26 Aralık 2013 Perşembe

SAĞCI ZİHNİYETİN TEŞRİHİ VE TEŞHİRİ

Bir süre önce, bir arkadaşımın kütüphanesini incelerken gözüme haftalık bir gazetenin bundan yaklaşık kırk yıl önceki ciltlenmiş bir yıllık sayısı çarptı. Bahsettiğim bu dergiye benzeyen gazetenin yazı işleri müdürü Mehmet Şevket Eygi olup 12 sayfası 50 kuruşa ve adı da “yeni İstiklal” idi.

         1960’lı yılların başında yayın hayatına atılan bu gazetenin ele aldığı konular ve bu konulara bakış açısı, o gün ve bu gün iflah olmaz milliyetçi-muhafazakar-mukaddesatçı yani şu meşhur deyimle sağcı zihniyetin teşrihi(anatomisi) ve teşhiri(sergilenmesi) açısından oldukça ilginç olabilir diye düşündüm ve sizlerle paylaşmak istedim.

        Gazetenin tetkik ve tahliline geçersek ilk düşeceğim not, ilk dikkatimi çeken husus o yılların Türkiye’sinde ve iki kutuplu Dünya’sında, Doğu Bloku’nda hüküm süren komünizm konusunda gösterilen hassasiyet idi. Toplam 51 sayıdan 15’inin manşeti komünizm tehlikesi ile ilgili idi. Konuyla ilgili büyük puntolu manşetlerden bazılarını sunmak, komünizmin buharlaşıp havaya karıştığı, soğuk savaşın bitip dünyanın yeniden sıcak, çok sıcak hale geldiği, tek kutuplu yeni dünya düzenine evrildiği yaklaşık 40 yıl sonra hepimize ilginç gelecektir sanırım.

        *Büyük tehlike. Türkiye için en büyük tehlike kuzeyden gelen kızıl Sovyet Rusya emperyalizmidir.
        *Komünistler ezilecektir. Komünizmi el birliği ile boğalım. Kahrolsun kızıl emperyalizm uşakları, size hayat hakkı yok.
        *Komünizme karşı mukaddes cihad.
       *Komünizme karşı İslam. Yeni hükümet komünizmin amansız hasmı İslam ideolojisine de propaganda ve teşkilatlanma serbestisi tanımalıdır.
        *Komünizm tehlikesine karşı Müslümanlar teşkilatlanmalı.

        Gazetenin kapak ve iç sayfalarının önemli bir kısmı komünizm veya başka bir deyişle kızıl tehlikeye dikkat çekip konuyu ayrıntılı işlerken ayrıca her sayısında “komünizmle mücadele eserleri” tavsiye edilip, “komünizmle mücadele dernekleri”nin faaliyetleri ile ilgili haberlere yer verilmekte idi.

        Tali yani ikinci, üçüncü derecede ele alınan konulardan bazıları da şöyle sıralanabilir; Ayasofya’nın cami olarak tekrar ibadete açılması, TCK’nın 163. maddesinin kaldırılması, İmam-hatip okulları, yaklaşan seçimler, CHP’nin muhalefeti, din ve vicdan hürriyeti, çiğnenen mukaddesat, Hak adamı ve Haklı adam-Sultan Abdulhamid Han, İstanbul’un fethi, Lozan zaferi dedikleri, Atatürkçülük istismarı, radyo(o zaman tv yoktu-a.k.) proğramlarındaki ve tiyatrolardaki rezaletler,…

        Yine bir başka dikkatimi çeken, 27 Mayıs darbesi öncesinden 28 Şubat süreci sonrasına kadar devam edegelen bazı haberlere değinmeden geçemeyeceğim. Devlet ricalinin “Türkiye için en büyük tehlike yeşil tehlike(irtica)dir” beyanatları, yazılı basında irtica yaygaraları, imam-hatip okullarının açılmaması ya da açılanların kapatılmaya çalışılması, bir paşanın “kara düşünceli, iç ve dış düşmanlar, kara zihniyetlerle çarpışmak, kara yılanlar” sözcüklerini bol bol kullandığı genelge, kurban derisi kavgası,…

        Gazetede o yıllarda esen komünizm rüzgarına karşı devlet yetkililerine işbirliği ve bu konuda kendilerine yardım edilmesi, önlerinin açılması teklif ediliyor. Bir sayıda “Sayın Milli Güvenlik Konseyine ve bütün ilgililere” başlığı ile açık mektup yazılıp o yıllardaki SSCB’den yayın yapan Bizim Radyo’nun yayınları ihbar ediliyor ve “yetkililer uyuyor mu” denilerek göreve çağırılıyor. Yine “kızılların, Türk Milli Emniyeti’ni yıpratma faaliyetine girişecek derecede işi azıttıklarından”, “imanlı Türk köylüsüne el ve dil uzatanların adaletin sillesiyle kahr olacaklarından” bahsediliyor.

Tüm sayılarında duvar yazısı kabilinden, sloganik ve akit-vakitvari üslubun hakim olduğu gazetede çarpıcı bir örnek olarak “azılı komünist Sabahattin Ali nasıl öldürüldü” yazı dizisindeki şu ifadelere bir bakar mısınız lütfen. “…Bulgaristan’dan sonra özlediği Stalin cehennemine kapağı atacaktır. Fakat kader onu Rus cehennemine gidemeden, öteki dünyaya, gerçek cehenneme yolladı… Olur şey değil! Bulgar hududu civarında ağaçlık bir yerde pis bir insan leşi göze çarpıyor… Leşi günlerce, haftalar belki de aylarca yemyeşil ormanı kokutmuş, nihayet görülerek alınmıştır…”.

        Propagandanın rolü başlıklı bir yazıda “yeryüzü, demokrasi ile buna karşı çıkan komünizmin bir mücadele sahnesi halinde” tanımlaması yapılırken, “okuyucularla baş başa”da bir mektuba verilen cevapta “bugünkü partilerden istediğimiz, memleketimize, batı dünyasında anlaşıldığı ve tatbik edildiği gibi bir din hürriyeti getirmeleridir” temennisi dile getiriliyor. Mektubun sonunda bir başka dilek olarak da Türk halkının önümüzdeki seçimlerde “en az kötüyü” desteklemeleri isteniyor ve yine çarpıcı bir çelişki olarak da seçimlerden hemen sonra Eygi imzalı “ruzname” köşesinde “ehven-i şer safsatası” adlı yazıda ehven-i şer anlayışı eleştirilip son cümle de “kardeşler, bundan sonra artık ehven-i şerri değil, hayrı arayalım, bulalım” diye bitiyor. Zira seçimler yapılmış, gazeteye göre “fırtına atlatılmıştır”.

        “Milletvekili olmak için seçmenlerden rey isteyen politikacılardan dileklerimiz” başlıklı yazıda, maddeler halinde seçmenlere, seçim öncesi verecekleri vaadler ve edecekleri yemin konuları sıralanmış. 11. madde aynen şöyle: “Siyasi bir teşekkül olan hükümetin, din, ibadet ve itikad işlerine karışmaması, hükümet zoruyla müze yapılan ibadethanelerin asli şekline döndürülmesi, laiklik prensibine hürmetkar kalınması için gayret edeceğim”.
                                                      
        Yine bir devlet vekiline yazılan açık mektupta “Din işlerine bir düzen verilmelidir. Geçen hükümetler zamanında Diyanet İşleri Başkanlığı siyasete alet edilmiş, din hizmetlileri haksız idari tasarruflarla gadre uğramış, vicdanlara baskı yapılmıştır. Laik devletin ve politikacıların dini işlere karışmamaları, dini siyasete alet etmemeleri, din ve vicdan hürriyetini ayaklar altına almamalarını istiyoruz” denilmektedir.

        “Hükümetten (Ürgüplü kabinesi) beklediklerimiz” denilerek ve muhtelif sayılarda da tekrarlanan istekler toplu biçimde sayılardan birinde şu şekilde özetlenmektedir; “Tam bir din ve vicdan hürriyeti, mutlak din eğitimi hürriyeti(İslam üniversitesi ve İslam koleji), dini cemiyet kurma hürriyeti(İslam yardımlaşma hürriyeti), İslamiyetin kurallarına uygun yaşayabilme hürriyeti(ideal İslam ailesi ve cemiyeti), müstakil din işleri dairesi(bağımsız diyanet dairesi) ve bir diğer yerde de komünist partisine karşı İslam partisi”.

        “Ebedi saadet ve refah, İslam’ın dünya görüşünde”, “TBMM’deki bütün partilere mensup İslamcı mebuslar birleşmelidir” ve “yeni hükümet komünizmin amansız hasmı İslam ideolojisine de propaganda ve teşkilatlanma(İslam partisi) serbestisi tanımalı” ifadelerinde geçen “İslami dünya görüşü, İslami parti, İslam ideolojisi, İslamcı” tabirlerinden ne anlaşıldığı ya da bu zihniyetin ne anladığını takdirlerinize bırakıyorum.

        Komünizme karşı gösterilen hasımlığın, karşıtlığın yüzde birini kapitalizme ve türevlerine karşı göstermeyen bu zihniyet tarafından, “Petrol kavgası” başlıklı haberde kapitalizmin çirkin yüzünü bile örtme çabası sergilenmekte olup “Batılı kapitalistler nispeten(doğulu komünistlere göre) insaflıdırlar” denilmektedir. Ve yine denge gözetme, yasak savma kabilinden ara sıra bazen küçük puntolarla siyonizmden, yahudilikden, masonlukdan, hırıstiyan misyonerliğinden, dönmelikden de tehlike olarak söz edilmekte.

        Belki bütün bir cilt boyunca rastladığım tek doğru söz, isabetli teşhis “kurtuluş yolu” başlıklı manşetin yer aldığı sayıdaki bir yazıda, rejimden ve seçimlerden söz ederken “seçimle değişmeyen temel kuvvetler” sözü idi. Hatırıma hemencecik “durmuş saat bile bir günde, iki defa doğruyu gösterir” sözü geldi. Ama ne yazık ki bu söz bile yarım kaldı, zira tek doğru bulabilmiştim.

Yeni istiklal adlı bu gazetede “yeni” fikir adına doğrusu pek bir şey bulamadım, “istiklal”i değil de “izmihlal”i çağrıştıran fikirlere rastladım. Ve gerçekten toplum olarak, ümmet olarak tam istiklale, tevhide, vahdete ulaşabilmek için yıllar yılı beynimizi, zihnimizi dumura uğratan, ifsad eden, şirk bataklığına çeviren bu sağcı (ve elbette solcu ve diğerlerinden) cenahtan beri olmak, muğlak bir “inananlar” klişesini asla kullanmamak, zihnimizi Kur’an’la, vahiyle bu tür kirliliklerden arındırmamız lazım. Merkeziyle, periferiyle atalım çöpe gitsin bu zihniyet.

Nasıl dünya ölçeğinde kapitalizm ve komünizm birbirinin karşıtı gibi görünse de gerçekte muadili olup, “birbirleri için gerekli, insan için gereksiz”, ifrat ve tefrit kabilinden fahiş ideolojiler ise; yerel ölçekte yine birbirlerinin zıddı gibi duran sağ ve sol (partiler, kurumlar, anlayışlar), sistem içi mücadelenin ve paylaşımın araçlarıdır. Birbirleri için gerekli olup, ‘müslüman-mü’min-muvahhid’ler için gereksizdirler. Biri şeytanın sağdan diğeri de soldan yaklaşmasıdır. Yöntemleri farklı olsa da yolları aynıdır. Biri mütegallibe, zorba, mütecavizane, sert iken diğeri sofistike, yumuşak, aldatıcı ve istismarcıdır. Hatta ikisi de ‘iktidarda veya muhalefette iken, şahsî menfaatlerini, müstevlilerin (abd, ab vb.) siyasi emelleriyle tevhit etmek’ten de çekinmezler. Giderek de birbirleriyle benzeşmiş, sistemdeki bütün bozulma ve kirlenmelerden nasiplerini fazlasıyla almışlardır. İkisi sayesinde sistem yürütülür ve halk tribündeki seyirci misali oyuna dalar, zaman zaman oyun kızıştırılır, birinden bıkınca, hüsrana uğrayınca diğer oyuncular sahaya girer, zaman zaman da darbe ile oyuncuların tümü yedek kulübesinde bekletilir. ‘Yok aslında birbirimizden farkımız, ama…’ ve ‘ al birini, vur ötekine’ vaziyeti söz konusudur.                                                           

İslam’da değil de Batı düşüncesinde karşılığını bulan bu kavramlara asla itibar etmeyip elimizin tersiyle itelim. Hele hele Kur’an’da geçen “Ashab-ı meymene-ahiret günü kitapları sağdan verilecekler yani sahih iman ve salih amel sahibi olanlar” deyiminin sağcı veya sağın adamları diye tercüme edilmesinden hareketle, öyle okumak kurnazlıkla işlerine gelen ve bu deyimi kendi meymenetsiz zihniyetlerine dayanak yapmaya çalışanlara ise ancak ve ancak gülünür, acınır.


Sağ ve sol makasın iki ağzı gibidirler, birbirlerine karşı gibi görünürler ama çalışırken aynı şeyi keserler / Murtaza Mutahhari

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder