31 Aralık 2021 Cuma

2022'YE MERHABA



2021 YILI KİTAP OKUMA RAPORUM

2021 YILI KİTAP OKUMA RAPORUM 
Okunan Kitaplar (sırasıyla)

1.    Adamın biri doktora gitmiş…Gidiş o gidiş!, Prof.Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, Hayy kitap

2.    Yemen (İki ateş arasında bir Çeçen doktor), Hasan Bayev (Çev. Burçe Kaya), Literatür yay

3.    Hekimin filozof hali, Editörler: M. Bilgin Saydam & Hakan Kızıltaş, İthaki yay

4.    Beden, tıp ve felsefe, Özen B. Demir & Adem Yıldırım, NotaBene yay

5.    Devrimci İran–İslam Cumhuriyeti’nin tarihi, Michael Axworthy (Çev. Ali Karatay), Tarih vakfı yurt yay

6.    Bir cerrahın & başhekimin anıları, Op.Dr. Cihat Aytaç, Sokak yay

7.    Arı kovanına çomak sokmak & Ahmet Yaşar Ocak kitabı, Söyleşi: Haşim Şahin, Timaş yay

8.    Zaman tünelinde bir doktor(Gönlümdeki yıkık saray&Darende’den anılarım), Dr.Sadık Özen, Ozan Y

9.    Kur’an-ı Kerim Meali-Anlam ve yorum merkezli çeviri, Prof.Dr. Mustafa Öztürk, Ankara okulu yay

10. Veba, Albert Kamus (Çev. Nedret Tanyolaç Öztokat), Can yay

11. Yemen’de bir bulgar hekim (1877-8), Dr. Hristo Stambolski (Çev. Hüseyin Mevsim), Yeditepe yay

12. Dönüşüm, Franz Kafka (Çev. Gülperi Sert), T. iş bankası yay

13. Filistin benimdir-Ortadoğu’nun kanlı tarihi, Hüsnü Mahalli, Kırmızıkedi yay

14. Büyüsünü bozma, Erol Egeli, Hayy kitap

15. Hatıralarım, Mukaddes Özkan, Anlam yay

16. Hiçkimsenin cumhuriyeti, Kadir Cangızbay, Ütopya yay

17. Bir idam mahkumunun son günü, Victor Hugo (Çev. Erhan Büyükakıncı), Can yay

18. Nar ağacı, Nazan Bekiroğlu, Timaş yay

19. Serenad, Zülfü Livaneli, Doğan kitabevi

20. İslam algımız üzerine, Süleyman Arslantaş, Fecr yay

21. Kral kaybederse, Gülseren Budayıcıoğlu, Remzi kitabevi

22. Anılardan bir demet, Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Anıları, Sağlık-sen yay

23. İki nefes arasında, Prof.Dr. Hasan Fevzi Batırel, Hayy kitap

24. Bu doktoru rehin alalım (Anadolu’da bir kanser araştırması), Prof.Dr. İzzettin Barış, Kent matbaası

25. Bir cerrrahın anıları, Prof.Dr. Tarık Minkari, Milliyet yay

26. Meraklısı için darbeler kitabı, Murat Yetkin, Doğan kitap

27. BENİM YOLUM (Tababet San’atının İcrası ile Geçen 33 Yıl), Prof.Dr. İrfan Yalçınkaya, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık

DEĞERLENDİRME

Toplam 27 kitap okundu (Ayda ort. 2 kitap)

(2020’de toplam 57 kitap okunmuştu, ayda ort. 5 kitap / Önceki yıla göre 30 kitap ile azalma % 52.6 oldu)

Toplam 8063 sayfa okundu (Günlük ort. 22 sayfa)

(2020’de toplam 14 415 sayfa okunmuştu, günlük ort. 40 sayfa / Önceki yıla göre 6352 sayfa ile azalma % 44 oldu)

KİTABIN TÜRÜ

SAYI

Hatıra

11

Düşünce

8

Roman, hikaye

6

Biyografi

1

Kur’an meali

1

Toplam

27

Bu yıl yoğun biçimde kitabımın yazım ve basımı ile uğraştığımdan fazla kitap okuyamadım. Kitabımı gerek eksiklerini giderip tamamlamak, gerekirse edit ve tashih hatalarını asgariye indirmek için kaç kere okuduğumu hatırlamıyorum. Ama 08 Aralık tarihinde kitapyurdu sitesindeki yerini alması hepsini unutturdu, bu mesai ve yorgunluğa değdi. 2021 yılını ilk kitabımın yayın yılı olarak not ediyorum. Benim açımdan YILIN KİTAP OLAYI budur. O kadar olsun, izin verin, anlayış gösterin lütfen.

31.12.2021                                                                                İrfan Yalçınkaya

2 Ağustos 2021 Pazartesi

İstanbul Maltepe Merkez Kabristanı’nda Bir Gezinti

Öteden beri çok nadir de olsa fırsat buldukça mezarlıklarda dolaşmayı sevmişimdir. Mezar taşları, kalp gözünü açmış insanlara neler söyler neler. Onbeş yılı aşkındır bu ilçede olmama ve o kabristanı minibüs yolu (eski Bağdat caddesi) üzerinde görmeme rağmen ancak bugün etraflıca gezme imkanım oldu. Kabristanın girişindeki mermer kitabede, 1938 tarihi yazılı idi. Mümkün olduğu kadar mezarlara ve başlarındaki kitabelere dikkatli bir nazarla baktım, inceledim.

Devamı için;

https://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/6243-i-stanbul-maltepe-merkez-kabristani-nda-bir-gezinti


27 Mayıs 2021 Perşembe

İRFAN’IN PENCERESİ’NDEN - İki Dost - “(Yusuf) dedi ki; Rabbim, zindan, bunların beni davet ettiği şeyden (zinadan) daha sevimlidir (iyidir, hayırlıdır). Eğer sen onların fendini benden uzaklaştırmazsan, onlara meyledip cahilce davrananlardan olabilirim” (Cinsellik-3)

İRFANIN PENCERESİ’NDEN

İki Dost - “(Yusuf) dedi ki; Rabbim, zindan, bunların beni davet ettiği şeyden (zinadan) daha sevimlidir (iyidir, hayırlıdır). Eğer sen onların fendini benden uzaklaştırmazsan, onlara meyledip cahilce davrananlardan olabilirim* (Cinsellik-3)

 

İnsana tarihte yolculuğa çıkmışçasına bir ortam sunan ve huzuru, sükûneti, dinginliği hissetmeye imkân veren boğaz kıyısındaki camide namazımızı eda ettikten sonra bir köşeye çekilip oturduk.

Selçuk Bey, dedim. Hemen her sayılarında cinselliği bir bahane ile ve daha çok da tahrik edici, saptırıcı yönüyle işleyen, cinsel konularla yatıp kalkan, kafayı cinsellikle bozan piyasadaki malûm dergilerin birinde, bir zamanlar tesadüfen okuduğum şu satırlar İslam dışı zihin yapısını, konuya bakışını net olarak ifade ediyordu. [Cinsel eğilimler kişiden kişiye o kadar çok farklılık gösteriyor ki… Dört yıldır lezbiyen ilişki yaşayan Tülay, bunları anlatırken oldukça rahat ve sakin. Çünkü, cinsel tercihinin toplumun belirlediği sınırlara uymaması onun için önem taşımıyor. Zaten günümüzde cinsellikte bir takım sınırlar çizmek oldukça güç. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna kim karar verebilir ya da normallikle anormalliğin sınırlarını kim belirleyebilir ki?] (1)

Arif Bey, insanın hayvandan farkı bulunduğuna, kendisine temyiz kâbiliyeti sağlayan aklı olduğuna göre, ihtiyaç ve güdülerini doyurmada da ondan farkı bulunması elbette gerekecektir. Hayvanda bulunmayıp kendinde bulunan aklın gerektirdiği de budur. İnsan düşünecek, düşününce de doğruyu bulması kolaylaşacak ve bir kompleksi yoksa doğruya erişecektir. İnsanı, bu düzenlemede uzvi ihtiyaç ve içgüdülerin iyi anlaşılmış tabiatı yönlendirecek ve bunları Yaratan’ın, yarattığı bu hususiyetlere verdiği özellikler ister istemez göz önünde bulundurulacaktır. Bu takdirde düzenlemeyi kendisi değil, kendisini Yaratan’ın yapmasının en uygunu olacağı noktasına varacaktır. Ölçüyü edinmek de böyle mümkündür.

Lütfen dikkat Arif Bey, bayanın söylediği son cümle meselenin püf ve de can alıcı noktası. Tam da mesele burada düğümleniyor. Evet, cinsellik ve hayata ilişkin tüm alanlarda “neyin doğru neyin yanlış olduğuna kim karar verebilir ya da normallikle anormalliğin sınırlarını kim belirleyebilir?” İşte “neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar veren ya da normallikle anormalliğin sınırlarını belirleyen” İlah’tır, Rabb’tır, Melik’tir. Yani hüküm sahibi, terbiye edici (ahlâk vaaz eden) ve sulta (otorite) sahibi’dir. Bu ya insanı ve tüm kainâtı yaratan Allah’tır ya da başka bir varlıktır, şeydir. Allah’tan gayrisi olduktan sonra da ister kişinin kendisi (nefsi-istek ve arzuları), ister başka bir kişi, grup ya da kişiler (demos, cumhur, halk) olmuş, diri veya ölü, canlı ya da cansız bir varlık olmuş ne fark eder ki? Kim sorusuna ilk insandan bu yana iki türlü cevap verilmiştir. Allah (Allah’ın başka devir, zaman ve mekânlarda farklı isim ve sıfatlarla anılması ayrı bir konu) ya da gayrısı. Kim sorusuna Allah diye cevap vermedikten sonra varsın şu veya bu diye cevap verilsin, artık bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Artık Tevhid değil Küfür ya da Şirk söz konusudur. Artık orada “neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar veren ya da normallikle anormalliğin sınırlarını belirleyen” Allah değildir. O olmadıktan sonra da elbette kişi ya da kişiler (laik ya da ruhban olmuş, farketmez) istedikleri gibi hareket etmekte özgürdürler, hürdürler, serbesttirler. Artık yeryüzünde o an ne kadar insan varsa o kadar ilah, rabb, melik var demektir. Öyle ya herkes yürüyen, yaşayan birer küçük tanrıya (!) dönüştükten sonra doğru ve yanlış, normal ya da anormal tanımı tamamen keyfi ve göreceli hale gelmiş demektir. Furkan, yani doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, temizi pisten, normali anormalden ayıran artık vahiy (Allah’ın sözü, tavsiyesi, buyruğu)  değil insan ya da insanların keyifleridir, akıllarıdır, paşa gönülleridir. Yaratan, yaratmışsa yaratmış, bedeni onundur, istediği kadar ‘cinsel partner-ortak’la yatar kalkar, tek gecelik ya da bir süreliğine ilişki yaşayabilir, bedeninde istediği gibi tasarrufta bulunabilir, hatta canı isterse yaşamına kendi eliyle son bile verebilir. Vahiy; ölçü, hadd, sınır olmaktan çıktıktan sonra da cinsellik konusunda hangi hakla zinadan, zinanın değişik bir şekli olan homoseksüellikten veya türlü türlü cinsel sapkınlıkların (LGBTİ+ gibi) yanlışlığından dem vurulabilir ki? Erotizm iyi de (!) pornografi kötü be arkadaş ya da pornografi hadi neyse de (!) çocuk pornografisi kötü be birader gibi abuk sabuk, saç baş yoldurtan söylemlere dalar durur beşer ve şaşar.

Haklısınız, dedim. Ölçü, kriter, referans İslam olmadıktan sonra da bırakın kadın ve erkek arasında evlilik dışı cinsel ilişki demek olan zinayı, eşcinsellik ve tüm diğer sapkınlıklar laiklik-demokrasi-liberalizm adına savunulmak durumunda kalınır. Cinsel tercihlerine devlet dahil hiç kimsenin karışmaması gerektiğine inanan günümüzdeki çokluk, çoğunluk konumundaki insanlar gibi, tarihte de birtakım insanlar Kur’an’ın şehadetiyle Allah’ın elçisi Lût’a (a.s) şöyle demediler mi? “Biz seni, başkalarına (karışmaktan) men etmedik mi?" (Kur’an; Hicr/70). Yani bugünün diliyle tercüme edersek “Lût, sen bizim cinsel tercihimize karışma. Zaten günümüzde cinsellikte bir takım sınırlar çizmek oldukça güç. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna kim karar verebilir ya da normallikle anormalliğin sınırlarını kim belirleyebilir ki? Allah’ın elçisini olduğunu söylemen bizi ırgalamıyor. O Allah dediğin varlık bizi yarattıysa yarattı, o kadar. Bizim hayatımıza müdahale etme hakkı yoktur. Cinsellik tercihinde kadınla ya da erkekle ilgilenmişiz, ona ne. Din (inanç) dediğin vicdan işidir, kişi ile tanrı arasındadır. Bize fikirlerini dayatma, rahatsız etme ve de karışma.” Hatta giderayak Lût’u ve diğer müslümanları kastederek “Lût Kavmi'nin cevabı: "Bunları, yurdunuzdan sürüp çıkarın, muhakkak bunlar, çokça temizlenen, namuslu insanlarmış." (Kur’an; Araf/82) diye istihza edip ti’ye bile aldılar. Öyle ya, onlara göre temizi, pisi kim belirleyecekti; vahiy de onlara göre zaten Lût’un “bunları bana Allah bildirdi” diye iddia ettiği onun kendi sözleri değil mi idi? Tarihe dönüp baktığınızda Lût’un toplumundaki o çirkin fiili işleyenlerle bugünkülerin tutum ve söylemlerinde temelde hiç fark var mı?

Arif Bey, zinadan ve diğer sapkınlıklardan daha vahimi nedir biliyor musunuz?  Bu hâl’in günah, haram, pis ve çirkin olarak görülmeyip normal ve doğal olarak görülmesidir. Yazılı ve görsel medyada zaman zaman falan ülkede eşcinsel evliliğe ve onların evlat edinebilmelerine hukuken izin verildiğine dair haberler çıkar durur. Hatta müslüman eşcinseller(!)den bahsedilip bunların camide ibadet hakları falan gündeme getirilir. Nasılsa iş bir defa raydan çıktı ya, Kur’an’daki kelimeler yerlerinden kopartıldı, kavramların içi boşaltıldı ya, artık ne söylesen, ne yazsan kim dinler ki. Yıllar önce bir arkadaşın e-posta yoluyla gönderdiği bir haberi aktarmak isterim size. [Endonezya'nın başkenti Cakarta'da 27 Mart'ta düzenlenen Endonezya Dinler ve Barış Konferansı'ndan "Eşcinsellik İslam'da caizdir" fetvası çıktı. Endonezya içinden ve dışından pek çok İslam uzmanının katıldığı toplantıda konuşan ilahiyat akademisyeni Dr. Siti Musdah Mulia, Kuran'daki Hucurat Suresi'ni esas aldığını ve eşcinselliğin yalnızca şehvetten kaynaklanmadığını vurgulayarak, "Eşcinselliğin Allah'tan geldiğinin, doğal olduğunun göz önüne alınması gerekir. Allah'ın gözünde insanlar dindarlıklarına göre değerlendirilirler" dedi. Pek çok katılımcı da bu görüşe destek verdi.] (2) Malûmaliniz bu tür haberleri fırsatı ganimet bilip allayarak pullayarak, etekleri zil çalarak yayınlar medyanın bir kesimi. Onların istek ve arzularına uygun fetva verin de varsın bu dini hüküm demek olan “fetva” olsun, varsın bu sözü söyleyen ilahiyat akademisyeni veya molla olsun, farketmez. Yeter ki onların gönlü hoş olsun. Aslında çok da umurlarında değil eşcinselliğin veya zinanın, Yaradan tarafından kötü, çirkin ve hayasızlık olarak nitelenmesi. Zira Yaratıcı ile köprüleri atmışlar, rabıtayı (bağlantıyı) kesmişler, onu -eğer inanıyorlarsa- vicdanlarının en derin köşesine hapsetmişler, yeryüzünde ilahlaşmışlar ya da başka ilahlara tabi olmuşlar. Ne hoş olurdu onlar için Yaradanın, yalnızca yaratıcı olarak kalması ve de onların paşa gönüllerine tabi olması, öldükten sonra da kaybolup gitmeleri ya da hesaptan beri olmaları ve hatta affedilip mükâfata nail olmaları. Bunlar Allah’tan korkmadan, kulları’ndan da utanmadan şu ülkede uzun yıllar türban (başörtüsü) taktığı için, tesettürlü olduğu için binbir zulme uğratılmış bayanları bilmelerine rağmen, bırakın vakti zamanında onların uğradığı haksızlığa karşı çıkıp savunmalarını, onların ırzları, namusları ile bile dalga geçtiler, çamur attılar. [Türbanlı porno. İnternette teşhircilik yapıp, fantezilerini paylaşan tesettürlüler var] (3) gibi haberlerle ancak inançla ilişkilendirilebilecek bir kelimeyi (türban, tesettür) rezilliğin, iğrençliğin dibi demek olan bir kelimeyle birlikte anmaktan haya etmediler. Aslında bunların, Hz. Peygamberin hanımına zina iftirasında bulunan Mekkeli müşrik Araplardan; Müslüman Boşnak bayanların onbinlercesine sistematik şekilde tecavüz eden sırp çetniklerden; eşcinsellik ayyuka çıktığı için toplumunu uyaran Allah’ın elçisi Lût(a.s)’a “Lût ve beraberindekiler de amma temiz insanlarmış” diye alay edenlerden zihniyet olarak fazla bir farkları olmasa gerektir. Şeytani bir düşünce ile isterler ki temiz kimse kalmasın, herkes bir ucundan pisliğe bulaşsın, kimsenin kimseye diyeceği kalmasın, rahatça yollarına devam edebilsinler.

Hadi bunlar böyle, kötü ve ard niyetli diyelim. Ahlaken bozulmaya, kokuşmaya, yozlaşmaya kapı aralayacak her tür habere çanak tutarlar tutmasına da bu İslam uzmanı(!) ve ilahiyat akademisyenlerine(!) ne oluyor Allah aşkına? Nasıl olup da böyle fahiş (aşırı, İslam’a aykırı) bir fetva(!)ya imza atabiliyorlar? O zaman günışığı gibi apaçık konular bile yamuk yumuk, eğri büğrü bir şekilde ele alınmaz mı? Ya bunlar yanılıyor ya da Allah (hâşa) ve O’nun peygamberi Lût ve mü’minler. Doğal (fıtri, yaratılışa, insan haysiyetine uygun), normal ve meşru olan evlilik iktidarına sahip bir kadın ve bir erkeğin şahitler huzurunda evlilik bağı ile birlikteliği mi yoksa cinsel sapkınlık, anormallik, hastalık olarak nitelenmesi gereken eşcinsellik mi? Yok şehvetten kaynaklanmıyormuş, Allah’tan geliyormuş, doğuştan (genetik) geliyormuş gibi birçok yalan yanlış, aslı astarı olmayan bilgi ve çarpıtma. Eşcinsellik de caizse, İslam’da ne haram? Dindar insan kim? Laik-demokratik dünya görüşünün hukukuna (şeriâtine) göre zina ve de eşcinsellik caiz olabilir. İslam demokrasi midir ki helal ve haramı, doğru ve yanlışı, normal ve anormali “katılımcıların pek çoğu” belirlesin? İslam laiklik midir ki, Allah ve Rasulünün (Elçilerinin) hüküm ve görüş belirttiği bir konuda başka birine, başka bir hukuka (şeriâte) kulak vermek, itaat etmek, teslim olmak söz konusu olsun?

Arif Bey, gene yıllar önce internette bir haber ilişmişti gözüme. Biliyorsunuz evlenilmesi şer’an (İslam şeriâtince-hukukunca) caiz olmayan aile fertleri ve akrabalar tek tek sayılır Kur’an’da (Nisa/23). Bunu hatırlattıktan sonra, haberi nakledeyim isterseniz. [Kardeşler ama dört çocukları var. Evlenerek dört çocuk yapan kardeşler yeni bir tartışmanın kapısını araladı. Almanya’nın Saksonya eyaletinde yaşayan Patrick S. ve Susan K., kardeş olmalarına rağmen evlenerek ortak dört çocuk sahibi oldu. Ülkede şimdi yakın akrabalar arasındaki evliliğin suç olup olmadığı tartışması yapılıyor. Almanya’da ensest ilişki, yasalara göre suç sayılmasına rağmen ikili bu ilişkiden vazgeçmedi. Patrick S. ensest ilişki nedeniyle iki yıl hapis yattı. Çift ilişkilerinde bir yanlışlık olmadığını savunuyor.  Ancak şu anda Almanya’da değişik bir tartışma yaşanıyor. Ensest ilişki gerçekten suç mu? Dava şimdi anayasa mahkemesinde görülecek. Anayasa mahkemesinin vereceği karar merakla bekleniyor. Eğer mahkeme ensest ilişkinin suç olmadığı yönünde bir karar verirse, Alman yasalarına göre akrabaların birbirleriyle ilişkiye girmeleri de suç olmaktan çıkmış olacak.] (4) Ve geçen zaman içinde bütün bu tartışmalar bitti ve LGBTİ+ denilen sapkınlıklar yasalaştı, suç olmaktan çıkarıldı Almanya ve diğer Avrupa Birliği ülkelerinde. İşte böyle, insan vahyi (nakli) terk edip de yalnız ve yalnız “aklı ve bilimi”, “hayatta en hakiki mürşit-doğru yolu gösteren” olarak kabul ederse, neden böyle bir sonuca varmasın ki?. Sahi yine aynı soru geldi dikildi karşımıza. “Neyin doğru neyin yanlış olduğuna kim karar verebilir ya da normallikle anormalliğin sınırlarını kim belirleyebilir ki?”.

Dünya kurulalı, insan yeryüzünde var olalı beri, insanlar arasındaki tüm beşeri münasebetler ve aile-akraba ilişkileri cinsellik üzerinden kuruldu ve kurulmaya da devam ediyor. Anne, baba, kardeş, büyükbaba, nine, amca, dayı, hala, teyze, dünür, bacanak, kayınbaba, baldız vs bütün bu tanımlamaların tamamı evlilik ve cinsellikle alakalıdır. Evliliği bitirip klasik ana baba kavramını ortadan kaldırdığınızda ve aile üyeleri arasında cinselliği normal ve yasal hale getirdiğinizde insanı, insanlığı, toplumu ifsada, helâka, yok oluşa doğru sürüklemiş olmaz mıyız? Sırf üç günlük dünyada daha fazla ve daha farklı haz, zevk almak uğruna; sırf istek ve arzularımızı tatmin etmek için, bizi biz yapan, insan yapan, diğer canlılardan ayıran yanımızı yok etmek ve geleceğimizi, gelecek nesilleri yok etmeye, ateşe atmaya değer mi, yakışır mı?

Her şeyi yerli yerine, ait olduğu yere koymalı, Arif Bey. Aksi halde hem kendimize, hem de başkalarına zulmetmiş oluruz. Başka dünya görüşlerine (ideolojilere, dinlere) ait kavramlara istediğimiz şekilde anlam yükleyemeyiz, içini boşaltıp dilediğimiz şekilde dolduramayız. Sapla saman, şapla şeker birbirine karışır o zaman. Ben şimdi “Marksizm, Allah’tan başka ilah olmadığına; Muhammed’in de O’nun kulu ve elçisi olduğuna inanmaktır” diye tanımlasam olur mu? Herhalde “uysa da, uymasa da” olur dersem olur belki ama buna da kargalar bile güler.

Yeri gelmişken Kur’an’da cinsellik konusuyla irtibatlandırılabilecek ayetlerdeki “dil”e de değinmek istiyorum Selçuk abi. Yaratan, karı-koca arasındaki cinselliği (cimayı, halveti) ele alırken bile sevgiyi, muhabbeti, yakınlaşmayı ifade eden kelimeler kullanıyor. Mü’min erkek ve kadının birbirlerinin örtüsü, libası olduğundan bahisle huzuru, sükûneti birbirlerinde bulabileceklerini belirtiyor. Gerçekten hak, doğru bile olsa, uygun olmayan anlatım, batılı tasvir gibi saf, masum zihinleri ifsad edebilir, bozabilir. Bu hususa hassaten dikkat çekmek isterim.

Allah, evlilik çağına gelmiş olanların evliliğe teşvik edilmesini ve onlara bu konuda yardım edilmesini öğütlüyor. Çok eşliliğin dahi bazı durumlarda caiz görüldüğü İslam’da zina, fuhuş (açık ve gizli, her türlü çeşidiyle) kesinlikle men edildiğine göre, elbette zinaya götüren her yol ve vasıta da bu cümleden olarak önlenmeye çalışılır. Bu anlamda erkeğin ve özellikle kadının kendiliğinden görünen zinetleri (vücut kısımları yani el, yüz, ayak) hariç örtünmesi; duyuların ve özellikle gözlerin harama bakmaktan alıkonulmasının öğütlenmesi çok önemlidir. Mesele yalnızca örtünmenin bir parçası olan başörtüsünün farziyeti meselesi olmaktan öte, başörtüsü bile başka şekillere büründürülüp sulandırılırsa ruhunu, esprisini kaybeder. Tesettürün (İslami ölçülere uygun örtünmenin) erkek ve özellikle daha cazibeli ve albenili yaratılmış olan kadının “dişiliğini değil, özellikle kişiliğini öne çıkarıp toplumda yer alması” demek olduğunun bir kere daha altını çizmek isterim. Bu konuda iki hususa daha dikkat çekmek istiyorum. İlki, hadi diyelim başörtüsünü bir kenara bıraktık (gelenek, nafile veya teferruat dedik), peki konu yalnız başörtüsüzlükle sınırlı kalır mı; diğer husus da başörtüsü olsa bile gerek giyinmede birtakım ölçülere riayet edilmediği için örtünmenin hikmetini, özünü yitirecek hale gelmesi ve örtünmeyle uyumlu olmayan tarzda davranışlar sergilenmesidir. Ki zaman zaman çevremizde –ki geçenlerde Gülhane Parkı’nda gezinirken rastladım yine- özellikle İslami örtünmeye riayet eden bazı kızların erkek arkadaşlarıyla sarmaş dolaş olmaları (velev ki nikâhlı bile olsalar) ve bazı bayanların bütün vücut hatlarını ortaya koyacak şekilde daracık (hatta tayt) elbiseler giymeleri, aşırı makyajlı olmaları bu söylediğimi teyit eder niteliktedir. Lise ve fakülte yıllarımda (seksenler) okula belediye otobüsleriyle gider gelirdim. Otobüsler sayıca az olduğu ve alternatif başka bir ulaşım aracına da binemediğimden bazen hıncahınç dolu olsa da mecburen otobüsle yolculuk yapardım. Bir gün otobüste bir genç oğlanla kız samimiyeti o kadar ileri götürdüler ki, yolculardan yaşlı bir amcanın sabrı taştı. Dedi ki; “Delikanlı ayıp oluyor ama kalanı da yatak odasına bıraksan”. Tabii o zamanlar büyüklere şekilsel de olsa bir saygı ve yarım yamalak da olsa bir mahcubiyet vardı. Gençler karşılık vermedikleri gibi hemen toparlanıp kendilerine çeki düzen verdiler. Şimdilerde ise ne bu uyarıyı yapabilecek yaşlı amca/teyze var; ne de bu uyarıyı dikkate alıp sessizce uyacak bir gençlik var, hatta uyaran kişinin hakarete, şiddete uğraması ya da adli mercilere şikayet edilmesi işten bile değildir.  Kamusal alanda, medyada, okulda, sokakta kısacası her yerde şehveti tahrik eden görüntülerin bulunmaması çok önemlidir. İnternet, sosyal ve yazılı-görsel medya aracılığı ile zinaya yaklaştırıcı, cinsel sapkınlıklara davetiye çıkarıcı materyalden uzak durulup, her cins ve yaşta insan, bu konularda bilinçlendirilmelidir. Her yaşta sağlıklı bir cinsellik konusunda her türlü bilgilendirme, bilinçlendirmeye evet ama istismara, yozlaşmaya hayır. Okullarda, medyada veya değişik platformlarda bu konular işlenebilir, fakat harama, sapkınlığa, çirkinliğe davetiye çıkarılamaz.

Selçuk Bey, dedim. Hatırıma yıllar önce Cuma namazına gittiğim yıllarda çalıştığım yerdeki hocanın namaz öncesi yaptığı vaaz geldi. Camide cemaat sayısı oldukça azdı. Hoca, oturduğu mahalledeki kadınların zikre gitmek için birbirlerine “Huuu … Hanım, hadi hazırlan da zikre gidelim” diye seslendiklerini aktarıp ardından sinirli bir şekilde ilave etti. “Yahu kadının zikre gitmesi de ne demek, kadının zikri erkeğinin yatağıdır”. Ben şaştım kaldım, ne demek şimdi bu diye. Cevap vermek istedim, fakat hocayı oradaki insanların içinde zor duruma düşürmemek için vazgeçtim. Zaten dinleyicilerden de herhangi bir tepki gelmedi alışılageldiği üzere. Çok geçmedi, hocaya bir yerde rastladım. Sözünü hatırlattım, ne manaya geldiğini sordum. “Sahiden böyle mi düşünüyorsunuz, cemaatte bir kadın olsaydı sinirlenip kızmaz mıydı, İslam’dan soğutmaz mı bu bakış açısı kadınları” diye sorularımı yönelttim. Kem küm, hık mık deyip öyle söylemek istemediğini belirtip konuyu kapatmaya çalıştı.

Arif bey, size şaşırtıcı gelebilir ama maalesef hoca bir yerde mazur da görülebilir. Neden mi? Bakın, daha önce konuşmamızda bahsi geçen, baskı üstüne baskı yapan ve son baskısını yapan yayınevinin tanıtım yazısında, [insan hayatının en önemli yönlerinden biri olan cinselliğin İslam açısından incelendiği bir kaynak eserdir. Bu eser, günümüzün en problemli alanlarından birisi olan cinsel hayattaki iyi ve doğruların neler olduğu, zarar ve yanlışların nasıl önlenebileceğine dair temel esasların belirlendiği en önemli eserlerin başında gelmektedir. Kuran ve hadisler ışığında cinsel hayata ilişkin tüm yönler bu çalışmayla gözler önüne serilmektedir] diye takdim ettiği, Ali Rıza Demircan adlı ilahiyatçı yazara ait “İslam´a Göre Cinsel Hayat” adlı kitabın 14. sahifesinde “… dinimizin cinsel hayatla ilgili yasaklarının (haramlarının) bir kısmına bakalım” deniliyor ve bu babda şöyle bir madde de gözümüze çarpıyor. “… dini ve sıhhi bir mazeret olmaksızın kocanın cinsel arzularına karşı çıkmak”. Hâl böyle olunca da eğer adam azgın ise karısının payına bol bol zikir etmek (!) düşer elbette, değil mi? Öyle ya, bu zihniyete göre evli kadının “dini ve sıhhi mazereti” dışında başka nasıl bir mazereti olabilir ki? Hele bir de kocasının isteğine hayır deme durumunda haram işleme?! durumunda kalıyorsa, sen gel de kocaya hanımının isteğinin olmamasından ya da ruhsal durumunun müsait olmamasından dem vur. Bu bakış açısına göre evli müslüman kadın, kocasının diğer istekleri yanında cinsel isteğini de karşılayabilmek için her an hâzır ve nâzır olmalıdır. İnsanın bu noktada “yahu, Allah’a mı yoksa kocaya mı teslimiyetin adıydı İslam” diyesi geliyor. Hz. Peygambere isnat edilen, söylediği söylenen "Kulun kula secde etmesi caiz olsaydı, kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim", "Bir koca karısını yatağına çağırır da -karısı gelmezse- sabaha kadar ona melekler lanet eder" sözleri uydurma (mevzu) değil miydi yoksa?

Hazır yeri gelmişken bu konu ile ilgili bir hatıramı daha nakledeyim müsaade ederseniz, dedim. Yıllar önce eşimin babasıgilin köyündeki camiden namaz çıkışında köylülerden biri ile sohbet ediyorduk. Konuşma sırasında utana sıkıla bana bir soru yöneltti. “Ben, dedi. Sık sık hanımımla birlikte olmak istiyorum. O ise yorgun olduğunu söyleyip arkasını dönüp yatıyor. Bu durumda ne yapabilirim, ne gibi bir sorun olabilir acaba?”. Dedim ki, “köylük yerde –hoş, şehirde de durum farklı değil ya- iş güç oldukça fazla. Yalnız erkekler değil kadınlar da tarlada, bağda bahçede çalışıyor. Akşam eve kocası gibi yorgun argın geldikten sonra bir de –varsa- hayvanların yemlenmesi, sağımı, yemek, bulaşık, çamaşır gibi ev işleri, çocukların bakımı gibi ek başka işler devreye giriyor. Tabii günün sonunda bilhassa kadınlarda hal mecal kalmıyor. Buna bir de erkeğin saç sakalının bakımsızlığı, ağız ve –varsa- sigara, alkol kokusu, üstüne başına özen göstermeme, tatlı sözlerden ve zarif davranışlardan mahrumiyeti de eklenince zaten yorgun olan kadının kocasıyla ilgilenecek, dönüp bakacak hali, isteği, arzusu kal-a-mıyor. Sen bunları bilip ona göre davran ve kendi üzerine düşeni yap, hallolur inşaallah” dedim. Konuya bu açıdan yaklaşımım ilgisini çekti, onayladı. Tabii bu kişiyi çok iyi tanımadığımdan karı-kocanın birbirine karşı olan sevgi ve saygısının olup olmamasının da payı olabileceğini söyleyemedim. Yıllar önce seyrettiğim Spielberg’in “Mor Yıllar” adlı bir filminde, tanımadığı, sevmediği bir adamla zorla evlendirilen bir zenci kadının bir arkadaşıyla konuşurken, kocasıyla olan ilişkisini tarif ederken kullandığı şu cümle oldukça manidar gelmişti bana. “Bazı geceler üzerime çıkıp tepiniyor, gözümü kapatıp sabrederek bu işkencenin bitmesini bekliyorum.”

Arif bey, geçmişte ve günümüzde bile erkeğe nazaran kadının cinsiyet anlamında daha mağdur olduğu aşikâr ve inkâr edilemez bir gerçektir. [Prof. Dr. Cindoğlu "Bu topraklarda kadın cinselliği korkular üzerine kuruludur. Kadın da bu korkuları içselleştirmiş durumda, ilk korku, bekaretini kaybetme korkusudur. Bunu bekaretinin belli olmaması, ilk ilişki, evlendiğinde yeterince arzulanmama, hamile kalıp kalmama, hamilelikten sonra beğenilmeme, yaşlanma, menopoz ve menopoz sonrası terk edilme korkusu izler. Korku da kadının cinsellikten keyif almasına engel olur" şeklinde konuştu. Özellikle bekaretin, kadının koca ile babanın namusu olarak algılandığını belirten Cindoğlu, "20 ilde 1537 kişiyle yapılan araştırmaya göre, toplumun yüzde 70'i, kadının namusunun bekaretle doğrudan ilişkili olduğunu düşünüyor" dedi]. (5) Bu toplumda ve birçok toplumda erkek, cinsellikle ilgili konularda daha ayrıcalıklı ve daha geniş bir hareket alanına sahiptir. İşin garibi erkeğin bu avantajlı konumuna büyük ölçüde kadınların da katkı sağlamasıdır. Erkeğin yaptığı birçok yanlışı hoş gören zihniyet, aynı yanlışı bir kadın yaptığında onun hayat hakkını bile rahatlıkla elinden alabiliyor. Zina ettiği için ya da ırzına tecavüz edilen bir kadın “namus temizleme” uğruna aile meclisinin aldığı kararla en yakını tarafından katledilebiliyor. Nedense bugüne kadar zina yaptığı, tecavüz ettiği ya da tecavüze uğradığı için aile meclisinin aldığı kararla katledilen bir erkek hemen hiç görülmedi, duyulmadı. Kendi yakınları veya yabancılar tarafından tecavüze uğrayan kızlar/kadınlar, bu uğradıkları zulüm yetmezmiş gibi şahitlik ederler korkusuyla canlarına kıyılıyor veya öldürülmeyip yaşarlarsa çileli bir hayat onları bekliyor. Bir öldürme ya da ırza tecavüz sonucu olayla hiç ilgisi olmayan bir kız ya da kadın, bedel olarak karşı tarafça talep edilebiliyor. Bir erkekle evlenen bir bayan, eşi ölse bile o evin gelini olarak kabul edilip çoğunlukla da mal mülk ele güne gitmesin kaygısıyla ailenin bir başka erkeğiyle evlendirilebiliyor ya da yeni bir evlilik yapmasına engel olunuyor. Bir kız “berdel” ya da “beşik kertmesi” gibi gelenekler yüzünden hiç tanımadığı, sevmediği biriyle evlendirilebiliyor. Düşmüş, düşürülmüş, ailelerinin, akrabalarının, hatta devletin bile elini uzat-a-madığı kadınlar, bu ülkede ve dünyanın değişik yerlerinde -maalesef tarih boyunca- hayat kadını, fahişe, telekız, eskort adıyla sokaklarda, randevuevlerinde ya da devletin gözetimi ve kontrolünde genelev, kerhane adı verilen yerlerde namuslarını sevmediği, tanımadığı erkeklere para karşılığı sunmak zorunda bırakılıyor. Dünyanın birçok ülkesinde yüzbinlerce kadın, erkek, çocuk fuhuş ve porno sektörünün dişlileri arasında öğütülüp duruyor. Savaşlarda “tecavüz” bir savaş silahı olarak kullanılıyor. Her şeyden önce kadını bir cinsel obje, nesne, eşya gibi algılamaktan, sadece cinsel organdan ibaret bir canlı olarak görmekten vazgeçip bir insan, bir kişi, erkek bir elmanın yarısı ise onu da diğer yarısı olarak görmek, Allah’ın bir kulu olarak kabul etmek gerekmez mi? Bu sorunu çözmede ilk adım olmaz mı? Ne dersiniz?

Yerden göğe kadar haklısınız Selçuk Hocam; dedim. Camiden çıkıp Üsküdar meydanına yakın bir yerde öğle yemeği için meşhur bir lokantaya girdik. Ben pilav ve karnıyarık ısmarladım. Selçuk Bey de çorba ve güveç istedi. Yemeklerimizi yerken sohbetimize kaldığımız yerden devam ettik.

*Kur’an; Yusuf 33

Kaynaklar:

1.      Cosmopolitan Türkiye, Sayı: 34, sh.19, 01.1995

2.      Hürriyet; 02.04.2008

3.      Tempo; 27/09/2005

4.      Hürriyet; 13.03.2008

5.      aktuelpsikoloji.com/turk-kadininin-cinsellige-bakisi


11 Nisan 2021 Pazar

İRFAN’IN PENCERESİ’NDEN - İki Dost - “İkimiz bir fidanın, güller açan dalıyız / Sen benimle ben seninle, bu hayatı yaşamalıyız / Severek birbirimizi, hayatta hep gülmeliyiz” (Cinsellik-2)

İRFANIN PENCERESİ’NDEN

İki Dost - “İkimiz bir fidanın, güller açan dalıyız / Sen benimle ben seninle, bu hayatı yaşamalıyız / Severek birbirimizi, hayatta hep gülmeliyiz”* (Cinsellik-2)


Arif Bey, cinsellik, evlilikle beraber farklı bir boyuta taşındığı gibi evliliğin önemli bir parçası olup Yaradan’ın o yuvayı (evi) kuranlara bir lütfû, bir armağanıdır. Zira Allah ürememizi, çoğalmamızı, neslimizin devamını da yine bu yakınlaşmaya bağlar. İki cins arasında muhabbet, halvet demek olan cinselliği hâsıl etmeyebilirdi. Nasıl yaşamak için lütfettiği yiyecek ve içeceklere bin bir koku, tat ve lezzet katmasa bile, canlılığımızı muhafaza, hayatiyetimizi idame ettirebilmek için biz yine de yemek, içmek zorunda kalırdık. Aynı hastalandığımız zaman almak zorunda kaldığımız ilaçların koku ve tatları hoş olmasa bile iyileşebilmek için almak zorunda kalışımız gibi. Herhalde hikmeti gereği bize (ve hayvanlara) muharrik (tahrik edici, harekete geçirici) bir unsur ve imtihana çekilen alanlardan biri olarak “anlatılamaz, tarif edilemez ancak yaşanır” cinsinden bir içgüdüsel özellik bağışladı, bahşetti. Anam çocukluk çağında bir iş buyurduğunda eğer beni isteksiz ve gevşek görmüşse derdi ki, “yavrum üşenenin oğlu uşağı olmazmış”. O çağda bu lafın manasını bilmezdim, yaşım ilerledikçe anladım. Lâtif olan Rabbimiz, yeryüzünde Adem ve eşiyle birlikte insan soyunun bekâsını sağlamak için koyduğu kuralı (Sünnetullah) bir angarya, bir zorunluluk, sıkıcı bir mekanik eylem olmaktan çıkartıp her iki cinsin sevgi ve aşk ile birbirine ısınmasını, yaklaşmasını, arzu etmesini; böylelikle cinsel doyuma ve huzura ulaşmasını murad etmiştir. İnsan bu içgüdüsünü ya onun razı olduğu cima ya da zina yoluyla (cinsel sapıklıklar dahil) giderir. Allah’ın son elçisinin (as) sahabilerine (arkadaşlarına) “siz eşlerinizle cima ettiğiniz için de sevap kazanırsınız, ibadet etmiş olursunuz, Allah sizden razı olur” sözü işte tam da bunu anlatmak içindir. Zira onlar cima yoluyla hem zinaya iltifat etmiyorlar, zinadan kaçınıyorlar hem Allah’ın emrini yerine getirip itaat ediyorlar hem de fıtraten (yaratılış gereği) karı koca olarak birbirlerinin diğeri üzerindeki haklarını iade ediyorlar. Bu anlamda cima yani meşru olmak kaydıyla sevişmek ibadettir, zikirdir, şükürdür.

Ha bu arada ‘meşru’ kavramını İslam Hukuku(Şeriatı) bağlamında kullandığımın altını özellikle tekrar çizeyim. Zira yasal, kanuni, hukuki dendiğinde işin içine başta laik-demokrasi olmak üzere diğer ideoloji ve dinler de giriyor. İslam Hukuku(Şeriatı)nda cinsellik ancak nikâh yoluyla kurulan evlilik müessesi içinde meşrudur, helaldir. Nikâh ise evlilik çağına gelmiş, cinsel iktidara sahip, akıl ve ruh sağlığı yerinde bir erkek ve kadının(kızın) sevgi ve saygıya dayalı, hiçbir tehdit ve baskı altında kalmadan karşılıklı rıza ile ölüm onlara erişinceye kadar akit(söz)leşmeleridir, birlikte bir evde yaşama(ev kurma, yuva yapma)ya karar vermeleridir. En az iki şahit de kamunun yani toplumun bilmesi yani içtimai ve hukuki işlem için gerekli bir şarttır. Allah indinde, nezdinde karı koca olan kişilerin çevrelerinde de öyle bilinmeleri içindir. Ayrıntılara girmeden bu nikâh konusunu niçin anlattım. Çünkü evlenecek kişilerin özellikle kadınların bazen yapacakları evlilik konusunda fikirleri sorulup rızaları alınmıyor (özellikle reşit olmayan yaştalarsa ve bunu yapanlar bir de velileri ise bu tam bir facia oluşturuyor), beşik kertmesi, berdel, kuma ve daha başka birçok sorunlar yaşanıyor. Dünyanın bir çok ülkesinde (Türkiye de dahil, sadece boşanma sebebi) nikâh (evlilik) dışı ilişki yani zina suç olmaktan çıkarıldığı gibi, Avrupa Birliği (AB) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gibi ülkelerde homoseksüellik gibi bazı sapkınlıklar da, daha da vahim olan evlilik yapılmasına hatta çok daha da vahim olan çocuk sahibi olabilmelerine bile yasal olanak tanınıp normalleştiriliyor. İslam Hukuku’na göre ise ne zina ne de aynı cinsler arasında evlilik meşru değildir. Zina yani evlilik müessesine dahil olmadan yapılan cinsel ilişki ailenin hürmetine, kutsiyetine yeteri kadar zarar verirken, bir de bunun daha da katmerlisi, fahişi(aşırısı) olan homoseksüelliğe kesinlikle prim verilemez, caiz görülemez. Bu neslin, insanın, tabiatın ifsadıdır, bozulmasıdır, çürüyüp tefessüh etmesidir.

Evlilik için diğer şartları anladım da boşanma hariç “kayd-ı hayat” şartı ilginç geldi bana Selçuk Hocam. Niye böyle bir ekleme yapma ihtiyacı hissettiniz? Nikâhta zaten süre olmaz ki? Evlilik, kadın ve erkek, iki kişinin birlikte eşlerden birinin veya ikisinin boşanmaya varan anlaşmazlık hariç ölüme kadar çıktığı bir yolculuk değil midir?

Doğru söylüyorsunuz da Arif Bey, mü’min kadınlar ve erkekler, kadın-erkek ilişkilerinde İslam’ın onları uzak tutmak istediği türden ilişkilerden uzak durmalıdırlar. Peygamberin hayatında hiç yapmadığı Mut’a nikâhı gibi, insanları ve toplumu ifsat edici, kadını ve erkeğiyle toplumu aşağılara çeken nikâhı yapmamalılar. Allah’tan korkmalılar. Ona buna değil peygambere benzemeye çalışmalılar. Peygamberin getirmediği fakat geldiğinde hazır bulduğu halde hiç yapmadığı türden bir nikâhı (mut’a) yapmamalılar. Nefslerine hoş gelse de Allah’tan korkmalılar, kadın ve erkeğin haysiyetine aykırı olan bu işten uzak durmalılar. Bu tür nikâhı şayet nefsiniz için uygun görecek olursanız aynı anda sizin kızınızın ve bacınızın da birisi tarafından bir haftalığına karı olarak geçici nikâhla (mut’a) nikâhlanma talebine nasıl davranır ve ne düşünürler, nefslerine bir sorsunlar. Bir yolculukta bu tür bir nikâhı savunan, olumlu bakan birine bu soruyu sormuştum da çok sert bir tepki görmüştüm. Peygamberimiz demiyor mu ki “yapmayı düşündüğünüz işi şuranıza (kalbini göstererek) sorunuz, orası razı oluyorsa yapınız, razı olmuyorsa yapmayınız” diye. Evet, açıklıkla söylüyorum, gerek gördüğüm için söylüyorum. Kalbinize sorunuz kızınızın bir haftalığına birinin karısı olmasının ne demek olabileceğini ve yapabilirseniz bundan sonra yapınız, olmaz mı? 

Valla Selçuk Hocam, bu dediğiniz ancak akıllarında ve kalplerinde hastalık olmayan, sürgit cinsel haz peşinde koşmayan, cinsel sapıklıklarla malûl olmayan erkek ve kadınlar için rağbet gören anlamlı ve mantıken tutarlı bir görüş. Fakat söz ve hareketlerinde tutarlılık olmayan, istek ve arzularının peşinde koşanlar için geçerli bir ölçü değil ne yazık ki. Bu gibiler eşi, ailesi, yakınları veya kavmi için bu tür şeyleri kabul etmezken başkaları, diğerleri, ötekiler söz konusu olduğunda her şeyi kendileri için mübah görürler. Kendi içinde tutarlı olan Batılı’ların ve bâtıl değerleri benimseyen bir kısım bireyler için ise, bırakın bekâr iken bu tür bir nikâha tevessül etmeyi, nikâha bile gerek görmeden cinsel arzularını tatmin peşinde koşmak, binbir türlü cinsel sapkınlıklara meyletmek, evli bile olsalar eş değiştirme, aile içi ve yakın akraba ile cinsel ilişkiler olağan, normal ve hatta onur!? duyulan bir şey olup çıkabiliyor. İnsanoğlu/kızı bir kez doğru yoldan çıkmaya, sapmaya görsün, ahlaksızlığın ve rezilliğin her türlüsünü rahatlıkla irtikap eder, dibini bulur ve dur durak da bilmez. 

Halbuki cinsel anlamda gerçek doyumun ve huzurun yegâne ve de biricik adresidir evlilik. [Yakın sayılabilecek bir geçmişte, evlilikte doyurucu bir cinsel yaşama kavuşabilmek için bedensel gerçekleri ve cinsel teknikleri öğrenmek gerekli sayılıyordu. Oysa artık biliyoruz ki evlilikte zaman ilerledikçe, eşler arasında sağlam köprüler kurmak için zorunlu olan duygusal ihtiyaçları karşılayamıyorsak bu tür bilgiler pek işe yaramamaktadır… Evlilik birçok ihtiyacımızın tatminini sağlamalıdır. Çoğumuz için evlilik, tek başına yaşamaktan daha güven vericidir. Ama hepsinden önemlisi, evliliğin cinsel ihtiyaçlarımızın doyumu için bedensel, ahlaksal ve duygusal yönden geçerli en iyi çözüm olmasıdır]. (6) [Cinsellik, insanoğluna bahşedilmiş en önemli haz kaynaklarından biridir. Bununla birlikte cinsellik, insanoğlunun en önemli kaygı ve ıstırap nedenlerinden biri de olabilmektedir. Hayatımızın farklı alanlarındaki sorunlar, cinselliği etkileyebildiği gibi, cinsellikle ilgili sorunlarımız da hayatımızın diğer alanlarını etkileyebilmektedir]. (7) İnsan hangi yaşta olursa olsun, ölünceye kadar yaşamının her yönü olduğu gibi cinsel yönü de önemli olup, ancak insana ölüm gelip çattığında sona erecektir. Kaldı ki bu dünyada eline, diline, beline (ırzına, cinsel yaşamına) hâkim olan yani Allah’ın sınırlarına riayet eden mü’min kulları, cennette yine güzel, hoşa gidici, nezih bir cinsellik bekleyecektir Rabbimizin “Beyan”ına, “Kitab’ul Kerîm”ine göre. 

Cennet ve cinsellik dediniz de, hatırıma hekim arkadaşlardan birinin anlattığı bir olay geldi Selçuk Hocam. Ona da bir hocası anlatmış. Cuma günü namaz için bir camiye gitmişler. Namaz öncesi verdiği vaazda imam, cennetteki hayatı anlatırken malûm, hadis adı altında rivayet edilen muhtelif sözlere dayanarak, işte ‘cennette bir erkeğe şu kadar erkek gücü verilecek, şöyle şöyle kızlar onun hizmetine tahsis edilecek, bir dediği iki edilmeyecek’ türünden allaya pullaya, allandıra ballandıra bir şeyler anlatınca hocalardan (tıp profesörlerinden) birinin dayanamayıp tepesi atmış. “-Kalkın toparlanın, başka bir camiye gidiyoruz. Bu herif cenneti kerhaneye çevirdi” demiş. Espri bir yana, gerçekten özellikle müslüman erkeklerin bir kısmının hayal dünyalarında cennet, cinsel açıdan bu dünyada zorunlu olarak kaçındıkları, uzak durdukları her türlü şeyi hadsiz hesapsız yapabilecekleri, affınıza sığınarak söylüyorum müstehcen (pornografik) her eylemi icra edebilecekleri bir yer olarak hayal ediliyor, öyle zannediliyor.

Haklısınız, Arif Bey dedi çayından bir yudum daha alarak. Oscar Wilde bir sözünde, “Dünyada iki büyük trajedi vardır. İlki, insanın arzularını tatmin edememesi, ikincisi ise tümüyle tatmin etmesidir” der. Tarihte özellikle ruhbanlığın genel geçer olduğu Ortaçağ Hıristiyanlığında evlilik, dindarlık adına uzak durulması gereken bir şey olarak görülünce manastır hayatında bir kısım rahip ve/veya rahibeler arasında gayri meşru, sapkın davranışlara rastlandığı yazılıp çizilen bir vakıadır. Bugün bile Vatikan, Kiliselerde özellikle çocuk tecavüzlerine bir türlü engel olamıyor, çare bulamıyor. Geçen yüzyılda ise özellikle ikinci emperyalistlerarası savaşı takiben başta Avrupa olmak üzere bütün dünyada cinsel özgürlük rüzgarları esti. Bu sefer de bütün dini-ahlaki kural ve kayıtlardan âzâde biçimde, her türlü sapıklık ve sapkınlık arttı ve çığ gibi yayıldı. Öyle ki bu durumun önü alınamadığı gibi bir de ‘cinsel tercih özgürlüğü’ adı altında demokratik hak ve özgürlük talebi olarak yasal-hukuki çerçeveye oturtuldu. İki hemcinsin nikâhı kıyıldığı gibi sperm bankası-kiralık rahim gibi yöntemlerle çocuk sahibi olmalarının yolu bile açıldı. Cinsel sapkınlıklar LGBTİ+ (Lesbian-Gay-Bisexuel-Transsexuel-İncest ve akla hayale gelmeyecek her türlü sapkınlık) adı altında örgütlenip, (yaptıkları bu onursuzluğun farkına vardıklarından olacak) ‘onur!? yürüyüşleri’ bile yapmaya başlandı. Evli olsun olmasın bir erkek ve kadın arasındaki zina bile tek başına aile kurumuna karşı yapılmış en büyük saldırı ve evlilik kurumunun altına konulmuş bir dinamit iken, her türlü sapkınlığın önü açıldı, zina bile olağanlaştı, sıradanlaştı, fersah fersah geçildi. Allah’tan Türkiye henüz AB üyesi bir ülke olmadığı için en azından bu konudaki görüşlerimi şimdilik rahatlıkla ifade edebiliyorum. Neden mi? Biliyorsunuz AB üyesi komşu ülke Yunanistan’da (ki AB köklerini Eski Yunan ve Roma’ya dayandırır) Ortodoks Kilisesi’ne bağlı bir Metropolit, LGBTİ+’lileri eleştirdiği için halk arasında ‘kin ve düşmanlık hisleri yaratma ve yayma suçu’ndan mahkemece 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı (Homofobik metropolite hapis cezası, gazeteduvar.com, 19.08.2019) 

Diğer bir takım konularda olduğu gibi müslümanların yaşadığı toplumlarda da cinsellik konusunda da ifrat ve tefrit fazlasıyla mevcuttur. Cinsellik ya tabu imişcesine konuşulmaz, işlenmez, görmemezlikten, duymamazlıktan gelinir ya da ortalığı aslı astarı olmayan bilgiler, gelenekler, rivayetler, mü’minlere yakışmayacak hal ve hareketler kaplar. İnsana ve hayata dair hiçbir alanı, konuyu dışarıda bırakmadan kapsamına alan İslam’da nedense bu konu da doğal, fıtri, olağan mecrasından kopartılıp abartılır köpürtülür. Bir konu seviyesiz, ölçüsüz düzeye vardırılmadıkça ehlince, bilenlerince ele alınmalı, işlenmelidir. Çeşitli vasıta ve imkânlarla her düzeyde, her yaşta insan birçok konuda olduğu gibi rahatlıkla cinselliğiyle ilgili de yeterli ve doyurucu malumat sahibi olabilmelidir. Cinsellik ilginçtir yakın zamana kadar genellikle ilahiyatçılar tarafından yazılan kitaplarda ele alınmış, o da daha çok ilm-i hâl ya da fıkhi (hukuki) boyutu aşamamıştır. Aslında piyasada bolca bulunan ve çoğu zaman ilmi yönden zayıf olan, konunun diğer boyutlarının ıskalandığı bu çalışmalar, her yaştan ve her düzeyden insanın bilgi ihtiyacını kısmen gidermektedir. Fakat diğer yandan da doyurucu ve yeterli olmaktan uzak olup yer yer kafaları iyiden iyiye karıştırıcı, yanıltıcı olabilmektedir.

Yeri gelmişken size, yıllar önce 08.01.2006 tarihli Hürriyet Pazar’da okuduğum bir haberi aktarayım, dedim. [İslam ve cinsellik. Bu ikisinin bir araya gelmesi, yayıncılık diliyle tiraj garantisi sağlıyor. Dergiler, ne zaman bu konuyu kapaklarına taşısa, satışları fırlıyor. Ne zaman bu alanda yazılmış bir kitap çıksa, yayıncısı ihya oluyor. Cinselliği konuşmayı, hatırlatmayı sevmeyen muhafazakar kesim, ‘İslam’a göre cinsellik, evlilik’ kitaplarına büyük ilgi gösteriyor. Cinselliği içeren kitapları ikiye ayırmak mümkün. Biri kadın ilmihali (İslam dininin kurallarını öğretmek için yazılmış kitap), İslam’da aile, Hanımların özel halleri gibi başlıklar altında yazılan kitaplar. Bunlar ana konuları cinsellik olmasa da, en az bir bölümlerini bu konuya ayırıyorlar. Diğer tür ise doğrudan Evlilik ve mahremiyetleri, İnsan ve cinsel hayat, Cinsel mutluluk rehberi gibi cinselliği odağına alan kitaplar. Bunlar özellikle 80’li yılların ortalarından itibaren çıkmış ve adlarında, açık açık cinsellik lafını kullanabilen kitaplar. Bu alanın ilk örneklerden biri ilahiyatçı Ali Rıza Demircan’ın kitabı, "İslam’a Göre Cinsel Hayat". Kitap, 1985’ten bu yana 50 baskı yaptı. Ve yaklaşık 300 bin sattı. Demircan’ın başarısı, yayıncılara fikir verince her biri kataloglarına bu konuda yazılmış kitaplar eklemeye başladı. Şimdi piyasada, aynı başlıkta 30 civarında eser var.] Biliyorsunuz o yıllarda çok satılan kitaplar arasında bir de “Sabah namazına nasıl kalkılır?” diye bir kitap daha vardı. Bu kitap da bilmem kaçıncı baskısını yapmış, yüzbini aşkın satmıştı. Buradan hareketle İslami kesimde kitap piyasasında bu kadar nitelikli kitap varken ve de satış rakamları binlerle ifade edilirken, bu kitapların yüzbinlik satış rakamlarına ulaşması bana düşün-dürtücü ve manidar gelmişti. Siz ne dersiniz?

Hiç düşünmedim, ilginç, dedi. Herhalde günümüz müslümanlarının zihin yapılarının seküler düşüncelerden, batı tarzı yaşam şekillerinden etkilenmelerinden ve de onun doğal sonucu olarak gündelik yaşam pratiklerinin değişimi ile alâkâlı olsa gerek. İslam ve cinsellikle ilgili bu çalışmaların, ilk örneklerden olmaları, konuyu gündeme getirip tartışmaya açmaları, bu konuda bilgi eksikliğini bir ölçüde gidermeleri artı puan olarak bu çalışmaların hanesine kaydedilebilir. Fakat birçok konuda olduğu gibi cinsellik konusunda da Kur’an dışına taşıp Hz. Peygamber(a.s)’den her ne rivayet varsa kitaplarına alanlar, İslam konusunda açık arayan, müslümanlara yüklenmek için malzeme bulmaya çalışanların eline nice fırsatlar verdiği gibi, bu konuda maşallah(!) geniş bir yasak ve haram alanı oluşturdular. Son elçinin dönemindeki toplumda câri olan bilgileri, anlayışları, dönemin özelliklerini dikkate almadan O’na nispet edilen her sözü, her rivayeti aklın ve naklin (vahyin) süzgecinden geçirmeden aldılar; müslüman bilginlerin bakış açısını yansıtan, yaşadığı döneme ait nice içtihadı, kanaati İslam’ınmış gibi takdim ettiler; yer yer konuları zorladılar, teferruata boğdular. Arı duru İslam anlayışına sahip olmayan; Kur’an ve Sünnet’e bakışta sorunları bulunan; insan anatomisini, fizyolojisini ve de psikolojisini bilmeyen; siyaset ve sosyolojiden bihaber; meseleye çok yönlü bakamayan kişilerin çalışmaları da türlü yanlış ve eksikliklerle malûl ve defolu olacaktı elbette.

Halbuki Kur’an’a baktığımızda (Kur’an’a Göre İlmihal de diyebiliriz buna) cinsellik konusunda uzak durulması gereken bir elin parmakları dışında münker, haram, yasak bulamazsınız. Kur’an’ın müslümana vermek istediği bakış açısı, kazandırmak istediği zihniyet o kadar net ve açık ki.

  1. Zinaya yaklaşmamak. Zina haramdır, günahtır ve hukuken de yasaktır, gayri meşrudur. Yasak, gayri meşru olduğu içindir ki zina, kesinlikle ceza-i yaptırımı olan bir fiildir. (Kur’an; 17/32, 25/68, 7/33, 6/151)
  2. Bu cümleden olarak homoseksüellik (erkeğin erkekle, kadının kadınla cinsel münasebeti ve de tabii ki evliliği) ve diğer bilumum cinsel sapkınlıklar kesin olarak haramdır, günahtır ve hukuken de yasaktır, gayri meşrudur, kesinlikle ceza-i yaptırımı olan bir fiildir. Yine bu cümleden olarak mü’minler açısından evlilik içinde bile olsa kadına cinsel olmayan organından yaklaşmak (anal ve oral ilişki) haramdır, günahtır. Zira, erkek ve kadının cinsel organları arasındaki ilişkiye, cinsel ilişki denilir. [Lutilik, Ercümend Özkan, İktibas Dergisi, Ekim 1993, sh. 8-11]
  3. Adet ve lohusalık hallerinde eşle cinsel münasebet haramdır, günahtır. (Kur’an; 2/222)

Son maddeye ilâve olarak oruçlu iken, hacc esnasında ihramlı iken ve de i’tikafta iken eşle cinsel ilişkinin haramlığı, günah oluşu adı geçen ibadetlerle ilişkili ve de arızi (geçici) bir durumdur. (Kur’an; 2/187, 2/197) İslam’da hayatın diğer alanlarında olduğu gibi cinsel yaşamda da helal/haram ölçüleri, öncelikle ve özellikle mü’min-müslüman insanları bağlayan, ilgilendiren bir husustur. Kamusal alanda ise yasak, gayri meşru (İslam hukukuna göre caiz olmayan) olan fiiller ise, ister müslim ister gayr-i müslim olsun herkesi bağlar. Zira inanç ile ilgili olan günah, haram yalnız müminleri ilgilendirirken; yasak ve gayr-i meşru olan şeyler İslam Hukuku ve Kamu Düzeni açısından gereklidir ve o ülkede yaşayan herkesi ilgilendirir. Elbette bu yasaklar kamusal alan için geçerli olup, kişilerin derununa ve mahremiyetine uzanamaz. Kişilerin haram, günah işleyebilme hakkı ve özgürlüğü vardır. Ama bütün insanların can, mal kadar ırz, nesil ve inanç emniyeti için sokakta, herkese açık ve ortak alanlarda birinci ve ikinci maddelerde belirttiğim yasak, gayri meşru, kanun ve yasa dışı fiilleri işleme hak ve özgürlükleri yoktur. O zaman Hukuk ve Adalet devreye girer. Aslında bu durum öyle ya da böyle, aşağı yukarı tarih boyunca ve günümüzdeki devletlerin bir çoğu için de geçerlidir.

Yemeği yedikten sonra bol köpüklü, orta şekerli Türk kahvelerimiz de geldi. Yemeğin üzerine de doğrusu fena olmadı. Lokantadan çıktıktan sonra, biraz yürüyüp sahile geldik. Deniz otobüsüne binip Eminönü’ne geçelim diye fikir birliği ettik. Deniz otobüsü hareket ettikten sonra karşıda İstanbul’un siluetini oluşturan tarihi eserlerin bulunduğu yarımada ve köprü bütün haşmeti, güzelliği ile karşımızda idi. Martılar çığlık çığlığa peşimizden geliyor, rızıklarını temin için suya dalıp çıkıyorlardı. Bu arada elinde çay tepsisi ile dolaşan görevliyi çağırıp iki çay aldık. Deniz otobüsü boğazın mavi sularında yol alırken sohbetimize kaldığımız yerden devam ettik.

Kaynaklar:

*İkimiz Bir Fidanız, Hakkı Bulut, ‘Ben Köylüyüm’ Albümü, 1986

6.      Evlilikte Cinsellik, D.W. Baruch & Hyman Miller, Remzi Kitabevi, 3. Baskı, İstanbul, 1996 [Yeni baskısı yok]

7.      Cinsel Sorunlar ve Çözüm Yolları, Doç. Dr. Hayrettin Kara & Doç. Dr. Sabahattin Aydın, Şen Yayınları, Ankara, 2002 [Yeni baskısı yok]


26 Mart 2021 Cuma

İRFAN’IN PENCERESİ’NDEN - İki Dost - Bir “Temel İçgüdü” ve “Doğumdan Ölüme” Cinsellik (1)

İRFANIN PENCERESİ’NDEN

 

Yıllar önce, geçtiğimiz ay yitirdiğimiz merhum Psikoloji Profesörü Doğan Cüceloğlu’nun “anlamlı ve coşkulu bir yaşam için Savaşçı” isimli kitabını okumuştum. Beğendiğim bu kitap aynı zamanda bana ilham kaynağı da olmuştu. Kitapta yazar, bir konferansı sonrası kendisi ile tanışıp konuşmaya gelen Arif Bey isimli bir öğretmen ile çeşitli konuları karşılıklı sohbet havasında soru cevap şeklinde ele almıştı. Yazar bu yolla, diyaloglar ve örneklerle ele aldığı konuları okuyucuyu sıkmadan daha iyi anlatabilmeyi amaçlamıştı. Ben de bundan hareketle ele almayı düşündüğüm bazı konuları bu formatta işlemeyi düşündüm. “İki Dost” başlığı altında “Tanışma” bölümünden sonra “milliyetçilik” konusunu ve “üniversite yıllarında tanışan bir grup dindar gencin hikâyesi”ni yazmaya çalıştım. Bu başlık altında bu kez hayli zaman önce sonuç kısmı hariç büyük ölçüde yazımını tamamladığım cinsellik konusu ile ilgili serinin ilk kısmını paylaşmak ve bilahare devam etmek istiyorum.

Umarım istifade eder, beğenir, paylaşır, olursa soru ve katkılarınızı esirgemezsiniz.

 

İki Dost - Bir “Temel İçgüdü” ve “Doğumdan Ölüme” Cinsellik (1)

 

Sahilde bir süre yürüdükten sonra, Kız Kulesi’nin karşısına denk gelen banklardan birine oturduk. Bir müddet konuşmadan, denize dalıp çıkan martıları, boğazdaki kayıkları, gelip geçen gemileri seyrettik. Etrafta bir canlılık vardı. İnsanlar sahildeki banklara ya da kıyıya yakın serilmiş minderlerin üzerine oturup bir yandan büfelerden çay, meşrubat, simit, tost alıp denizi, dalgaları seyrediyor, diğer yandan yanındakilerle konuşuyorlardı. Hemen karşımızdaki Kız Kulesi, Üsküdar’da Bizans döneminden kalma tek eser olup, M.Ö. 2475 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahipti. Kule, Üsküdar’ın ve hatta İstanbul’un sembollerinden biri idi. Sohbette ilk sözü ben aldım.

Selçuk abi, dedim. Sizinle bugün oldukça geniş, değişik boyutları olan ve aynı zamanda ele alınması oldukça netâmeli bir konu olan cinsellik konusunu konuşmak istiyorum. Sözlükte “erkeklik ve dişilik olarak canlı varlıkların cinsel özelliklerinin tümü” olarak tanımlanan cinsellik (seksüalite) terimi zor ve sıkıntılı bir konudur. Zira insanın özel alanına karşılık gelmekte olup gizlilik, saklılık özelliğine haizdir, mahrem tabiatından dolayı da konuşulması güçtür, ayıplanma endişesi ve utangaçlık da vardır işin içinde. Üstelik bir yandan da yanlış anlaşılma, cinsellik konusunda ‘batılı tanımlayıp tasvir ederken, saf, temiz zihinlerin ifsad olabilme’ ve tabir-i caizse ‘eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürme’ tehlikesi de vardır. Bu konuda günümüzde fert ve toplumda bolca malûmat olmasına karşın çoğu zaman sağlıklı bilgi olmadığı gibi enformatik cehalet düzeyinde abartılı ve gerçek dışı bilgiler, yanlış kanaatler ve bol miktarda şehir efsanesi mevcuttur. Bu sebeple olumlu veya olumsuz anlamda tepkilerle, eleştiri ve itirazlarla karşılaşmak da ihtimal dahilindedir. Fakat insanın bütün özellikleri gibi cinsellikle ilgili yönü de yadsınamaz, yok sayılıp görmemezlikten gelinemez değil mi?

Arif Bey, ard niyet ve suistimal olmadıktan sonra insana, hayata dair her konu gibi insanın en temel içgüdülerinden biri olan bu konu da ilmi ve seviyeli bir biçimde ele alınabilir, hatta alınmalıdır da, dedi. Zira cins, cinsiyet ve cinsellik canlı varlıklar için söz konusudur. Doğumla başlar (hatta anne ve baba, ana rahminde iken bile çocuklarının sağlıklı olması yanında cinsiyetlerini de merak ederler) ve ölümle biter.

Cinsellik nedir diye bir soru sorulduğunda [çoğu kez cinsellikle ilgili konuşmaktan, yazmaktan hatta dinlemekten çekinirken, bunları yapanları eleştirirken cinsellik denildiğinde ne anladığımız çok önemlidir. İlk akla gelen, anatomik cinsiyetimizdir. Oysa, biyolojik olarak cinsel organlar ve hormonlarla belirlenen cinsiyet, cinselliğin sadece bir parçasıdır. Cinsel organlar ve hormonlarla ilişkili olan üreme, cinselliğin diğer bir parçasını oluşturur. Çocukluk döneminde gelişmeye başlayan cinsel kimlik, cinselliğin önemli bir bölümüdür. Ayrıca, cinselliğin amaçlarından biri de haz almaktır. Bedensel temasın getirdiği haz duygusu da, cinselliğin içindedir. Cinsellik, kişinin fiziksel yapısını, kendisi ile ilgili yargılarını, seçimlerini, diğerleri ile ilgili neler düşündüğünü ve tüm bunların yaşadığı çevre içerisinde ne anlama geldiğini kapsamaktadır. Yani cinsellik kişinin kadın ya da erkek olmasından ve seksten daha çok şeyi ifade eder] diye de cevap verilebilir. (1)

Evet dedim ve ekledim. Cinsellik denince akla günümüzde yaygın bilinenin aksine sadece cinsel münasebet (ilişki) gelmemeli, zira fizyolojik, psikolojik, sosyal, kültürel, siyasal, dinsel ve hatta ne yazık ki iktisadi yönleri bile olan cinsellik bu kadar dar bir alana indirgenemez. Cinsellik konusu oldukça geniş derken, insanın ruhsal-cinsel (psikoseksüel) gelişimini, cinsel kimlik oluşumunu, erkek ve kadın cinselliğini, sağlıklı bir cinsel yaşamı, cinsellikle ilgili hastalıkları, cinsel sapkınlıkları, cinsel suçları ve daha birçok konuyu kastediyorum. Doğumdan ölüme kadar süren dünya hayatımızda cinsellik de bu hayatın bir parçası, hem de önemli parçası olup hayatımızın diğer alanlarıyla da yakından ilişkilidir.

Elbette Arif Bey, Yaradan’ın insanı (ki aslında tüm canlı varlıkları fakat burada konumuz insan) iki farklı cinste yaratmasıyla başlayan hayat, diğer boyutları yanında cinsellik boyutuyla da dikkate değerdir. Asıl yurdunda, yaşanacak asıl yer olan cennette yaratılan ve yaşatılan insan, erkek olsun, kadın olsun, aynı özden olup fiziki, hissi ve ruhi açıdan birbirini tamamlar, bütünler özelliktedir. Cennette türlü nimetler içinde iken şeytanın aldatması (nefsine uyması) sonucu, çıplaklığının farkına varıp örtünmüştür. Zaten özünde olan mahremiyet duygusunun bilincine varmış, Rabb’ine tevbe ile yönelmiştir. Tevbesi kabul edilip imtihan gayesi ve de Hikmetullah gereği bir süre yaşayıp konaklayacağı yeryüzüne inmiş, burada çoğalıp yayılmıştır. Neslin devamı da kadın ve erkek arasında, karşılıklı sevgi ve rızaya bağlı aile bağı ile kurulup, çocukların da bu ortamda korunup yetiştirilmesi yoluyla sağlanmıştır.

Peki, dedim. Hakkında sayısız kitap yazılmış, araştırma yapılmış, tarih boyunca insanların gündeminden düşmemiş ve “haz odaklı yaşayan günümüz insanı”nın takıntılı ve saplantılı bir şekilde dünyevi hayatının merkezine yerleştirdiği bu cinsellik konusuna sağlıklı ve özellikle bir müslümana yakışır bir şekilde nasıl bakmalıyız? Konuyu bütün yönleriyle olmasa bile (zira bu sohbetimiz vakit açısından buna elvermez ve birikim yönünden de yetmez) önemli bazı yönleriyle tartışmaya açmaya, bir bakış açısı (perspektif) geliştirmeye, insan olarak, müslüman olarak bilgi, tavır ve tutumlarımızı gözden geçirmeye ne dersiniz?

Dilersen, sözüme sözlerin en güzeli olan Kur’ân’la başlayayım. “Allah sizi tek bir candan (cevherden, maddeden) yarattı. Kendisine ilgi duyup, ona meyletsin, onunla durulup yatışsın diye de ona aynı özden eşini de yarattı. Zamanı gelip de eşine sarılıp, örtüp bürüyünce eşi de bir yük yüklendi ve bununla bir süre gezindi. Nitekim yükü ağırlaşınca, eşler Rableri olan Allah'a şöyle dua ettiler: "Rabbim bize kusursuz bir çocuk bahşedersen, andolsun sana çok şükredenlerden olacağız!” (Kur’an; 7/189)

İnsan, uzvi (bedeni) ihtiyaçlar ve içgüdüler sahibi bir varlıktır. İşte bu içgüdü (sevk-i tabii)lerden biri de cinsiyet (nev’i) içgüdüsüdür. Cinsellik yalnız insanların değil, hayvanların ve bitkilerin de hilkatlerinde bulunan bir içgüdüsel özelliktir. İnsan, hayvan ve bitkiler iki cinsten; dişi ve erkekten oluşmaktadır. Böyle olmasının sonucu da üremeleri, soylarını devam ettirmeleri mümkün kılınmıştır. Cinsellik içgüdüsü, insanın diğer cinse ilgi duyması şeklinde tezahür eder. Belirtileri şefkat ve şehvettir. Annesi, kızı, kızkardeşi gibi karşı cinsten olanlara şefkat gösterirken (göstermesi gerekirken), diğerlerine şehvet tezahürleri gösterir (gösterebilir).

Cinsiyet içgüdüsünün de diğer içgüdüler gibi müşterek özellikleri ikidir. Birincisi; bu içgüdüler doyurulmazlar ise insan ölmez, fakat huzursuz olur. İkincisi; bu içgüdülerin uyarıcıları ise bedeni ihtiyaçlarınkinden farklı olarak içten değil, dıştandır. Yani, insanın dışındaki bir varlık uyarıcıdır.

Bedeni ihtiyaçlar ve içgüdüler insanda doğuştan bulunduğuna, bunların da insanı, kendilerini doyurmak için harekete sevkettiğine göre hâsıl olacak ilişkilerin tabiatlarına uygun bir düzenlemeye gidilmesi zarureti karşımıza çıkıyor demektir. Bu düzenlemede ister istemez bedeni ihtiyaç ve içgüdülerin yaratılışındaki kendilerinden ayrılmaz özellikleri zaruri olarak göz önünde bulundurulacak ve düzenleme buna göre yapılacaktır. Aslolan, bedeni ihtiyaç ve içgüdülerin soyut olarak doyurulmaları değildir. Yani “kiminle ve ne surette olursa olsun cinsellik içgüdüsünü doyur” anlamında bir doyurma söz konusu olmamak gerekir. Bir diğer ifade ile insan cinsellik içgüdüsünü cîma ile de, zîna ile de doyurabilir. Cîma ve zîna görünüşü itibariyle benzer bir fiil olsa da, esas olarak farklıdır. Cîma, nikâhlı (evli) olan bir kadın ve erkeğin (karı kocanın) cinsel temasını ifade edip meşru ve helal iken; zîna, evli olmayan bir kadın ve erkeğin cinsel temasını ifade eder, gayri meşru ve haramdır. Elbette burada nikâh evlilik, helal haram, meşru gayri meşru kavramları İslam Hukuku(Şeriatı)na göre tanımlanmıştır. İnsan tabiatının taşıdığı özellikler, bir rastgelelik içinde doyurulamazlar. Doyurulurlar ise ne olur? Elbette yine doyurulmuş olurlar. Fakat bu tür bir doyurma, içgüdülerin tabiatı göz önünde bulundurulmadan gerçekleştirilecek bir doyurma olacağından bir takım aksamalar, bir özel ifade ile “doyumsuzluklar” doyumla beraber bulunacaktır. Bu demektir ki bu tür bir doyurma, doyurulanın tabiatına-gerçeğine uygun bir doyurma olmayacak ve tatmin olması gereken insanın sonuçta “huzursuzluğu” söz konusu olacaktır. Bedeni ihtiyaç ve içgüdülerin gerçek doyumu, bunların hem fiziki anlamda doyurulması, hem de sonunda “huzur”un bulunması ile mümkündür. Bu ikisi birden gerçekleştiği takdirde, gerçek doyurma söz konusudur. Huzur da ancak İslam’dadır ve ancak İslam ile sağlanabilir. (2)

“O’nun (Allah’ın) ayet(işaret, delil)lerinden biri de, size kendi cinsinizden, kendileriyle huzur duyacağınız eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için ibretler vardır” (Kur’an; 30/21) diyerek sözümü bağlayayım, dedi.

Boğazın yukarı, Karadeniz tarafından gelen hafif, tatlı bir esinti vardı. “Çay ister misiniz” diye yanı başımızda bir ses duyduk. “İki çay, lütfen” deyip sıcak çaylarımızdan birer yudum alırken ben sohbete kaldığımız yerden devam ettim.

Doğuştan gelen az da olsa fiziksel anormallikler bir yana bırakılırsa her insan doğduğunda kız ve erkek olmak üzere bir cinsiyete ait olarak doğar. Doğduğu günden itibaren annesinin-babasının ve/veya büyüklerinin ilgisi, eğitimi ve koruması altında gelişir. Bedeni ve akli melekeleri geliştikçe kendi vücudunu keşfeder, yavaş yavaş karşı cinsi ayırt eder, giysileri, oyunları farklılık gösterir. Ailede ve çevresindeki yetişkin örnekleri görerek cinsel davranışlarında “rol model” imkânı bulur. İlgi ve merakını gidermede arkadaşları, sokak, okul ve kitle iletişim araçları da olumlu veya olumsuz anlamda devreye girer. Bu nedenle her yaşta fiziki ve ruhi anlamda cinsel gelişimin sağlıklı oluşabilmesi için ilgi ve bilgiye ihtiyaç vardır. Bunun sağlanabilmesi anne, baba ve çocukla ilgilenen diğer büyüklerin üzerine bir vazifedir. Bu ilgi ve destek, doğduğu andan itibaren başlar. Sağlıklı doğan bir çocuk cinsiyetine uygun bir tarzda yetiştirilip sorduğu sorulara, aklına takılanlara, yaşına uygun, ihtiyacı kadar, anlayabileceği şekilde cevap verilmelidir. Mahremiyet anlayışı kazandırılırken salt cinselliğin içgüdü anlamında ayıp, günah, çirkin olarak gösterilmesinin anlaşılabilir bir tarafı da elbette olamaz. (3)

Kaldı ki, dedim. İnsanın kadın olsun erkek olsun cinsellikle ilgili fiziki özellikleri onun doğasının olmazsa olmaz bir gereğidir. Çocuğun ergenlik dönemi öncesi bu konuda merak ve ilgisi, sokağa ve medyanın kontrolsüz haber bombardımanının insafına bırakılmamalıdır. Bilinen ve gerçek anlamıyla cinsel kimliğini ve kişiliğini hormonların etkisi ve fiziksel anlamda bir noktaya geldiği için ergenlik döneminde kazanmaya başlar. Ergenlik döneminde diğer fiziksel ve ruhsal gelişim kadar, cinsel kimliğin de sağlıklı biçimde gelişebilmesi için aileye ve okula ciddi görevler düşmektedir. Erkek olsun, kız olsun bu konularda sağlıklı bilgi alabileceği kişilere ve kaynaklara rahatlıkla erişebilmelidir.

Cinsellik konusunda sağlıklı ve yeterli bilgi kaynağı dedim de, evlenip çocuklarımız da olduktan sonra bu konuda büyük bir boşluk olduğunu iyice fark ettim.  O yıllarda bilgisayar ve internet hayatımıza daha yeni yeni girmişti. Bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda ise bu konu bir tabu idi. Babalarımız bu konuda hemen hiç konuşmazdı, hoş, onların da bu konuda bilgileri geleneksel ve sınırlı idi, neyi nasıl anlatacaklardı ki, zaten biz de aldığımız ananevi terbiye gereği bir şey de soramazdık. Tek kanallı, süresi kısıtlı ve siyah beyaz televizyon evlerin baş köşelerine yeni kurulmuştu. Ağırlıklı ABD dizi ve filmlerinde kadın erkek el dudak temasında herkes başını bir tarafa çevirir, evin babası hafiften bir öksürürdü. Cinsellik konusu ne tv’de, ne de okulda işlenmezdi. Ortalıkta o yıllarda (70’li, 80’li yıllar) Tan gibi cinsellik istismarı yapan gazeteler!, müstehcen dergiler ve de ağırlıklı erotik filmler gösteren ve müstehcen sahneleri erotik filmler arasına sıkıştıran sinemalar vardı. Doksanlı yıllarda renkli ve özel tv’ler dahil çok kanallı uydu tv’ler yayına başladı. Özel tv’lerde gece yarısından sonra kırmızı noktalı filmler yayınlandığı gibi video cihazından sonra videokasetler piyasada arzı endam etti. Bilgisayar yaygınlaştıktan sonra disket, CD ve DVD’ler devreye girdi. Ve internet bütün hepsini neredeyse silip süpürüp sınırlama ve kısıtlamaları kaldırdı, herkesin erişimine açtı. Bir gün kitapçıda gezinirken aradığım o kitabı buldum. Kitap, bir konu hariç bütün konuları bilimsel, pedagojik ve hemen herkesin anlayabileceği bir şekilde ele almıştı. Bu kitabı çocuklarıma okumaları için hediye ettiğim gibi yeni evlenen tanıdığım kişilere de evlilik hediyesi olarak da vermeye çalıştım. Kitabın yazarı ile de yıllar sonra tanıştım ve kitabı konusunda tebrik ve takdirlerimi ilettim. Eksik kalan konunun “cinsel sapmalar ve korunma yolları” olduğu bilgisini de kendisiyle paylaştım. (4)

Önsözünde [çocukların ve gençlerin cinsel eğitiminden birinci derecede sorumlu aileler ve eğitim kurumlarıdır. Kültürel yapımız nedeniyle hem ailelerde cinsel konular konuşulamamakta hem de ebeveynlerin önemli bir kısmının bu konularda eğitimleri yetersiz kalmaktadır. Eğitim kurumlarında ise cinsel eğitim uygulamaları henüz deneme aşamasındadır. Neticede çocukların ve gençlerin cinsel konulardaki bilgilerinin kaynağı medya, pornografik materyaller ve arkadaşlardan öğrenilen kulaktan dolma bilgiler olmaktadır. Bu kaynakların ise sağlıklı cinsel bilgi ve eğitime katkısı bir yana zararlarından korunmak için çareler aranmaktadır. Kitapta cinsel eğitim, bedensel, ruhsal, toplumsal ve ahlaki yönleriyle anlatılmıştır. Buluğ dönemindeki çocuklara, gençlere, evli çiftlere, ebeveynlere ve eğitimcilere bilimsel doğruları içeren kaynak bir kitap olması arzulanmıştır] diyen yazarın bu kitabını okumanızı, okutmanızı ve mümkünse hedef kitleye hediye etmenizi tavsiye ederim, dedim.

Arif Bey, İslam’ın cinsellik konusunda çizdiği çerçeve, sunmuş olduğu perspektif bilhassa gençlere güzel ve uygun bir biçimde kazandırılmalıdır. Evlilik öncesi ve evlilik dışı bir cinsel birlikteliğin söz konusu olamayacağı net, açık ve seçik belirtilmelidir. Bunun dışında, ister hemcinsleriyle ister karşı cinsle, cinsel yakınlığı içermeyen ve elbette zinaya yaklaştırmayan bir arkadaşlığın doğal ve elzem olduğu vurgulanmalıdır. İletişim araçlarının her türü vasıtasıyla vıcık vıcık bir cinselliğin kol gezdiği; özgürlük, serbestlik adına her türlü pespayeliğe, seviyesizliğe ses çıkarılmadığı; tutunacak bir ahlaki ilke, bir dal bırakılmadığı; dondurmadan cipse, parfümden kot pantolona, arabadan kolalı içeceğe kadar her üründe, her konuda cinselliğin reklam ve satış amacıyla kullanıldığı; kapitalist yaşam tarzının beş duyuya hitap edip her şeyi ve herkesi tükettiği, haz odaklı bir yaşama ve tüketime çağırdığı bir ortamda, bu husus ayrıca hayati bir önem kazanmaktadır. Nikâh düşebilecek erkek olsun kız olsun gençlerin mümkünse ve özellikle baş başa, yalnız kalmamaları gerektiği hususunda üçüncülerinin şeytan (nefsin menfi arzu ve istekleri) olabileceği hatırlatılmalıdır. Fiziksel temastan uzak durulduğu gibi, söz ve tavırlar da İslami edep ve haya sınırları içerisinde olmalıdır. Zira müslümanım diyenler için zina uzak durulması, yaklaşılmaması gereken bir şey olduğu için, zinaya götüren bütün yollar küçüklü büyüklü kapatılır ve tabiri caizse koruyucu hekimlik uygulanır, suça yönelten sebepler izale edilir. Sabır ve istikrar bu noktada çok ama çok önemlidir ve takdire şâyândır. (5)

Bebek ve çocuklar yaşıtlarının, yakınlarının ve de diğer yabancı büyüklerin her türlü kötü niyet ve davranışlarından özenle sakınılmalı, göz kulak olunmalı, bu konuda uyanık olunup çocukların, yaşına ve kavrayışına uygun cinsellikle ilişkili tehlikeler ve özelikle cinsel istismar konusunda bilgili, duyarlı ve bilinçli olması sağlanmaya çalışılmalıdır.

Sohbete dalıp vaktin nasıl geçtiğini fark etmemişiz. Yakınlardaki camilerden yükselen öğle ezanıyla kalkıp yürümeye başladık. Üsküdar’a gideriken bir yağmur almadı almasına da benim hatırıma Necip Fazıl merhumdan bir şiir geldi. “Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar / Perili ahşap konak bir şehir kadar / Bir ses bilemem tanbur gibi mi ud gibi mi? / Cumbalı odalarda inletir Katibim’i”. Üsküdar meydanında iskeleye yakın ve III. Ahmet Çeşmesi’nin tam karşısında bulunan, Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan tarafından 1547 yılında Mimar Sinan’a yaptırılan camiye namazımızı eda etmek için yöneldik.

Kaynaklar:

  1. Cinsellik nedir? Prof. Dr. Bengi Semerci, https://www.sabah.com.tr/yazarlar/cumartesi/bsemerci/2013/08/17/cinsellik-nedir
  2. Selam İle-1-, Ercümend Özkan, Anlam Yayınları, Ankara, 1997
  3. Çocukta Ruhsal Sorunlar, Doç. Dr. Mücahit Öztürk, Uçurtma Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2002 [Anne, Baba ve Eğitimciler İçin Çocuk Psikiyatrisi, Prof. Dr. Mücahit Öztürk, Uçurtma Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 2016]
  4. Cinsel Eğitim, Prof. Dr. Ali İhsan Taşçı, İz Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 2002 [4. Baskı, 2010]
  5. Gençliğin Cinsellik İmtihanı, M. Ali Seyhan, Nesil Yayıncılık, İstanbul, 2007