19 Mart 2015 Perşembe

UZUN LAFA NE HȂCET, HER ŞEY AÇIK VE NET-7

Yorumsuz bir tarihi anı

Soru: Babanızın bir defasında, şarkıya eşlik eden Mustafa Kemal’e ‘Ya siz söyleyin, ya ben söyleyeyim’ demiş ve küsmüşler. Bu meşhur hikȃyenin ayrıntılarını biliyor musunuz? Cevap: Daha sonra Bursa’da bir sofrada bir araya geliyorlar. Mustafa Kemal Paşa silahını çekip babama doğrultuyor. Babam elindeki kadehi kaldırıyor. Paşa da tetiği çekiyor fakat çıt sesi geliyor, yani silah boşmuş. Sonra gülüyorlar. Paşa ‘Fondip!’ diyor ve rakılarını içiyorlar. Babam gidip elini öpüyor. ‘Aferin, sesin gibi cesaretin de güzelmiş’ diyor Paşa ve soruyor: ‘Korkmadın mı?’ Babam da ‘Niye korkayım Paşam, beni vursaydınız, halka ne cevap verecektiniz?’ diyor. Gülüşüyorlar ve Paşa, babama sarılıyor. (Timur Selçuk ile söyleşi, Star, 14.02.2010)

Boşanmanın böylesi!

“Latife: Sizin bu arkadaşlarınızdan da sofralarınızdan da bıktım! Bunun sonu ne zaman gelecek? Mustafa Kemal: Ben de sizin tepemde atlamalarınızdan, topuk çalmalarınızdan bıktım. Ya, bunun sonu ne zaman gelecek? L: Sizin sofralarınızın sonu geldiği zaman… MK: Ya sofraların sonu gelmezse? L: Atlamaların, topuk vurmaların da sonu gelmez. MK: Bunlara niçin katlanıyorsunuz? Annenizin yanına dönmek aklınıza gelmiyor mu? L: Ben can atıyorum ama siz bırakmıyorsunuz ki? MK: Ben mi bırakmıyorum? Kim demiş? L: Annemle babamı Çankaya’ya çağırdığım zaman ne olmuştu? Siz beni boşayamazsınız? MK: Neden? L: Çünkü siz Mustafa Kemal Paşasınız. Çünkü reisicumhursunuz. Çünkü bütün yurda ve dünyaya boşanma sebeplerinizi açıklamak zorundasınız. MK: Hiç kimseye, hiçbir şey açıklamak zorunda değilim. Yeter ki boşanmaya karar vermiş olayım. Şu zilin düğmesine basarım. Genel Sekreter Tevfik Beyi çağırırım. Anadolu Ajansı’na iki satır yazı not ettiririm. ‘Gazi, Latife Hanım’dan ayrılmıştır’ derim, olur biter.” (Gazi ile Latife, Halit Refiğ, Alfa yay.,  Sabah Kitap, 19.11.2008)

Diktatör müydü?

1930’da Fethi Okyar’ı çağırıp diyor ki, "Fethi, bizim şu anda yurt içi ve yurt dışındaki görüntümüz tam bir diktatörlük manzarası. Muhalefet partisi yok. Ben, tek adamım." Gerçekten de manzara öyle, bunu kendisi itiraf ediyor. Mecliste bir tane muhalif milletvekili yok ve Atatürk’ün söylediği kanun, gazetelerde aleyhine tek bir yazı çıkmıyor. "Bir şey yapmamız lazım" diyor. Fethi Okyar da "N’apacağız paşam?" diyor. "Sen bir parti kuracaksın. Başına geçeceksin, böylelikle ikili parti sistemine geçeceğiz" diyor. Serbest Cumhuriyet Fırkası işte böyle kuruluyor. Fethi Okyar’ın anılarında var bu. Ama Atatürk’ün 70 yıl önce rahatsız olduğu ve dile getirdiği bir şeyden biz bugün bahsedemiyoruz bile.” (Can Dündar, Ayşe Arman’ın röportajı, www.hurriyet.com.tr, 10.11.2008)

MEB okullarında okutulan resmi tarih hakkında çarpıcı bir tespit…

“…Böylesi bir ortamda imparatorluk içindeki muhalefet rejim karşıtı bir muhalefet değil, rejim içi muhalefetti. Gerek Padişah çevresi [Saray], gerekse de, ona karşı muhalefet edenler  [Genç Osmanlılar, Jön Türkler de denilen İttihatçılar ve başkaları] aynı paradigma içindeydiler. Aralarındaki fark esasa ait değildi. İkisi de imparatorluğu kurtarmak, yaşatmak istiyordu. İttihatçılar da Padişahın yapmak istediğini ‘başka türlü’ yapmak istiyorlardı... Bu yüzden ne 1908 ne de 1923 “Eski Rejimden” [Ancién Régime] gerçek bir kopuş anlamına gelmiyordu. Üslubun, söylemin ve personelin değişmesi [devletin adının değişmesi, padişahın yerini ‘Ulu önderin’ alması, sarıklı ulemanın yerini kıravatlıların alması, vb.] resmi ideolojinin ileri sürdüğünün aksine, sanıldığından çok daha az önemliydi... İster 1908’deki İttihatçı darbesi, isterse 1923’deki Cumhuriyet darbesi olsun, merkezi otoritenin [egemen sınıfı ittifakının] bekasını sağlamaktan başka bir amaç ve anlam taşımıyordu. Cumhuriyete varan ‘Milli Mücadele’ süreci, emperyalist savaş sonrasında tehlikeye giren egemen ittifakın iktidarını yeniden tesis etmekten ibaretti. Şeylerin adını kendileri koydukları, kavramların içini kendileri doldurdukları, neyin ne anlama geldiğine kendileri karar verdikleri sürece, olup-bitenlerin, yaşananların anlaşılması mümkün olmayacaktı. Emperyalist savaşta koskoca bir imparatorluğun kaybedilmesi asla söz konusu edilmezken, Yunanlılara karşı kazanılmış önemsiz bir savaş bir ‘kurtuluş savaşı’ olarak sunuldu ve hala da sunulmaya devam ediliyor... Zira, yenik düşenlerin bir zafere ihtiyaçları vardı... Her halde bu dünyada Türkiye kadar tarihi tahrif edilmiş bir başka ülke yoktur...” (Reel Atatürkçülük, Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Kitaplığı, 2. baskı, Ankara, 2007, sh.39)



1 yorum:

  1. Tarihini bilmeyen geleceğinde de söz sahibi olamaz. Hatırlatmalarınız için teşekkürler.

    YanıtlaSil