh.190
"Türkiye sürekli devalüasyonlar ve
kur politikalarıyla ihraç ürünlerini sürekli ucuzlattıkça, borç faiz ve
anaparalarını aksatmadan ödedikçe, gerektiğinde Ortadoğu'da Batı çıkarlarını
güvence altına alma niyetini ortaya koydukça, Türkiye'nin Batı'dan görüntüsünün
"pek parlak" görünmesi doğaldır." sh.200
"Sömürge ve yarı-sömürgelerdeki
"Batıcı aydınlar", sömürgeciliğin ürünü olan yerli işbirlikçi
orta-sınıflar kendi halklarını ve kendi geçmişlerini suçlama yarışında, Batılı
efendilerini bile geride bıraktılar." sh.206
"Artık insanlığın geleceğini temsil
etme "ayrıcalığının" Batı'nın elinden alınması gerekiyor."
sh.219
"Bilim ve teknoloji düşmanlığı
kadar, aşırı bilim ve teknoloji hayranlığının ve fetişizminin de tehlikeli
olabileceğinin bilincine varmak ve bu yönde harekete geçmek gerekiyor."
sh.219
*
Paradigmanın iflası - Resmi ideolojinin eleştirisine giriş, Doç.Dr. Fikret
BAŞKAYA, Doz yay.3, 2.baskı, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder