“Kütahya
Tavşanlı’daki Arifağa Camisi’nde ibadet sırasında çalan cep telefonlarından
cemaatin rahatsız olduğunu gören müezzin, farklı bir yöntemi denedi. Caminin kapısına “Yaratan ile irtibata geçmek için yaratılanla
irtibatı kesiniz” yazısını astı. (Star, 11.04.2010)”
Yukarıdaki haberi okuyunca aklıma namaz
ile ilgili nice zamandır tefekkür ettiklerim geldi. Namazla ilgili onca fıkhi
malumat bir yana, namaz müslümanın hayatında ne anlam ifade ediyor ya da etmeli
sualleri, bence üzerinde durulmaya değer bir konu. Yüksek öğrenim başlarında
İslam’la ciddi olarak karşılaştığım yıllarda ilk merak ettiğim hususlardan biri
de daha önce geleneksel bir şekilde, cuma ve diğer sair günlerde zaman zaman
kıldığım namaz esnasında okuduğum ayetlerin, duaların ve ifadelerin ne anlama
geldiğini merak edip öğrenmek olmuştu. Geçen zaman içinde namazlarım düzenli
hale geldi ve hayatımın bir parçası oldu. Namaz için “huşû ve hudû”ya uygun
olmalı derler ya, namazın şekli tamam da fakat hayatımızın diğer bütün
işlerinde olduğu gibi her zaman aynı heyecan ve duyarlılıkla namaz
kılmadığımız, kılamadığımız, daha doğrusu kılınamayacağı da bir vakıa. Fakat
öyle olsa bile namazın bize kattığı o kadar çok şey var ki. En başta, namaz
olmasa ‘bizi yoktan var eden ve sahip olduğumuz her ne var ise bize lütfeden
Rabbimiz’i gün içinde belli vakitlerde ve bir ömür boyu aksatmadan, ihmal
etmeden, düzenli, disiplinize bir şekilde hatırlayıp şükretmezdik,
şükredemezdik. Namaz fıkhi açıdan bir yükümlülük, vecibe, farz olması olması
bir yana belirli vakitlerle kayıtlı da olsa, Allah’ı unutmamıza mani olup,
onunla olan bağlantı(rabıta)mızı canlı ve diri tutuyor. O’nun her an huzurunda
ve gözetiminde olsak da, namaz bunun için bir farkındalık yaratıyor ve biz
kalkıp abdest alıp maddi kirden, pastan arınarak namazla “Allah’ı ve ahiret
gününü hatırlayarak”; af, mağfiret dileyerek; nedamet, pişmanlık ikrarında
bulunarak manevi kirliliklerden de arınıyoruz. “Yüceler yücesi Allah’ın
huzurunda ayağa kalkıp kıyama durarak, yüzümüzü ilk Beyt(Ev)’e çeviriyoruz.
Teslimiyet ifadesini başlama tekbiriyle yeniden ifade edip O’nun sözleriyle
O’na sığınıyor, yardım diliyor, aczimizi dile getiriyoruz. O olmasa idi biz
olmazdık, O dilemese biz dileyemezdik. O’nun verdiği akıl nimeti olmasa hiçbir
şeyin farkına varmaz, kıymetini bilmezdik. Boyun büküp alnımızı yere koyarken
“arşı a’la”daki mevlamıza “şahdamarımızdan daha yakın” olduğumuz duygusunu yaşamak, kelimelerle
ifade edilebilir mi? Bu anı, bu duyguyu yaşamayan ne bilir, yaşayan anlar
ancak. Namaz, güne yeniden, yepyeni bir şekilde güzel, umut dolu, diri başlama
yanında günü karlı, kazançlı bitiren birinin mutluluğunu da yaşatır kula.
Yastığa başını yatsı namazından sonra koyan bir kul huzuru iliklerine kadar
yaşar. Namazla Rabbine verdiği sözü yerine getirmenin mutluluğu, olabildiğince
herkesten ve her şeyden sıyrılarak, uzaklaşarak “gerçek dost”la baş başa
kalmanın lezzeti başka hangi halde yaşanabilir ki? Onun içindir ki “Allah’a ve
ahiret gününe gerçekten ama gerçekten” iman etmiş biri için namaz bir sıkıntı,
angarya değil bir nimettir, lütufdur, hediyedir. O bize bildirmese, kulu ve
elçileri vasıtasıyla öğretmese biz nerden bilirdik “namaz-salat”ın nimetlerini
ve O’na karşı teşekkür edememenin mahcubiyetini, ezikliğini yaşar dururduk.
O’na bağlılığımızı, sadakatimizi, sevgimizi, muhabbetimizi, şükrümüzü
arzetmenin en güzel şekli, yolu ve dileklerimizi, isteklerimizi ifade etmenin
en güzel aracı, vesilesi değil midir namaz? Aklımızın başımızda olduğu her
halde, en sıkıntılı, tehlikeli ve zorlu zamanda (savaşta) bile terk
edemeyeceğimiz, terk etmememiz gereken ibadet değil midir namaz? O kadar
önemlidir ki bazı yerlerde bulunan ve kapısında ‘prayer room-dua odası’ına
sığmaz, bütün yeryüzü mescid oluverir bize.
Hülasa tek cümleyle namaz, dirilişe, mücahedeye, tevhide, hayata
çağrının ta kendisi değil midir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder