Deli Ismayıl
Çocukluğumda,
köyümüzde Deli Ismayıl (İsmail) dedikleri yaşı hayli geçkin safça bir adam
vardı. Her sabah evdekilerin yesin diye içine öteberi koyduğu çıkınını yanına
alır, değneği elinde evinden çıkıp gün boyu köyün etrafında dağ bayır, ova
çayır demeden dolaşır dururdu. Hiç kimseye zararı olmaz, yolda belde onu
görenler takılmadan geçmezdi. Onu bazen çalıştığımız tarlanın yanında, bazen de
harman yerinde görürdüm. Bir gün dedemgilin mahallesinde yıllar sonra bile beni
düşündüren onunla ilgili bir hadiseye şahit oldum. Aynı mahallede oturan yaşlı
karı kocanın oturduğu evin önüne gelip seslenerek onları dışarı çağırmıştı.
Sonra da onların bahçesinden aldığı meyveyi helal edip etmediklerini sormuştu.
Onlar da “ya Ismayıl Ağa lafı mı olur, helali hoş olsun” diye mukabelede
bulunmuşlardı. Çocukluk çağımda olduğumdan mıdır, yoksa o yılların (1970’li
yıllar) Türkiye’sinde bu hadise ve benzerleri sıkça rastlanabilen bir şey
olduğundan mıdır nedir doğrusu üzerinde pek de durmamıştım. Zira o yılların
sıradan bir İç Anadolu bozkır köyünde bile, insanlar bolluk içinde yüzmese de,
kendi yağlarıyla kavrulup kıt kanaat gitseler de “göz hakkı, komşu hakkı” diye
yetiştirdikleri ürünlerden Allah’ın diğer kullarını da görüp gözetir,
nasiplendirirlerdi. Hatta köye yolu düşen kişileri bile “tanrı misafiri” olarak
kabul edip beş kuruş almadan sırf Allah rızası için köyün misafir odasında
günlerce barındırırlar, her gün sırayla bir ev yemek çıkararak yedirir
içirirlerdi. Helale-harama riayet etmek, Allah’ın kullarından helallik dilemek,
O’nun verdiklerini sırf O’nun rızası için yine O’nun kullarına vermek, Allah’ın
hakkını (rızasını) ve kullarının hakkını, hukukunu gözetmek o öcü gibi
gösterilen, ürkütülüp korkutulan İslam şeriatinin cümlesinden olduğuna göre
Deli Ismayıl’ın davranışı da deli değil, olsa olsa veli (Allah’ı dost bilen, O’na
dost olmaya ve öyle kalmaya çalışan) birinden sadır olabilecek bir davranış
olmalı herhalde. 2000’li yılların başındaki Türkiye’de ise bu tür hadiselere
bırakın deliler arasında, akıllılar arasında bile nadirattan tesadüf edilir
oldu. Ne dersiniz?
Kutsal(!) Meslek
Çocukluğumuzdan
beri çevremizdeki büyüklerden sık sık şu soruyu işitmişizdir. “Büyüyünce ne
olacaksın?”. Hoş, bir çoğumuz daha büyümeye, okulu bitirmeye bile fırsat
bulamadan çalışma hayatına atılıp ayakkabı boyacısı, simitçi, çırak filan olup hayatın
dikenli yollarını arşınlamaya başlamışızdır bile. Ailesinin hali vakti iyi olup
yalnızca öğrencilik yapanlar ise bildikleri, etraflarında gördükleri bir elin
parmakları kadar olan mesleklerden birinin ismini söyleyiverirler. Doktor,
öğretmen, subay, pilot, mühendis filan olmak isteyen çok iken, temizlik işçisi
(çöpçü), fırında işçi, mağazada tezgahtar, servis şoförü, posta memuru gibi
mesleklere ilgi yok gibidir ve nedense hiç bir çocuk ve büyükleri bu tür
meslekleri de yakıştırmaz kendilerine. Halbuki işin (hayatın) gerçeği de böyle
değildir. Bir toplumda türlü türlü mesleklere ihtiyaç vardır ve her insanın
ilgisi, bilgisi, yeteneği, şartları, imkanları farklı farklıdır. Hangi mesleğe
mensup olduğunuz değil, aslolan ekmeğinizi (geçiminizi) helal yoldan kazanmak,
yaptığınız işi güzel yapmak ve hakkını vermektir. Böyle yapan herkesin mesleği
makbul ve meşru(İslam şeriatine uygun)dur. Bu anlamda her meslek (yalnız
hekimlik mesleği değil) eğer kutsal kelimesi kullanılacaksa kutsaldır. Üstelik
kutsal diye nitelenen bir mesleği bile icra ederken nice kutsalları çiğneyip,
türlü çirkinlikler sergileyebilirsiniz. Geçimini haram yollardan kazanmayı
meslek edinenlere, helal işine haram katanlara adı sanı ne olursa olsun hürmet
edilmez, hoş görülmez. Kişi rızkını İslam şeriatinin helal saydığı yolla temin
etsin de hangi işi yaparsa yapsın ne fark eder. İster çoban, ister tüccar;
ister amir ister memur; ister işçi, isterse işveren olsun fark etmez.
Kendimize, çocuklarımıza, gençlerimize, insanımıza İslamın kazanımı olan bu
değerleri, ilkeleri, düsturları öğütleyelim, öğretelim. Kısa ve kolay yoldan, nasıl
ve hangi yol ve yöntemle olursa olsun bolca para kazanmayı hedefleyen bir
anlayışa, bir ahlaka prim veremeyiz. Elinin, beyninin emeği, ürünü ile, alın
teri ile şu dünya hayatında rızkını kazanmaya çalışan, geçim gailesinin
kendisini namazdan ve Allah’ı anmaktan alıkoymadığı, helal işine haram
katmayan, muhtaçları da görüp gözeten kullara selam olsun. Bu konuda son sözü
“sözü üstüne söz söylenemeyecek olan” söylesin dilerseniz. “Rabbinin rahmetini
onlar mı taksim ediyor? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz
paylaştırdık. Onlardan bir bölümünü, birbirlerine iş gördürebilsinler diye
diğerlerinin üzerinde derecelerle yükselttik. Rabbinin rahmeti onların
topladıklarından daha hayırlıdır.” (Kur’an; 43/32)
Peynir Gemisi
Zaman zaman
toplumun farklı kesimlerinden, bilhassa çalkantılı, sıkıntılı dönemlerde şu
uyarıyı işitiriz. “Hepimiz aynı gemideyiz. Gemi batarsa hepimiz boğuluruz”. Bu
sözü her duyuşumda aklıma binbir soru sökün eder. Bu gemi niye batıyor veya niçin
mütemadiyen batmak tehlikesiyle karşı karşıya? Kimler batırmaya çalışıyor?
Nuh-u nebi’nin gemisiyle bir benzerliği var mı? Geminin rotası doğru mu?
Kaptanı ehliyet ve liyakata sahip mi? Gemidekiler yolculuktan memnun mu? Ve ilaahir.
Resmi görüşe kulak verirseniz gemiyi iç ve dış mihraklar batırmanın hesabını
yapıyorlar. Gemideki bu iç mihrakların onların tanımlamasıyla irticai ve bölücü
kesimler olduğunu her vesileyle duyar, okuruz. Dış mihraklar ise bu kadar açık
ve seçik zikredilmez. Hatta geminin rotası o yöne (dış mihraklara) doğru iken
bile “hem ağlarım(şikayet ederim), hem giderim” derler. Bu geminin,
kalıntılarının bu ülkede olduğu söylenen, kalkışı ve duruşu Rabbimizin emriyle
olan ve O’na ortak koşmayanların bindiği gemiyle ise bir ilgisi yok. Geminin
içinde olup kaptan köşkünü, geminin sevk ve idaresini elinde tutanlar ise aynı
Nuh(a.s)’un oğlunun yaptığı gibi dev dalgalar gemiyi kuşattığında (zor
zamanlarda), “şu dağa (AB ve/veya ABD’ye) sığınırım, o beni (bizi, rejimimizi)
korur” zannıyla hareket ediyorlar sanki. Ezcümle şu gemi örneği yanlış bir
örnek. Kaldı ki öyle bile olsa lafla, laf-ı güzafla da yürümüyor bu gemi ne
yazık ki.
Soru Bankası
Geleneğin “din”leşmesi mi, “din”in
gelenekleşmesi mi?
“Din”in
bilimselleşmesi mi, bilimin “din”leşmesi mi?
Medyanın gücü
mü, “güç”ün medyası mı?
Haklı mı
güçlüdür, güçlü mü haklıdır?
Devletin
ordusu mu, ordunun devleti mi?
Derin devlet
mi, görünür devletin görün-e-meyen derin yüzü mü?
Demokrasi bir
oyunsa, zor (darbe, muhtıra, süreç) oyunu bozar mı?
AB mi, ABD mi,
kırk katır mı, kırk satır mı?
Demokrasi
dahil hangi rejim farklı ideolojilerin örgütlenip iktidara gelmelerine izin
vermiştir?
Bir işletmenin
sahibi olmakla o işletmenin işleticisi (müdürü, yöneticisi) olmak farklı şeyler
olduğuna göre aynı şey rejimler için de geçerli değil midir?
Hareme,
haremin sahibi ya da harem ağası olmak (hadım edilmiş olmak-sisteme entegre
olmak, sistemin üzerine oturduğu temel ilkeleri benimsemiş olmak) dışında
girmek demokrasi dahil hangi sistemde, rejimde, devlette mümkündür?
Seçimle hangi
ülkede rejim değişmiştir, ya da şayet seçimler rejimi değiştirecekse o ülkede
seçim yapılmasına izin verilir mi?
Egemenlik
(hakimiyet, sulta, güç) Allah’tan alındıktan, yalnızca O’na ait kılınmadıktan
sonra herhangi bir kişi, zümre veya topluluğa (halka) verilmesinin bir farkı,
önemi var mıdır?
İslami
demokrasi ya da demokratik İslam, “Bundan başka bir Kur’an getir, yahut onu
değiştir” (Kur’an; 10/15) teklifinden başka bir şey midir?
Laikliği
benimsedikten, inancı hayatın tüm alanlarını kuşatacak, kapsayacak şekilde algılamadıktan,
yaşamadıktan sonra, İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik ya da başka bir inanca mensup
olup olmamanın bir farkı, bir önemi var mıdır?
Allah’ı
alemlerin rabbi kabul ettikten sonra gündelik yaşam, kamusal alan ve devlet
başka alem kabul edildiği için mi farklı ölçüler, farklı hükümler söz konusu
olabilmektedir?
İnandığı gibi
yaşa-ya-mayan, yaşadığı gibi mi inanır?
Bu ülkede
milli güvenliği dolaylı ya da dolaysız ilgilendirmeyen bir mesele var mıdır?
Tavsiye ve
emir (komut) arasında fark var mıdır?
Devlet
kendisine karşı yapılanları affetmez, cezalandırırken, ferde yapılanları defalarca
affedebilir mi?
Bu ülkede
eğitim ve savunma bakanlıkları niçin milli de, diğerleri milli değil ya da bu
ikisi niye milli?
Allah’tan
korkmayan ve kulundan da utanmayan bir insan tipi ile hangi sorunların
üstesinden gelinebilir?
…
“Akıl,
olmazların zoru içinde
Üst üste,
sorular soru içinde.” (Çile, NF Kısakürek)
Selamun aleyküm
YanıtlaSilDeli Ismayıl ve Peynir gemisi çok güzel anlatılmış eyvallah hocam
Çok güzel
YanıtlaSil