17 Ekim 2013 Perşembe

İKİ DOST - 2 - Dost Cemalin Görünce… - Ölüm

Dost Cemalin Görünce… 
Ölüm

Üryan geldim gene üryan giderim
Ölmemeye elde fermanım mı var
Azrail gelmiş de can talep eyler
Benim can vermeye dermanım mı var

            Otomobilin radyoteybinde, Karacaoğlan'a ait olan ve sanatçı İsmail Altunsaray’ın yorumladığı bir türkü çalıyordu. Günlerden Cuma, vakit ise öğle idi. Arabayla biraz yol alıp şehrin hemen yanı başındaki kaleye yakın mezarlığın bir köşesinde uygun bir yer bulduk. Yaygımızı serdik, bağdaş kurup oturduk.

            Nicedir toplantı (cuma) günü işlerimizden fırsat buldukça sohbet için bir araya gelmeye çalışıyorduk. Hafiften bir rüzgar mezarlıktaki ağaçların yapraklarını hışırdatıyor, yaz gününün sıcağında ortalığı biraz olsun serinletiyordu.

Selçuk Bey, yemek içmek için biraz öteberi almıştı. Ne yalan söyleyim, odun fırınından yeni çıkmış sıcak pide, otlu peynir ile birlikte çok iyi gidiyordu. Hele bir de yaz mevsiminin vazgeçilmez meyvesi karpuz da olunca doğrusu tadına doyum olmuyor. Deldiği boğazı boş koymayan Rezzak’ın bahşettiği nimetlerden afiyetle yiyip şükrettik.

Görüşmeyeli ne yapıyorsun, nelerle meşgulsün, diye sordu.

Ne olsun hocam, dedim. Rutin, gündelik uğraşlarla ömrümüz geçip gidiyor. Evle iş arasında mekik dokuyoruz. Çoğu zaman gündelik yaşam tekdüze, sıradan bir durum arzediyor. Geçen gün ömürdendir misali, sayılı günler tükeniyor. Hergün aynı işler, aynı kişiler, aynı yerler. Günler çoğu zaman biri diğerinin kopyası gibi sanki. Hayatın tuzu biberi küçük şeyler de olmasa sıkılmamak, usanmamak elde değil. Elbette aç açık, merde namerde muhtaç olmadığımız için Mevla’ya ne kadar şükretsek azdır. Kendimin, sevdiklerimin sağlığı da yerinde elhamdulillah. Şikayet etmek, sızlanmak değil muradım. Lafın gelişi söyledim, sesli düşünme say benimkisini.

Doğru, fakat sen de biliyorsun. Herkese verilen bir mühlet var bu dünyada. Va’de dolmadan, insan göreceğini görmeden, yaşayacağını yaşamadan can çıkmıyor. Vakit tamam olmadan, emaneti sahibine teslim etmek mümkün değil. Ölüm er ya da geç sonunda kapımızı çalacak, ayıracak bu fani dünyadan bizi de. Aslında insana verilen süre, az da değil hani. Her doğan günle birlikte insana yeniden başlama, yeniden toparlanma, yeniden aklını başına devşirme fırsatı veriliyor. Kimi insan vaktin yetmediğinden dem vururken birçok insan ömrünü boş ve faydasız işler peşinde, anlamsız ve amaçsız bir şekilde tüketip duruyor. Zaman da bildik temposunda akıp gidiyor aslında. Biz bazen onun hızlı aktığından, bazen de geçip gitmek bilmediğinden yakınıyoruz. Hangi halet-i ruhiye içinde olduğumuza göre değişiyor olsa gerek.

Haklısın, dedim. Ama sonuçta dön dolaş varacağımız yer de şurası.

Ne kapı vardır giresi,
Ne yemek vardır yiyesi,
Ne ışık vardır göresi,
Dün olmuştur gündüzleri.

Bir gün senin dahi Yunus,
Benim dediklerin kala,
Seni dahi böyle ede,
Nitekim etti bunları.

Daldın gittin, hayırdır, dedi Selçuk Bey.

Ölüm, dedim. Ürpertiyor, korkutuyor beni. Bir varsın, bir yoksun. Sanki hiç yaşamamış gibi. Kabristanın yanı başında olup da ölümün hatıra gelmemesi mümkün değil. Mal mülk sahibi olup da malın mülkün son tahlilde yalan olduğunu, ilk (ve son) sahibinin Allah olduğunu unutup oyalanıyor gibiyiz. Dünyevileştikçe, dünya hayatının güzelliklerine gözümüzü dikip daldıkça, dünya hayatına razı olup onunla yetindikçe, yarın ölecekmiş gibi değil de, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya hayatını keyfimizce yaşamaya yöneliyoruz. Denge menge, ölçü mölçü kalmıyor, ipin ucu kaçıyor.

Haklısın, dedi. Az ya da çok mühlet verilen biri olduğumuzu, dünya hayatının ahiret hayatının ebediliği yanında az bir geçimlikten ibaret olduğunu unutuyoruz. Dünyaya kazık çakacağımızı zannedip gönlümüzce yaşadığımız bir hayatın hesabının istenmeyeceğini de sözlerimizle değilse de tavırlarımızla ikrar eder gibiyiz. ‘Filan Azrail’e yenik düştü, falan ebedi istirahatgahına defnedildi’ derken ağzımızdan çıkanı kulağımız duymuyor gibi. Bu sözlerin satır aralarında ahiretin inkarı seziliyor. Şeytan nefsimize bu düşünceleri hoş gösterip tıpkı atamız Adem(a.s)’i yasak ağaç (meyve) konusunda ayarttığı gibi bizi de ilelebed yaşayacakmışız zehabına kaptırtıyor. Ölümden sonraki dirilişi (ba’sü ba’del mevt) ve dünya hayatında bize tanınan süre zarfında yapıp ettiklerimizden, verilen her nimetten sorguya çekileceğimiz gün’ü (yevm’ud din) unutturuyor, umursamaz hale getiriyor.

Biraz ilerde yaşlı bir adam, bir mezarın başında elindeki mushaftan aşina olduğumuz Yasin suresini okuyordu. Arapçaya iyi-kötü vakıf olan Selçuk bey, 6. ve 70. ayetlere dikkatimi çekti. “Ataları uyarılmadığı için gafil kalmış bir toplumu uyarmak için”, “Diri olanları uyarmak ve sözün nankörler aleyhinde gerçekleşmesi için”.

Dikkatimi çeken bir tespitimi de aktarmak istiyorum hocam, dedim. Geçmişten bugüne, zaman içinde bu toplumda ölüm karşısındaki tavır da yavaş yavaş değişti. Çocukluğumuzda ölüm daha bir mütevekkil, daha bir sükunetle karşılanırdı. Doğum gibi ölüm de hayatın bir gerçeği olarak görülür, öyle algılanırdı. Şimdilerde ise ölümün hesabı bir şekilde sorumlu olarak görülen kişilerden sorulmaya çalışılıyor. Ellerinden gelse Azrail’i, hayatı da ölümü de yaratan Allah’ı sanık sandalyesine oturtup hesaba çekecekler. Ölüm karşısındaki tutumumuzda bir isyan, bir öfke göze çarpıyor. Modern tıp tarafından da insanlar gerçekçi olmayan umutlara düşürülüp ölüme çare bulunabileceği, her hastalığın üstesinden gelinebileceği gibi yanlış kanaatlere sevk ediliyor.

İnsana verilen nimetlerin azlığı veya çokluğu, nasıl onun lehine mi yoksa aleyhine mi kişinin ameline, tavrına göre şekilleniyorsa, yaşamın kısa ya da uzun oluşu da, lehine ya da aleyhine midir bilemeyiz. Kısa fakat sahih iman ve salih amellerle dolu bir yaşam, uzun fakat başıboş, günah ve zulümlerle dolu, şükürsüz bir yaşamdan daha evla değil midir?

Aa. Lafa daldık, vakit hayli geçmiş, dedi Selçuk Bey. Kalkalım istersen.

Kalktık, toparlandık. Arabaya bindik, doğruca şehrin yolunu tuttuk. Radyo kanallarının birinde Gülay’ın yorumuyla Aşık Ruhsati’ye ait ‘Daha senden gayrı’ adlı bir türkü çalıyordu.

Gördüm iki kişi mezar eşiyor,
Gam gasavet gelmiş boydan aşıyor,
Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor,
Gel de bu rüyayı yor deli gönül.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder