Bir süre önce, bir
arkadaşımın kütüphanesini incelerken gözüme haftalık bir gazetenin bundan
yaklaşık kırk yıl önceki ciltlenmiş bir yıllık sayısı çarptı. Bahsettiğim bu
dergiye benzeyen gazetenin yazı işleri müdürü Mehmet Şevket Eygi olup 12
sayfası 50 kuruşa ve adı da “yeni İstiklal” idi.
1960’lı yılların başında yayın hayatına atılan
bu gazetenin ele aldığı konular ve bu konulara bakış açısı, o gün ve bu gün
iflah olmaz milliyetçi-muhafazakar-mukaddesatçı yani şu meşhur deyimle sağcı
zihniyetin teşrihi(anatomisi) ve teşhiri(sergilenmesi) açısından oldukça ilginç
olabilir diye düşündüm ve sizlerle paylaşmak istedim.
Gazetenin
tetkik ve tahliline geçersek ilk düşeceğim not, ilk dikkatimi çeken husus o
yılların Türkiye’sinde ve iki kutuplu Dünya’sında, Doğu Bloku’nda hüküm süren
komünizm konusunda gösterilen hassasiyet idi. Toplam 51 sayıdan 15’inin manşeti
komünizm tehlikesi ile ilgili idi. Konuyla ilgili büyük puntolu manşetlerden
bazılarını sunmak, komünizmin buharlaşıp havaya karıştığı, soğuk savaşın bitip
dünyanın yeniden sıcak, çok sıcak hale geldiği, tek kutuplu yeni dünya düzenine
evrildiği yaklaşık 40 yıl sonra hepimize ilginç gelecektir sanırım.
*Büyük
tehlike. Türkiye için en büyük tehlike kuzeyden gelen kızıl Sovyet Rusya
emperyalizmidir.
*Komünistler
ezilecektir. Komünizmi el birliği ile boğalım. Kahrolsun kızıl emperyalizm
uşakları, size hayat hakkı yok.
*Komünizme
karşı mukaddes cihad.
*Komünizme
karşı İslam. Yeni hükümet komünizmin amansız hasmı İslam ideolojisine de
propaganda ve teşkilatlanma serbestisi tanımalıdır.
*Komünizm
tehlikesine karşı Müslümanlar teşkilatlanmalı.
Gazetenin
kapak ve iç sayfalarının önemli bir kısmı komünizm veya başka bir deyişle kızıl
tehlikeye dikkat çekip konuyu ayrıntılı işlerken ayrıca her sayısında
“komünizmle mücadele eserleri” tavsiye edilip, “komünizmle mücadele
dernekleri”nin faaliyetleri ile ilgili haberlere yer verilmekte idi.
Tali
yani ikinci, üçüncü derecede ele alınan konulardan bazıları da şöyle
sıralanabilir; Ayasofya’nın cami olarak tekrar ibadete açılması, TCK’nın 163.
maddesinin kaldırılması, İmam-hatip okulları, yaklaşan seçimler, CHP’nin
muhalefeti, din ve vicdan hürriyeti, çiğnenen mukaddesat, Hak adamı ve Haklı
adam-Sultan Abdulhamid Han, İstanbul’un fethi, Lozan zaferi dedikleri,
Atatürkçülük istismarı, radyo(o zaman tv yoktu-a.k.) proğramlarındaki ve
tiyatrolardaki rezaletler,…
Yine
bir başka dikkatimi çeken, 27 Mayıs darbesi öncesinden 28 Şubat süreci
sonrasına kadar devam edegelen bazı haberlere değinmeden geçemeyeceğim. Devlet
ricalinin “Türkiye için en büyük tehlike yeşil tehlike(irtica)dir” beyanatları,
yazılı basında irtica yaygaraları, imam-hatip okullarının açılmaması ya da
açılanların kapatılmaya çalışılması, bir paşanın “kara düşünceli, iç ve dış
düşmanlar, kara zihniyetlerle çarpışmak, kara yılanlar” sözcüklerini bol bol
kullandığı genelge, kurban derisi kavgası,…
Gazetede
o yıllarda esen komünizm rüzgarına karşı devlet yetkililerine işbirliği ve bu
konuda kendilerine yardım edilmesi, önlerinin açılması teklif ediliyor. Bir
sayıda “Sayın Milli Güvenlik Konseyine ve bütün ilgililere” başlığı ile açık
mektup yazılıp o yıllardaki SSCB’den yayın yapan Bizim Radyo’nun yayınları
ihbar ediliyor ve “yetkililer uyuyor mu” denilerek göreve çağırılıyor. Yine
“kızılların, Türk Milli Emniyeti’ni yıpratma faaliyetine girişecek derecede işi
azıttıklarından”, “imanlı Türk köylüsüne el ve dil uzatanların adaletin
sillesiyle kahr olacaklarından” bahsediliyor.
Tüm sayılarında
duvar yazısı kabilinden, sloganik ve akit-vakitvari üslubun hakim olduğu
gazetede çarpıcı bir örnek olarak “azılı komünist Sabahattin Ali nasıl
öldürüldü” yazı dizisindeki şu ifadelere bir bakar mısınız lütfen.
“…Bulgaristan’dan sonra özlediği Stalin cehennemine kapağı atacaktır. Fakat
kader onu Rus cehennemine gidemeden, öteki dünyaya, gerçek cehenneme yolladı… Olur
şey değil! Bulgar hududu civarında ağaçlık bir yerde pis bir insan leşi göze
çarpıyor… Leşi günlerce, haftalar belki de aylarca yemyeşil ormanı kokutmuş,
nihayet görülerek alınmıştır…”.
Propagandanın
rolü başlıklı bir yazıda “yeryüzü, demokrasi ile buna karşı çıkan komünizmin
bir mücadele sahnesi halinde” tanımlaması yapılırken, “okuyucularla baş başa”da
bir mektuba verilen cevapta “bugünkü partilerden istediğimiz, memleketimize,
batı dünyasında anlaşıldığı ve tatbik edildiği gibi bir din hürriyeti
getirmeleridir” temennisi dile getiriliyor. Mektubun sonunda bir başka dilek
olarak da Türk halkının önümüzdeki seçimlerde “en az kötüyü” desteklemeleri
isteniyor ve yine çarpıcı bir çelişki olarak da seçimlerden hemen sonra Eygi
imzalı “ruzname” köşesinde “ehven-i şer safsatası” adlı yazıda ehven-i şer
anlayışı eleştirilip son cümle de “kardeşler, bundan sonra artık ehven-i şerri
değil, hayrı arayalım, bulalım” diye bitiyor. Zira seçimler yapılmış, gazeteye
göre “fırtına atlatılmıştır”.
“Milletvekili
olmak için seçmenlerden rey isteyen politikacılardan dileklerimiz” başlıklı
yazıda, maddeler halinde seçmenlere, seçim öncesi verecekleri vaadler ve
edecekleri yemin konuları sıralanmış. 11. madde aynen şöyle: “Siyasi bir
teşekkül olan hükümetin, din, ibadet ve itikad işlerine karışmaması, hükümet
zoruyla müze yapılan ibadethanelerin asli şekline döndürülmesi, laiklik
prensibine hürmetkar kalınması için gayret edeceğim”.
Yine
bir devlet vekiline yazılan açık mektupta “Din işlerine bir düzen verilmelidir.
Geçen hükümetler zamanında Diyanet İşleri Başkanlığı siyasete alet edilmiş, din
hizmetlileri haksız idari tasarruflarla gadre uğramış, vicdanlara baskı
yapılmıştır. Laik devletin ve politikacıların dini işlere karışmamaları, dini
siyasete alet etmemeleri, din ve vicdan hürriyetini ayaklar altına almamalarını
istiyoruz” denilmektedir.
“Hükümetten
(Ürgüplü kabinesi) beklediklerimiz” denilerek ve muhtelif sayılarda da
tekrarlanan istekler toplu biçimde sayılardan birinde şu şekilde
özetlenmektedir; “Tam bir din ve vicdan hürriyeti, mutlak din eğitimi
hürriyeti(İslam üniversitesi ve İslam koleji), dini cemiyet kurma
hürriyeti(İslam yardımlaşma hürriyeti), İslamiyetin kurallarına uygun
yaşayabilme hürriyeti(ideal İslam ailesi ve cemiyeti), müstakil din işleri
dairesi(bağımsız diyanet dairesi) ve bir diğer yerde de komünist partisine
karşı İslam partisi”.
“Ebedi
saadet ve refah, İslam’ın dünya görüşünde”, “TBMM’deki bütün partilere mensup
İslamcı mebuslar birleşmelidir” ve “yeni hükümet komünizmin amansız hasmı İslam
ideolojisine de propaganda ve teşkilatlanma(İslam partisi) serbestisi tanımalı”
ifadelerinde geçen “İslami dünya görüşü, İslami parti, İslam ideolojisi,
İslamcı” tabirlerinden ne anlaşıldığı ya da bu zihniyetin ne anladığını
takdirlerinize bırakıyorum.
Komünizme
karşı gösterilen hasımlığın, karşıtlığın yüzde birini kapitalizme ve
türevlerine karşı göstermeyen bu zihniyet tarafından, “Petrol kavgası” başlıklı
haberde kapitalizmin çirkin yüzünü bile örtme çabası sergilenmekte olup “Batılı
kapitalistler nispeten(doğulu komünistlere göre) insaflıdırlar” denilmektedir.
Ve yine denge gözetme, yasak savma kabilinden ara sıra bazen küçük puntolarla
siyonizmden, yahudilikden, masonlukdan, hırıstiyan misyonerliğinden,
dönmelikden de tehlike olarak söz edilmekte.
Belki
bütün bir cilt boyunca rastladığım tek doğru söz, isabetli teşhis “kurtuluş
yolu” başlıklı manşetin yer aldığı sayıdaki bir yazıda, rejimden ve seçimlerden
söz ederken “seçimle değişmeyen temel kuvvetler” sözü idi. Hatırıma hemencecik
“durmuş saat bile bir günde, iki defa doğruyu gösterir” sözü geldi. Ama ne
yazık ki bu söz bile yarım kaldı, zira tek doğru bulabilmiştim.
Yeni istiklal adlı
bu gazetede “yeni” fikir adına doğrusu pek bir şey bulamadım, “istiklal”i değil
de “izmihlal”i çağrıştıran fikirlere rastladım. Ve gerçekten toplum olarak,
ümmet olarak tam istiklale, tevhide, vahdete ulaşabilmek için yıllar yılı
beynimizi, zihnimizi dumura uğratan, ifsad eden, şirk bataklığına çeviren bu
sağcı (ve elbette solcu ve diğerlerinden) cenahtan beri olmak, muğlak bir
“inananlar” klişesini asla kullanmamak, zihnimizi Kur’an’la, vahiyle bu tür
kirliliklerden arındırmamız lazım. Merkeziyle, periferiyle atalım çöpe gitsin
bu zihniyet.
Nasıl dünya
ölçeğinde kapitalizm ve komünizm birbirinin karşıtı gibi görünse de gerçekte muadili
olup, “birbirleri için gerekli, insan için gereksiz”, ifrat ve tefrit kabilinden
fahiş ideolojiler ise; yerel ölçekte yine birbirlerinin zıddı gibi duran sağ ve
sol (partiler, kurumlar, anlayışlar), sistem içi mücadelenin ve paylaşımın
araçlarıdır. Birbirleri için gerekli olup, ‘müslüman-mü’min-muvahhid’ler için
gereksizdirler. Biri şeytanın sağdan diğeri de soldan yaklaşmasıdır. Yöntemleri
farklı olsa da yolları aynıdır. Biri mütegallibe, zorba, mütecavizane, sert
iken diğeri sofistike, yumuşak, aldatıcı ve istismarcıdır. Hatta ikisi de ‘iktidarda veya muhalefette iken, şahsî menfaatlerini, müstevlilerin
(abd, ab vb.) siyasi emelleriyle tevhit etmek’ten de çekinmezler.
Giderek de birbirleriyle benzeşmiş, sistemdeki bütün bozulma ve kirlenmelerden
nasiplerini fazlasıyla almışlardır. İkisi sayesinde sistem yürütülür ve halk
tribündeki seyirci misali oyuna dalar, zaman zaman oyun kızıştırılır, birinden
bıkınca, hüsrana uğrayınca diğer oyuncular sahaya girer, zaman zaman da darbe
ile oyuncuların tümü yedek kulübesinde bekletilir. ‘Yok aslında birbirimizden
farkımız, ama…’ ve ‘ al birini, vur ötekine’ vaziyeti söz konusudur.
İslam’da değil de
Batı düşüncesinde karşılığını bulan bu kavramlara asla itibar etmeyip elimizin
tersiyle itelim. Hele hele Kur’an’da geçen “Ashab-ı meymene-ahiret günü
kitapları sağdan verilecekler yani sahih iman ve salih amel sahibi olanlar”
deyiminin sağcı veya sağın adamları diye tercüme edilmesinden hareketle, öyle
okumak kurnazlıkla işlerine gelen ve bu deyimi kendi meymenetsiz zihniyetlerine
dayanak yapmaya çalışanlara ise ancak ve ancak gülünür, acınır.
Sağ ve sol
makasın iki ağzı gibidirler, birbirlerine karşı gibi görünürler ama çalışırken
aynı şeyi keserler / Murtaza Mutahhari
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder