5 Mart 2015 Perşembe

UZUN LAFA NE HȂCET, HER ŞEY AÇIK VE NET-5

T.C’nde darbe çeşitleri ve birer örnek

Gerçek darbe: 27 mayıs 1960
Dört dörtlük darbe: 12 eylül 1980
Darbemsi darbe: 12 mart 1971 (muhtıra)
Elektronik darbemsi darbe: 27 nisan 2007 (e-muhtıra)
TBMM içi darbe: 1923 (ilk meclisin safdışı edilmesi)
TBMM dışı darbe: 27 mayıs 1960
TBMM’ye karşı darbe: 05 haziran 2008 (anayasa mahkemesinin başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin anayasa değişikliğini iptal etmesi)
Gerçekleşmiş darbe: 27 mayıs 1960 (‘anayasa ve hürriyet bayramı’ idi bir zamanlar, ta ki 12 eylülcüler ‘yeni darbe yaptığımızdan eskisi hükümsüzdür’ deyip iptal edene kadar))
Gerçekleş-e-memiş darbe: 2002 yılındaki başta ay ışığı olmak üzere mebzul miktarda darbe planı
Klasik darbe: 12 eylül 1980
Postmodern darbe: 28 şubat 1997
Askeri darbe: 12 eylül 1980
Askeri olmayan darbe: 17 şubat 2010, yargı darbesi (darbecileri ya da darbe girişimi planlayanları yargılayacakları zannedilen yargıçların yargı darbesi)

Üniformsite ya da ulusalsite, ordu-üniversite elele, kışla ve kampüs, nizamiye, ikna odaları, rektör paşalar, paşa rektörler, mıntıka temizliği,…

Üniversitede büyük fişleme. Ergenekon davası dosyasına giren 47 sayfalık fişleme raporu, İstanbul Üniversitesi'nin bütün faaliyetlerinin ayrıntılı şekilde takip edildiğini ortaya koyuyor. Rapor, Ergenekon'un yöneticilerinden olduğu iddiasıyla yargılanan Kemal Alemdaroğlu'nun İstanbul Üniversitesi rektörlüğü görevinden alınmasından sonra yerine atanan Mesut Parlak dönemini mercek altına alıyor… Bilgilerin, askerî istihbarat birimleri, eski Adlî Tıp Kurumu Başkanı Keramettin Kurt, S.C., S.A., M.K.B., K.A., N.S. ve pek çok öğretim üyesi ile karşılıklı görüşme sonucu elde edildiği bildiriliyor. İstanbul Üniversitesi Adlî Tıp Enstitüsü'nün 18 yıl müdürlüğünü yapan Prof. Dr. Sevil Atasoy’un ise Ergenekon davası müdahillerinden Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı'nın da aralarında bulunduğu adli tıp uzmanlarına yönelik fişleme raporunu 1. Ordu Komutanlığı'na gönderdiği ifade ediliyor… Atasoy'un, sadece akademisyenleri fişlemekle kalmadığı, ayrıca 1. Ordu Komutanlığı'na da rapor sunduğu ortaya çıktı… Raporda, Parlak'ın türban sebebiyle mezuniyetlerin düğün salonlarında yapılmasına izin verdiği, ileride türban ve kara çarşafın İÜ'nde serbest olacağının Parlak tarafından alınan duyum olduğu kaydediliyor. Kampüste türbanlıların görülmeye başladığı aktarılıyor. (www.zaman.com.tr, 08.10.2009)

Bu ülkede ‘Recep İvedik’ler bitmez, ‘Recep İvedik’ 4 de oynar, 5 de…
“…Bir general: "Git söyle o kadına, ileri geri konuşmasın. Gelirsek İçişleri Bakanlığı'nın önünde yağlı kazığa oturturuz..." (İçişleri Bakanı Meral Akşener'e yönelik söylenen söz)

Çevik Bir'den Milliyet Gazetesi yönetimine: “Albright'ın açıklamasını neden bu kadar büyüttünüz? Şimdi oraya da mı iki general göndermem gerekiyor?” (Milliyet, ertesi gün haberleriyle kendini affettirdi)

Mehmet Altan, askeri sinirlendiren olayın 28 Şubat sürecinde yüzde 72 oranında zamlanan asker maaşlarıyla ilgili yazısı olduğunu belirtiyor: "30 yıllık bir öğretmenin maaşının, askeri kariyere yeni başlayan birisinden daha az olduğunu yazmıştım. Bu yazı üzerine Erol Özkasnak, o dönem Sabah'ın Genel Yayın Yönetmeni Zafer Mutlu'yu arayıp 'Onun makatına süngü sokup sınır sınır gezdireceğim' demiş, benim hakkımda."

Erzurum Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek: Adam olan adam gidip o krala misafir olmaz. Ben bunu kabul etmiyorum. Başbakan değil bilmem ne bakanı olursa olsun... Ulan pe... (17 Nisan 97)” (28 Şubat’tan akılda kalan sözler, Zaman, 28.02.2010)

“28 Şubat sürecinde hükümeti eleştiren açıklamalarıyla tanınan emekli Tümgeneral Osman Özbek, yine ağzını bozdu. Balyoz planını deşifre eden muhabire küfretti. "Ş... adam elinde Balyoz darbe planı bir valiz ile birlikte savcılığa gidiyor. Ona bu belgeleri nerden aldın veya bunu neden yayınlıyorsun diye hesap sorulmuyor. Ben orgeneralimi bu nedenlerle kimseye vermem. O gazetecinin tutuklanması gerek." (www.zaman.com.tr, 02.03.2010)

(İlgili haber: Balyoz Planı'nın bütün belgeleri ve analog ses kayıt bantlarını Savcılık, Taraf Gazetesi yazarı Mehmet Baransu’dan aldı. www.zaman.com.tr, 29.01.2010)

Tam 5 yıl sonra… Kaderin garip bir cilvesi!

“Balyoz'da kumpas -milli orduya- kurulduğu iddiası üzerine başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alınan ve mahkemeye sevk edilen gazeteci Mehmet Baransu tutuklandı. Soruşturma kapsamında emniyette ifade veren Baransu, sabah saatlerinde İstanbul Adalet Sarayı'na getirildi. Savcı Gökalp Kökçü, ifadesini almadan Baransu'yu 'örgüt kurmak ve yönetmek, devletin gizli kalması gereken belgelerini temin etmek, açıklamak ve yok etmek' suçlarından tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk etti…” (www.zaman.com.tr, 02.03.2015)

“Ne zamandan beri darbe planları ‘devletin güvenliğine ilişkin belge’ ve ‘devletin gizli kalması gereken bilgileri’ olarak niteleniyor? Ne zamandan beri olacak, hırsızlarla darbeciler hukuktan kurtulmak için kol kola girdiğinden beri… Hırsızlık yaparken yakalanan bir iktidar, paçasını kurtarabilmek için hırsızlıktan da büyük suçlar işlemeye başlayınca, gidip darbecilere sığınmaya karar verdi. Ellerinde planlarıyla ortaya çıkan darbeciler de, dizleri korkudan titreye titreye, hırsız olduklarını açıkça bildikleri adamların arkasına utanmadan saklandılar… Birlikte onların suçlarını ortaya çıkaranları suçlu ilan etmeye çalışıyorlar.” (Ahmet Altan, Cumhuriyet, 03.03.2015)

Asker yargıyı ‘brifing’ler, yargı da kendini askere ‘brifing’letirse; asker kendini ‘hem savcı, hem avukat, hem de yargıç’ yerine koyar, yargı da hükümete esip gürleyip harekete geçtiği halde askere, muhalefete karşı dut yemiş bülbüle dönüp kös kös oturursa; o zaman “iyi çocuklar” ergenekon işlerine devam ederler haliylen!...
28 Şubat post modern darbesinin kilit isimlerinden emekli general Çevik Bir ile emekli general Erol Özkasnak’ın medyaya yaptıkları baskılar tek tek gün yüzüne çıkıyor. Çevik Bir’in o dönem medya patronu olan Erol Aksoy’a “32. günü yayından kaldır, Mehmet Ali Birand’ı işten at” talimatı verdiği, Aksoy’un da “Paşam mahkeme kararı yok” sözü üzerine de “30 bin şehit var, sen daha ne mahkeme kararı istiyorsun” cevabı aldığı ortaya çıktı. (Star, 15.03.2010)
…Fikret Bila, 3. Ordu Komutanı’nı soruyor (not: meraklıları için hatırlatalım, hani şu altındaki ıslak imza ‘çiçek gibi’ dursun’a ait olan ‘irtica ile mücadele için eylem planı’nı erzincan’da uygulamaya koyan paşa), o Genelkurmay Karargȃhı’ndan atlayacak bir kurt gibi cevap veriyor: ‘’Ordu Komutanı ile yaptığımız görüşmelerde de, konuya ilişkin olarak kendisinin de görüşleri sorulmuştur. Ordu Komutanı çeşitli defalar bizlere iddia edilen olaylarla hiçbir ilgisinin bulunmadığını ifade etmiştir. Başbuğ, Işık Koşaner’e dönerek soruyor: - Hiçbir tereddüt var mı? - Hayır yok. İşte bu kadar. Hiçbir tereddüt yok.” Charlie Chaplin filminden bir sahne gibi. Ordu komutanına sormuşlar, dosyaya bakmışlar, hükmü vermişler. Mahkemeye falan gerek yok. Hüküm, masum; suçlamalar iftira. Bu özel savcılara, hȃkimlere de ne oluyor böyle. Kendini bilmez hukukçular, yazılı olmayan dokunulmazlıklardan, Ankara’daki zirvelerden habersizler… (Başbuğ zekamızla resmen alay ediyor, Ergun Babahan, Star, 16.03.2010)
Tüm yurtta cumhur’un cumhuriyet çoşkusu!..

Cumhuriyet’in 85. yılı kutlamaları çerçevesinde Dolmabahçe Sarayı’nda verilen resepsiyon, üst düzey yöneticilerle; iş, sanat ve cemiyet (sosyete) hayatının tanınmış isimlerini buluşturdu… Davetliler gösterinin ardından ellerindeki Türk bayraklarıyla 10. yıl marşı’nı söylediler. Daha sonra vali Güler, belediye başkanı Topbaş ve 1. ordu komutanı Org. Saygun, dev boyutlu Cumhuriyet pastasını kesti. Pelit pastanesi tarafından tasarlanan pastanın içinden, Atatürk’ün modern türk kadınıyla (cumhuriyet kadını) dans eder şekilde tasavvur eden bir heykel çıktı. Daha sonra İstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçıları tarafından Cumhuriyet valsi yapıldı… İstanbul’daki diğer Cumhuriyet kutlamalarında Kadıköy’de, Emre Altuğ konser sırasında Nutuk’tan bir bölüm okudu, Cumhuriyet yürüyüşünden sonra Mazhar Alanson’un sahneye pantolonun paçalarını içine soktuğu Atatürk çizmeleriyle çıktığı dikkat çekti. İzmir Ticaret Odası’nın Cumhuriyet Balosuna katılan Şevval Sam, performansı sırasında önce viski içti, sonra çok Atatürk’ün çok sevdiği bilinen rakıya geçti. (Sabah Günaydın; 31.10.2008)

Balıkesir’de, Cumhuriyet koşusunda dereceye giren; başörtülü Nuriye Memiş’e Garnizon Komutanı albay "Bu ne rezalet!" diyerek ödül vermeyi reddetti.

Tunceli ve Diyarbakır’da DTP’li belediye başkanları, kutlamalarda yoktu; buna mukabil askerler tören sonrası “ne mutlu türküm diyene” temposunu tutarak Diyarbakır sokaklarında yürüdü. (Cumhuriyet ve inatlaşma, Nazlı Ilıcak, 01.11.2008)

Manisa Belediye Başkanı Bülent Kar'ın eşi, Vali Parkı Polis Lokali´nde yapılan 29 Ekim kokteyline türbanı ile katılınca askeri erkan resepsiyonu terk etti. (www.milliyet.com.tr, 30.10.2008)

Niğde'de dün gerçekleştirilen Cumhuriyet kutlamaları töreninde, Hükümet Meydanı'nda esnafın il protokolü önünden geçiş yaptığı sırada bir sürücü kursuna ait 3 araç Zeynep Şahin, Emine Şahin ve Neslihan Şahin adlı başörtülü hanımlar tarafından kullanılıyor diye ‘Başörtüsü ile protokolün önünden geçemezsiniz’ denilerek konvoydan çıkarıldı. (www.habervitrini, 01.11.2008)

Cumhuriyet Bayramı’nı devlet erkanı, üç davetle kutladı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “türban hassasiyeti” yüzünden öğlen saatlerinde devlet erkanına “eşsiz” bir resepsiyon verdi. Ardından “sivil” bir resepsiyon düzenledi. Genelkurmay Başkanlığı ise tarihte ilk kez Merkez Orduevi’nde Cumhuriyet Balosu tertip etti. (Sabah Pazar, 02.11.2008)

Geç gelen itiraf…

Emekli Koramiral Atilla Kıyat,28 Şubat’ta herkes suçlu, kimsenin yatacak yeri yok’.

Kıyat, "28 Şubat olur iken, siyasetçi de, Cumhurbaşkanlığı Köşkü de, medya da, üniversite de, yargı da, Silahlı Kuvvetler'in karşısındaki hiç kimse Silahlı Kuvvetler'e karşı dikilmedi. 'Bana bak, bu senin görevin değil' demedi. Kimsenin yatacak yeri yokken; bir tek Silahlı Kuvvetler'in altındaki yatağın çekilmesini de hiç affedemiyorum." dedi.

32. Gün programına konuk olan emekli Koramiral Atilla Kıyat, TSK'nın sürece itildiğini ileri sürdü. Refah-Yol hükümetinden hoşnut olmayan grupların lokomotifi olma görevini Türk Silahlı Kuvvetleri'nin üstlendiğini vurguladı.

Kıyat, şöyle devam etti: "Herhangi bir şekilde siyaset tıkandığı zaman, Türkiye bir sorunla karşılaştığı zaman siyasi çözümü, siyasetçiler de dahil, medya da dahil, üniversiteler de dahil, işadamları da dahil, bürokratlar da dahil çözümü Türk Silahlı Kuvvetleri'nde aramışlardır.

Çuvallarca mektup gelir Genelkurmay'a 'ne duruyorsunuz' diye. İşadamının kafasında, iyileri tenzih ederim, sendikasız grevsiz bir Türkiye özlemi vardır. Siyasetçi vardır, bu siyasetçi nedir kendi siyasi partisinde veya iktidarda olsa dahi gücünü kaybetmiş; bir askerî iktidar gelir ise onun hükümetinde rol bulabilir miyim diye gelen siyasetçi vardır; herkes. Ama hiç kimse 'Silahlı Kuvvetler'in dışında bu çözümü bulalım' diye maalesef bir çaba sarf etmemiştir."

TSK'daki 'Türkiye'nin tek sahibi' algısını da eleştiren emekli Orgeneral, askerin birçok hatası olduğunu, bu yüzden çuvaldızı kendilerine batırmaları gerektiğinin önemine değindi. Kıyat, Türkiye'nin geçmişiyle hesaplaştığını, ancak bunun birilerinin birileriyle hesaplaşmasına dönüşmemesi gerektiğini de sözlerine ekledi. (Zaman, 05.03.2012)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder