Muhakkak bütün mü’minler kardeştirler. (Kur’an; Hucurat/10)
Kardeşim; evvela Allah’ın selam, rahmet ve
bereketinin senin-benim-hepimizin üzerine olmasını dileyerek başlamak istiyorum
mektubuma. Mektuplaşmanın kaybolmaya yüz tuttuğu ya da elektronik ortama
taşındığı günümüzde, bir nev’i açık mektup niteliğindeki bu mektubumda, istedim
ki bizden önceki ümmetlere olduğu gibi bize de farz kılınan oruçla geçirilen
Ramazan ayında, bu aydaki gecelerden bir gece olan Kadir gecesinde indirilmeye
başlanan Kur’an’da yer alan surelerin isimlerinden hareketle seninle
biraz hasbihal edelim. Birlikte Kur’an pınarının o arı-duru, tertemiz suyundan
birkaç yudum alarak susuzluğumuzu bir nebzecik olsun giderelim.
Asırlardır kelime anlamı
“okuma” olan Kur’an, okunmadan, anlaşılmadan, okunup anlaşılmasına gerek de
görülmeden müslüman-mü’min olunabilmiş(!), Kur’an’a saygı adı altında öpüp
alına götürme, anlamadan yüzeyinden okuma, abdestsiz mushafa dokunmama gibi
anlayışlar ne yazık ki bu ümmette, ümmetin bir parçası olan bu toplumda yer
bulabilmiş, tutunabilmiştir. Peygamberin ümmi oluşu onun Allah’ın elçisi
olduğuna dair bir delil teşkil ederken, ümmetin çoğunluğunun hala Kur’an
konusunda ümmi oluşu herhalde cehaletlerine delil teşkil edebilir ancak.
Halbuki müslümanım diyen insanların bile birbirlerine “ma’rufu (iyiyi, doğruyu)
tavsiye, münkerden (kötülükten, yanlıştan) sakındırma” konusunda zaaf ve ihmal
içinde olduğu şu toplumda, Kur’an’la bağlantıyı bir gün bile koparmadan, her vesileyle
ve abdestli-abdestsiz, otururken-yan yatarken yani her ahval ve şeraitte onu
tekrar tekrar okumamız ve ayetleri üzerinde tefekkür etmemiz olmazsa olmaz bir
gerekliliktir. Ancak o zaman “hayat kitabı” dediğimiz Kur’an, düşünce ve
davranışlarımızı etkileyerek hayatımızı biçimlendirip “hayatımız Kitap”
olabilecektir. Akıl o zaman kendini ilahlaştırmaktan vazgeçecek, yerde de ilah,
gökte de ilah olan Allah’ın gönderdiği vahyin rehberliğinde kainattaki her şeye
daha isabetle ve hakiki bir nazarla bakabilecektir.
Sözümüze halkın geleneksel
din anlayışında var olan mübarek gece konusunda birkaç söz söyleyerek
başlangıç, giriş (fatiha) yapalım izin verirsen. Din, özellikle de İslam,
hayatı, bilinçli bir şekilde bütünüyle,
aşırılığa da kaçmadan istikrarlı bir şekilde yaşayarak Allah’a kulluk etmeyi,
Allah’ı razı etmeyi hedeflemiştir. Kandil, hıristiyanlıktan gelme bir şey olup Kadir(kudretli) gecesi veya mübarek
gece denilen diğer gecelerin, herhangi bir geceden hiçbir farkı yoktur. Üstelik
İsra(gece yolculuğu) geçmesine
rağmen, Kur’an’da geçmeyen ve peygamberi göklere çıkararak Allah’la bizzat
görüştüğü varsayılarak mi’raç gecesi ve yine peygamberin gününde hatta
vefatından sonra da kutlanmamasına rağmen doğumuna izafe edilen mevlid gecesi
gibi türlü geceler (yakın zamanda kutlu doğum haftası gibi haftalar) ihdas
edildi, uyduruldu. Bilesin ki bir Mü’minin
kaçındığı bir haram veya yerine getirdiği bir farz sebebiyle kazanacağı sevab,
hangi gün ve gece olursa olsun değişmeyecektir, zira bütün gün ve geceler, bütün
zamanlar Allah’ındır.
Konu konuyu açarmış, aynı
zamanda açış demek olup Kitab’ın açılış suresi olan Fatiha suresi Kur’an’ın esası, temeli, özü, özeti ve bir nevi onun
önsözü iken “filanın-falanın ruhuna el-fatiha” denilerek; aynen içinde “diri olan
kimseyi uyarasın” cümlesi geçtiği halde tam aksine ölülerin ruhuna hediye
edilen Yasin suresi gibi anlamından,
özünden uzaklaştırıldı, saptırıldı. Anlaşılan diri olanların uyarılmaya
ihtiyaçları yoktu(!) ya da dirilerden ümit kesildi ki bu iki sure de ölülere
tahsis edildi.
Rabbimiz, biz insanlara
ilettiği mesajlarından bazılarında söze Leyl(gece)
suresinde olduğu gibi “andolsun” diyerek başlamaktadır. Yeminle başlayıp
düşünmemizi istediği bu kelimeleri bir bir sayalım istersen. Zariyat(rüzgarlar), Tur(Sina dağı), Necm(yıldız), Kalem, Nazi’at(söküp çıkaranlar), Büruc(burçlar), Tarık(karanlığı delip geçen), Fecr(şafak),
Beled(belde), Şems(güneş), Duha(kuşluk
vakti), Tin(incir), Adiyat(atlar) ve’l Asr(çağ, zaman).
Kardeşim; A’la(yüce),
Fatır(yaratıcı), göklerin ve yerin Nur’u, Mülk(egemenlik)’ün sahibi olan Rahman(merhametli
olan); sözlerinin bir kısmına Ya Sin’de olduğu gibi Ta Ha, Sad, Kaf gibi bazı harflerle başlamaktadır “kelam-ı
kadim”inde. Ne yazık ki “huruf-u mukatta” adı da verilen bu ve benzeri harflerden
hareketle bazı insanlar tarafından hurafeler ortaya konulabilmiştir. Oysa tam
tersine akl-ı selim sahipleri gibi “ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır”
demeleri gerekirken.
Elçi olarak seçtiği Muhammed’e inen ilk vahiyler olan Alak suresinin ilk beş ayetindeki ilk
söz olan ikra(oku) elbette yazılı bir metni okumadan öte mecazi anlamda
“düşünüp duruyorsun, o halde söyle!
konuş!” anlamındadır. “Ben okuma bilmem, ne okuyayım(söyleyeyim)” sözü üzerine
de “Yaratan Rabbinin ismiyle oku. O insanı alak’tan yarattı” buyuran kerem
sahibi Rabbimiz sonrasında 23 yıl süresince gönderilenler(Mürselat) ile biz İnsanlara
apaçık bildirerek(Fussilet) bildiklerimizi
öğretti. Yarattığı mahlukat arasında akıl sahibi kılarak bilmediklerimizi de
öğrenme imkanı lütfeden Rabbimiz, açık Beyyine(delil)lerle
dolu Furkan’ında(hakk’ı batıl’dan
ayıran) Yunus, Hud, Yusuf, İbrahim, Nuh ve diğer Enbiyaya(nebiler);
ayrıca Hicr ve Ahkaf’ta oturanlara, Seb’e
halkına, Al-i İmran’a(İmran ailesi),
Meryem’e ve Ashab-ı Kehf’e(mağara arkadaşları) dair en
güzel kıssa(Kasas)ları dosdoğru bir
şekilde anlattı, “kıssadan hisse” almamıza imkan verdi. Ayrıca Bakara(sığır), Nahl(arı), Neml(karınca)
ve Ankebut(örümcek) gibi yarattığı
bazı En’am(hayvanlar) ile bize güzel
misaller verdi. Ve bizi bütün insanların diz çökmüş olacağı(Casiye), gökyüzünde bir duman
tabakasının belireceği(Duhan), ayın
yarılacağı(Kamer), güneşin dürülüp
ışığının giderileceği(Tekvir),
gökyüzünün yarılacağı(İnfitar) ve
parçalara ayrılacağı(İnşikak), kabus
gibi çöküp(Ğaşiye), olacak olanın
olduğu(Hakka), gerçekleşecek olanın
sonunda gerçekleştiği(Vakı’a),
yeryüzü o müthiş sarsıntı ile sarsıldığı(Zilzal),
apansız kopup gelecek musibet(Kaari’a)
ve o müthiş haber(Nebe) ile yani
bütün insanların öldükten sonra tekrar diriltilip ayağa kalktığı(Kıyamet), kayıp ve kazanç günü(Teğabün) ile uyardı.
O gün gelmezden evvel Secdeye kapanmamızı ve Tevbe etmemizi öğütleyen Allah, ümmet
olarak üzerinde önemle durmamız gereken Hac
ve Cum’a mevzularına “eğer
bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır” diyerek dikkat çekti. Muvahhidlerin (Allah’a
ortak koşmayanların) Tevhid’in yeryüzündeki sembolü olan Beytullah’a doğru
gerek yaya gerek uzak yollardan, dünyanın dört bir yanından gelip yılda bir kez
toplanmaları demek olan Hac çağrısına ve yine haftada bir kez toplantı (Cum’a)
günü namaz için yapılan çağrıya dikkatle kulak kesilmek ve her iki toplantının
da ibadi-fıkhi yönü kadar siyasi-içtimai yönü üzerine de eğilmek ve tefekkür
etmek lüzumludur.
Kadın(Nisa)ların Mücadele etmesine gerek kalmadan haklarının gözetilmesini, her
konuda olduğu gibi bu konuda da kendisinden korkulmasını öğütleyen Rabbimiz, Talak(boşanma), Enfal(ganimetler) ve benzeri birçok konuda hükümlerine itibar
etmeyenleri kafirler(Kafirun)
zümresine(Zümer) dahil etmektedir. Mearic(dereceler) sahibi olan Allah
katında, hakikati işitip arınacak kimseye surat asmak(Abese) ve bir kimseyi memnun etmek için dahi olsa Allah’ın helal
kıldığı bir şeyi (kendisine bile olsa) haram kılmak(Tahrim) hoş karşılanmayan işler cümlesindendir. Altın(Zuhruf) gibi şeylerin, dünya hayatının
gelip geçici zevklerinden başka bir şey olmadığını, insanların bunlarla
sınandığını(Mümtehine), insanlara en
ufak bir yardımdan(Ma’un) bile
imtina edenlerin kıldıkları namazdan gafil olduklarını, bu fiillerinin
gösterişten öteye geçmeyeceğini bildiren Rabbimiz, veyl (vay haline, yazıklar
olsun) o Hümeze(diliyle çekiştirip
iftira atan, başkalarında ayıp-kusur arayanlar) ve Mutaffifin(eksik ölçüp tartanlar)e buyurmakta ve celallenmektedir.
Hiziplere(Ahzab) ayrılmadan kenetlenmiş(Saf), saflar halinde(Saffat) O’nun dini uğrunda cihad
edenlere yardım(Nasr) ve apaçık bir
zafer(Fetih) vaad etmektedir
Mevlamız. O’nun yolunda, O’nun adı yücelsin (ilay-ı kelimetullah) diye cehd
eden ve işlerini aralarında Şura(danışma)
ile yapan mü’minler tarihe baktığımızda gün gelip Rum(Bizans) devletinin kapılarına kadar dayanmışlar ve
fethetmişlerdir de.
Geçmiş
vahyin mensuplarını (savaş için) toplandıklarında(Haşr) yurtlarından çıkaran; Kur’an’da mü’minlerin(Mü’minun) olduğu kadar münafıkların(Münafikun) özelliklerini de belirten ve
küfrün önderlerinden biri olan Ebu Leheb’in yanacağı ateşe karısının boynunda
bükülmüş iplerden bir halat(Mesed)
ile odun taşıyacağını bildiren Rabbimiz, Kabe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin
içinde Filler de bulunan ordusunu
mahv-ı perişan edip Kureyş’in
emniyetinin sağlandığını açıklamaktadır.
Kendisine
hikmet verilen Lokman’ın diliyle
mü’minlere “güzel ahlak”ın diğer bir deyişle İslam ahlakı’nın nasıl olması
gerektiği anlatılırken, peygamber’e evinin odalarının-hücrelerinin(Hucurat) dışından bağırarak onu dışarı
çağıranların şahsında verilen örnekte “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla”
kabilinden, bu ve benzeri davranışların güzel ahlak sahibi olması gereken
mü’minlere yakışmadığı vurgulanıyor.
Kendisine halisane(İhlas) kulluk eden İsa(a.s)’ın havarilerinin gökten bir sofra(Maide) talep ettiklerini bildiren
Rabbimiz, sahih iman ve salih amel sahiplerinin şairler(Şuara) dahil A’raf’ta(Cennetliklerle
Cehennemlikler arasında yüksekçe bir yerde) olmayıp razı olduğu kullar
cümlesine dahil olup Cennet’e nail olacaklarını müjdelemektedir.
Kur’an, gök gürlemesi(Ra’d)’nin Allah’ın sınırsız kudret ve yüceliğini övgüyle andığını,
içinde müthiş bir güç ve birçok faydalar bulunan demiri(Hadid) insanlar için O’nun yarattığını, insanları yarattığı gibi
Kur’an’ı dinleyip de “biz olağanüstü güzellikte bir hitabe dinledik” diye
birbirlerine haber veren ve insan duyularıyla algılanılamayan varlıkları(Cin) da yarattığını haber vermektedir.
Allah tarafından kendisine Kevser nimeti verilen son elçiye; Ey Müzzemmil-Ey Müddessir(örtülere bürünen-bürünmüş olan) diye hitap edilerek ondan
gece kalkıp Kur’an üzerinde tefekkür etmesi, kendisine sorumluluğu ağır bir mesajın
tevdi edileceği söylenerek etrafındaki insanları uyarması istenmiştir.
Ne yapacağını bilmez halde
olup daralıp sıkılan göğsü vahiy sayesinde ferahlayan(İnşirah) peygamberin çok sonraları az akledenlerce çölde göğsünün
yarılıp kalbi çıkarılarak temizlendiği rivayeti uydurulabilmiştir. Yine Kur’an
o toplumun mal ve insan çokluğuyla, çoğaltmayla övünmesini(Tekasür), oyalanmasını “hayır, yakında bileceksiniz” sözleriyle
eleştirmiş, bu konumları nedeniyle onların haklı ve doğru yolda oldukları
iddiasını ise reddetmiştir. Bütün insanlara o yakın hesap gününde, gerçeği
yakinen görüp bileceklerini, bütün nimetlerden sorguya çekileceklerini haber
vermiştir.
Evet kardeşim; seninle
Kur’an’da kısa bir gezintiye çıktık. Gel beraber Rabbimizin “O, bir şairin sözü
değildir. Ne de az inanıyorsunuz! Bir kahinin sözü de değildir. Ne de az
düşünüyorsunuz!”(Hakka/41,42) ikazını dikkate alıp O’nun katından indirilmiş
olan Kur’an’ı anladığımız dilde defaatle bir “el kitabı” gibi okuyup üzerinde
tefekkür edelim, kalbimizi O’na açalım. Allah Rasulü(a.s)’nün “Ya Rabbi,
kavmim(ümmetim) bu Kur’an’ı terketti”(Furkan/30) diye yakınacağı topluluk
içinde yer almayalım. Kur’an okumaya başlarken olduğu gibi, gel birlikte
kovulmuş şeytanın ve insanların(Nas)
şerrinden, yükselen şafağın(Felak)
Rabbine, o sığınakların en emini olup aslında kendisinden başka sığınağın
olmadığı Allah’a sığınalım. O’ndan yine O’na sığınalım. Ve şunu da asla
aklımızdan çıkarmayalım.
Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur. (Kur’an; Ra’d/28)
NOT:
Kur’an’da yer alan 114 surenin adı ve türkçe anlamı bu mektupta yer almıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder